31 Aralık 2023 Pazar

GAZZE’Yİ KAYBEDERSEN KENDİNİ KAYBEDERSİN


 

Sabah musluğu açınca musluktan kan aktığını gördüm. Biraz şaşırsam da akan kanı seyrettim bir müddet. “Biraz şaşırdım” çünkü artık fazla şaşırmıyorduk. Lavabo yoğun kırmızıya boyandı. Sabah sabah canım sıkıldı. Kan kesilince su akmaya başladı ve yüzümü yıkayıp koridordaki çocuk cesetlerine basmamaya özen göstererek mutfağa geçtim. Mutfak masasındaki tozu toprağı, tuğla ve kiremit parçalarını temizleyip kahvaltımı yaptım. Delik deşik olmuş duvarlara baka baka apartmandan çıktım sonra.  Merdivenlerde bir cesede takılıp az kalsın yere düşüyordum. Sokak, enkazların altında kalmış ölülerle doluydu ama hayat devam ediyordu. (Bu “hayat devam ediyor” klişesi bazen de böyle “hissiz, hassasiyetsiz, umursamayarak yaşa” anlamındadır ve aslında ayıplı bir sözdür.) Birkaç ambulans çığlık çığlığa geçti. Binaların altında toza bulanmış yaşlılar, kadınlar, gençler, çocuklar yüzümüze tokat gibi vursa da yanlarından işimize gücümüze gittik. Okulun avlusunda bazı ölü çocuklar vardı ve gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Yüzleri kararmış, saçları toz içinde, alnından, yanağından kan sızan çocuklar “biz öldük ama kalanları unutma” diyorlardı sessizce bana bakarak. Çaresizlik içinde birkaç twit paylaştım, rt yaptım. Bombalara, füzelere twitlerle karşılık veririz biz modernler. 

Sınıf bugün her zamankinden daha kalabalıktı. Hepsi oradaydı sanki bütün Gazzeli çocukların. Bazıları söz istedi, bazıları ağladı, bazıları sessiz kara gözleriyle bana baktı. Ders anlatırken bazen parlayıp sönen görüntüler haline geldiler bazen de sitem dolu sessizliklerle beni dinlediler. Yanlarına gidemedim ama uzak da duramadım. Okulun koridorlarında, bahçede yüzlerce cesede değerek, üzerlerinden atlayarak geçti gün. Yıkılmış evlerin, moloz yığınlarının, feryatların, parçalanmış bebek cesetlerinin arasından utançla yürüyüp eve döndüm. Yıkılmış evime, yara almış insanlığıma, ayaklar altında kalmış onuruma döndüm. Gözlerimi kapasam içimdeydiler, gözlerimi açıkken onlardan başka bir şey görünmüyordu. İlk gün böyleydi. Yarın, yarından sonra ve sonraki günler ve haftalar da böyle geçti. Yemeğimin içinde, suyumun içinde, uykumun içinde, sessizliklerimin içindeydiler. Ekranlardan halıya damlayan kanı silmekten vazgeçene kadar bu şahitliğin içinde yaşadım. Eminim sizler de böyle yaşadınız.

Ekranlarda birileri devletlerden, tarihten, savaştan, işgalden, antlaşmalardan falan bahsetti. O anlarda kaç çocuk, kaç masum insan daha öldü diye hesapladı bazıları. İnsan olduğu varsayılan birileri birilerini ziyaret etti, el sıkıştı, kameralara sırıttı. O anlarda “kaç katil kaç kişiyi daha öldürdü” diye hesapladık sonra. Paylaşımlar, açıklamalar, bildiriler, kınamalar, lanetler çoğaldıkça cesetler, kanlı gözyaşları, et ve kemik parçaları da arttı. Kınamalar eyleme dönüşmedikçe başka acziyet yolları daha bulundu. Boykotlar, ifşalar, yardım ve bağış çağrıları arasında onlarca ev yerle bir oldu, onlarca aile yok oldu, binlerce çığlık demir kubbelere, sağır kulaklara, leş gibi kalplere çarpıp yere döküldü. Ve dökülüyor. Bak bir çocuk daha öldürüldü şimdi. Şimdi.

Biz aslında, dedim, bu savaşı çoktan kaybettik. ABD süper güç olduğunda kaybettik, İsrail kurulduğunda kaybettik, Irak işgal edildiğinde kaybettik, ulus devlet bilincini tüm olumsuz anlamlarıyla ithal ettiğimizde kaybettik, ideolojileri kalbimize giydirdiğimizde kaybettik, hayatımızı işgal eden markaları çoktan yenmeliydik ve o savaşı veremediğimizde kaybettik, “dengeler adına” yürütülen her siyasette kaybettik, reel-politike verilen her tavizde kaybettik. Liste uzar gider. Elbette olan oldu rehavetiyle elimizde kumanda canlı yayınlarda bombalanan Filistinlileri izlemeyelim. Elbette elimizden gelen neyse onu yapalım. Boykotsa boykot, twitse twit, nefretse nefret, duaysa dua, bedduaysa beddua. Ama tüm bunların ötesinde duran o kara gerçek de yok sayılacak gibi değil be kardeşim. Mensubu olduğumuz devlet İsrail denen katliam örgütüne karşı bir tane bile yaptırım uygulamıyorsa / uygulayamıyorsa, o da kınamadan öteye geçemiyorsa maalesef, üzerimize çöken yılgınlık ve kırgınlığı yok mu sayalım? Her şeyi geçtim İsrail büyükelçisini makamına çağırmalıydı Dışişleri Bakanlığımız değil mi? Elçiyi kovmaya gelmedik daha bak.

Filozoflar, yazarlar, düşünürler asırlardır insandan bahsetti, kendilik bilgisinden bahsetti. İnsan olmanın faziletinden, ahlaktan, vicdandan, merhametten bahsetti. Şairler bunun şiirini yazdı, bunların hikayesi, romanı yazıldı, filmleri çekildi. Medeniyet tasavvurları, insan hak ve hürriyetleri bütün kanlı tarihlerin üzerine ipek bir şal gibi örtüldü. Barbarlık çağlarından buralara gelindi. Öyle sanıldı aslında. Sözde gelindi. Az gidildi uz gidildi ama korkunç gerçek şuymuş meğer: “Katliamlar ne kötü be birader” dizesi bile bir seviyeymiş çünkü “katliamlar ne kötü” bile diyemeyen ahlak yoksulu bir oligarşinin yönettiği bir dünyada yaşadığımızı bir kere daha ve oldukça güçlü bir biçimde anladık. Bu utanç herkese yeter de artar. Yarın insan hakları falan diye söze başlayacak olanlar utanacaklar mı? Ne zaman utandılar ki? 

İşte kendini kaybetmek bu. Arap olmak, Müslüman olmak bir yana insan olmakla ilgili, kendin olmakla ilgili, mahcup olmamakla ilgili, ahlak sahibi olmakla ilgili, acıya karşı kör sağır olmamakla ilgili, insana has bütün erdemlerin kaybolmamasıyla ilgili de bir savaş var küçücük bir toprak parçasında ve o savaşı kaybediyoruz hepimiz. Önceden kaybettiğimiz bütün savaşların çığlığı da duyuluyor oradan. Bari ahlaki savaşı kaybetmeyelim. Bu ahlak savaşını çoktan kaybedenler için masumların cesetleri sadece politik bir engel ya da detay olabilir. Onlar zaten insan değiller. Çünkü onların insanları değil Gazze’de ölenler. Burada ayrım yaptıkları için insan değiller, olamamışlar. Umarım alınlarındaki ve ellerindeki kanı onlara daima hatırlatırız, hatırlatmayız da.

Biz Gazze’yi coğrafi olarak kaybetmenin ötesinde ahlaki olarak da kaybedersek kendimizi kaybedeceğiz. İnsanlığımızı, merhametimizi, bizi biz yapan neyse onları kaybedeceğiz. 

Savaşın bir tarafında da bu ahlak savaşı var, insan olma, insanın kendisi olma savaşı var ve o savaş hiç bitmez. İnsan neydi? İnsan olmakla ilgili anlatılanlar neydi? Yüzyıllardır bütün o yüzlerinden bilgi, bilgelik akan insanların ballandıra ballandıra anlattığı o bilimler, sanatlar, gelişmeler, aşamalar neydi?  Onların hepsi katiller sürüsü tarafında yerle bir ediliyorsa ya da onların hepsi katiller sürüsünün katliamları sebebiyle yırtılan maskelerden ibaretse kapatalım dünyayı gitsin. 


karabatak 

kasım - aralık 2023 


11 Aralık 2023 Pazartesi

karıma mektup


 

11-11-1933
Bursa
Hapishanesi


Bir tanem!
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor 
                    yüreğim sersem! ' 
                                         diyorsun.
'Seni asarlarsa 
                  seni kaybedersem;
                                      diyorsun;
                                              'yaşıyamam! '

Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; 
yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
                       yirminci asırlılarda
                                          ölüm acısı.

Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
                        razı olmuyor gönlüm.

Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
                   kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
    ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
                                           boşuna bakacaklar
                                                          Nazıma!

Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...

Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
                          istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
                                     kellesini adamın.

Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
                        bir mahpusun karısı.


nazım hikmet

15 Ekim 2023 Pazar

EKMEK SOĞUK.

                     



....

Ben koşmayı hayal ettiği için mutsuz olan bir kaplumbağayım. Koşmayı hayal etmeseydim mutlu olurdum. Ama koşamam. Koşamayacağımı zamanla anladım ama geçmedi mutsuzluğum. Şiir yazan bir kaplumbağa şiirlerinde koşuyorsa ona mutlu diyelim mi?

Gökyüzünde "yapacak hiç bir şey yok" yazıyor. Onu okumaktan başka yapacak hiç bir şey yok. Ruh bizim en güzel hastalığımız.

Kar, tıpkı bir hatıra gibi, hatırası olmayan bir adama teselli gibi, sanki yerden göğe doğru telaşla yağarken, şiirin eskimez güzelliğini başımın tacı yapıyorum. Kâğıdın duyacağı kadar bağırıyorum ben de:

Sen ey sonrasız güzellik!
Ey eskimeyen damar!
Ey hiçliğin süsü!
Ey karanlık nefes!

Yorgunum. Ölmekten korkmuyorum.

1 Ekim 2023 Pazar

yüzlerin ince lifinde korku



İlk teksif harbin kazdığı çukurlara
Adım başında ğöğsü parçalanmış gözleri hâlâ canlı bir ceset
Enerji geliyor elektrik kaynıyor sulardan
Toprak insan
Karmaşık soru bir çabuk cevap

Kimbilir nasıl çikilotalarını yarıda bırakacaklar
İki ucundan da elleri ısırmış
Bütün kan rezervleri boşalmış damarlar
Yalnız kalmış

Şimdi koşacak meydanları kim
Asırlardır söylenen bir isyan susacak nasıl
Kendini ara bul getir şiddetle kucaklaşalım
Dudağımın altına koy adını
Uluslararası çınlayalım çölden ormandan
Uçurum başlarından kumsallardan
Adımıza hazırlanmış bir mesaj olmalı
Ağzını aç ağzını kapa
Gözünü aç
Toprağa bak
Bir de insana

Hayat enerjilerinin sokağımızda koştuğu bir mahalledeyiz
Evimizden el etek çekilmiş
Durmuş insan çok akıllanmışsa eşya
Deniz bu sancıyla kabuk bağlayacak çalkalanaraktan

Halkın yaşamak marşını dinle
Kafiyeleri dünyanın o son ilerleme kitabı
Alınlarında ise saçlarına yakın bir iz
Cemaatın ayakları biçiminde
Ondört asır önce gergeflenmiş
Halılar kilimler renginde hasır mühürler

Nasıl kullanırlar yüzlerinin ince liflerini böcekler
Sanki bunlar
Toprağın başında duran insanlar
Binlerce ayıyı birarada görmüşler

Dehşet an meselesi
Tuzağa ramak kalmış
Ahret kıl payı

Şimdi yüzlerin ince lifleri kımıldıyor
İşte bir memnunluk tümseği
Sonra bunun süreği ve zaman geldi
Korkulu bir mutluluk tırmanıyor
İklimleri


Cahit Zarifoğlu

ıtrî



                                            Rıfkı Melûl Meriç'e


Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.

Yahya Kemal


                                                                                                               

atik- valde'den inen sokakta

                                                 



                                                                                                              Nihad Sami Banarlı'ya



İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."

Yahya Kemal Beyatlı


30 Eylül 2023 Cumartesi

şakkul-arz



Bin desi derinlikte delik bir kalp
Uzanır ağız
Siyasal bir avuç hava ister

Benimle fazla yakınlık kurdun
Çiçeğim
Köklerim ateş saplarım zehir
Yağmur ateş saplarım zehir
Yağmur sularıyla izler edinmiş tenin
Benimle çok hayal kurdun artık yaklaş
İpil ipil miyop bakışın bir kanakışı
Bu su sarnıcından başla
Sana verildi emanetim ateşim zehrim
Benimle çok put kır çiçeğim

Edisyonkritik
Bir ses
Bin desi derinlik yer dolması ağırlık
Havagazından uzanır ağzın
Siyasal bir ton özgürlük ister

Arz gittikçe benim ve onun
Karşılıklı
Bileyli
Havada
Palalarımız
Hamlesi yaman ilkin bir defne dalı
Detant
Hadi oradan-ardından
Sam füzeleri

Hilesi hayatı olmuş gördüm ki
Anam babam kemirilmiş
Çorbama kireç ekilmiş

Hamlem zarif
Vuruşum hayat
Hilem tay
Kaçıp dönüşüm şiir

Arz gitgide benim
Muharremde temeli atılır güveyliğimin


Cahit Zarifoğlu

/dünyadan gitti bir akçesi bulunmadı böyle tecrit üzre gitti/

                               


Ki ne ne zaman bulandı sularda:çoğalan
Yıkan yüzler azgın yüzler

Seni ehli kaplan bir adın kırbaç bir adın kaplan
Nam vermek için doğruldun
Alnından öpsünler için bir vuruşta yıkıldın

Suyu biz böyle geçeriz
Bizi afet sanırlar


cahit zarifoğlu




17 Eylül 2023 Pazar

CENNETLİK

 


Çocukların Türkçesinde bir yer buldum

Annemin duasına yakalandım

Albatrosun kanatlarını kıstım

Başım erdi göğe...

14 Eylül 2023 Perşembe

ayrıldığımızda ikimiz

                                               



Mahzun, yarı kırık yüreklerimiz
Yıllarca uzak kalmak üzere
O gün, ayrıldığımızda ikimiz
Sessiz ve gözyaşları içinde;
Solduğunda, soğuduğunda yanağın
Öpücüklerin buz tuttuğunda
Çoktan çalmıştı saati acıların,
Kader ağını örmüştü orda.

Sabahın o serin, ürperten çiyi
Alnımda donuvermişti,
O çiyler belki bu hüzünlerimin
Gözyaşlarımın işaretiydi.
Ettiğin yeminler bir bir bozuldu
Gölge düştü güvenilirliğine;
Paylaştığım yalnızca acı oldu
Senin adını işittiğimde.

Adını andıkları zaman yanımda
Kara haberdir benim için,
Bir ürperti dolanır bedenimde
Niçin bu denli sevdim, niçin?
Senden söz edip duran insanlar
Tanıştığımızı bile bilmiyor
Yürek kırgın kalacak nice yıllar
Öyle derinden, anlatması zor.

Gizlice buluşmuştuk seninle…
Sessiz, hüzünlenirim şimdi
Çünkü ruhun aldattı ruhumu
Yüreğin unuttu yüreğimi.
Eğer bir gün, uzun yıllardan sonra
Karşılaşırsak ikimiz yine
Nasıl bakabilirim, nasıl sana?
Sessizce ve gözyaşları içinde

Lord Byron


5 Eylül 2023 Salı

YARIM KALAN ŞİİRLER

                           



1

Zamanın geçişini hissetmek için
Geceleri bahçeye çıkıyorum
Çift kişilik bir hayat benimki
Olmayan sevgilimle yaşlanıyorum
Uykusu geliyor ömrümün
.....

1 Eylül 2023 Cuma

ANNESİZLİK






“Annemle karanlık geceler bazı çıkardık.
Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık
Sessiz uzatır tâ ebediyyetlere kollar…
Gûyâ o zaman, bildiğimiz yerdeki yollar
Birden silinir, korkulu bir hisle adımlar
Tenhâ gecenin vehm-i muhâlâtını dinler…
Yüksekte semâ haşr-ı kevâkible dağılmış,
Yoktur o sükûtunda ne rü’yâ, ne nevâziş;
Bir sâ’ir-i mechûl-i leyâlî gibi rüzgâr
Hep sisli temâsıyla yanan hislere çarpar.”

Sensiz 
Ahmet HÂŞİM

Bütün çocuklar karanlığa doğru mu büyürler acaba? Anneden uzaklaştıkça ruhlarını saran ilk yabancılaşma yıllarca sürer de hayat hep mi arayışa döner? Hissettiğimiz ilk sıcaklığın ardından o sıcaklığın bir benzeri için çalmadık kapı bırakmayız. Arkadaş, sevgili, sanat v.s. hep anneden sürgün olmanın açtığı boşluğu doldurma çabalarıdır. Olmadı kendine dönersin, kendinde anneden kalanlara dönersin. Güzel bir şeye her yönelişimizde ondan kalan bir öz belki bize destek olur. 

.......

26 Ağustos 2023 Cumartesi

esma-ül esma

                               


Ak terler içinde yattın bütün sabah

Kuzular somunlar süt dişleri arasında

Su bile henüz uykusunda akarken

Rüya sanırken uçmayı kuşlar

 

İçimde bir soğukluk bu sabah dışıma karşı

Yarim uyu en iyisi bu

Güneşin merasimine yetişmeyeceğiz nasıl olsa

Tamtamlar arasında şimdi kıstırıyorlardır okullarda

Hastanelerde sair şirket ve devlet katlarında

Saçlarını bu dünyaya açmayan kızları

Göğüsleri çatlatırcasına pompalanmış kadınlar

Bulanık terler içinde caddeleri sürüyordur

 

Valery söylemiştir ilk mısra Tanrıdan

Salâlar Tanrıdan dığdığı otomobillerin egzoz naraları Tanrıdan

Tanrıdan insanların suratlarının sıyrılması bir otoyol rüzgarıyla

İnsanların bazı korkunç hikayelerinin suret nüsha ek vs. damgalanıp da

Zarf zarf içinde kapalı tutulduğu Tanrıdan

Küflü buruk birtakım gürültüler aktığı 

Evin bu odanın yatağımızın etrafından

Yas yeis Tanrıdan sevinç şarkı Tanrıdan

 

Ben ama yavrum sokaklardaki şöhretime dayanamıyorum

Ne ağladım ne güldüm geçtim de her gün o salaş bulvardan

Ankarada dört noterde imzam var sekiz firmada telefon numaram

Şurda sigaralarım durur ortada üç takım sözlük sağ yanda metinlerim kağıtlarım kağıtlarım kağıtlarım

Oğlum Hakan Arslanbenzer ne oruçluyken adı çağrılmanın sarhoşluğunu

Ne babasını kendi adıyla hatırlamak buluncunu tatmadı daha oysa

Uğradığımız bu kiralık ev kumpasları bana fazla

Bana zor inmek bu sağır göstermelik parklara

Neyleyim hurdası çıkacak her ikindi üstü bu şehirde arkadaşlıkların

İhanete bile uğranılmayacak hiç kimse tarafından 

Takvim yapraklarını koçan koçan yırtıp atacağımız zamana kadar

 

Uyu yarim yavrum inancın olsun uykuya

Ara ara bombardıman duyarsın uykunda ara ara alkışlar

Uyu uyumak bu kargolar kentine zorla sokulan çarşılar

Uyu kimse sözünü etmeyecek bugün de çalkalanmış bir ağızın

Uyu Konya böyle gelmiş böyle gitmiş Samsun

Ekmek yeniden 35 bin liraya düşmüş gazeteler hep ne acayip şeyler yazıyor

Bizden birileri mi şunca hor görülenler

Biz onlardan birileri miyiz

Bir vicdanın bu kadar kaba olduğu nerde görülmüştür

Bu binlerce içi geçmiş balkon gayrı utanca açılsın

Gökten biz niçin utanalım

Niye sevmeyelim kütür kütür yürümeyi yer üstünde

Borç bizi utandırsın satın alalım tek seferde

Alıp da yerine oturtalım bir evi

Değil ama kapu içinde

 

Göğsüme kazılmış bu deli ama korkak siperle peki ben

Benzetebilir miyim kadınla kocasını yatakta dans pabuçlarına

-Kıvrılmış yumuşamış iyice sırlı ve muallak-

Hem dans pabucuyla neyi aşındırabilir insan

Mutlaka geçici bunun için de daha delirtici

Daha korkak bir can sıkıntısı zeminini mi

Uyan haydi buraya bir şeyler at işte

 

Uyan haydi buraya kıskançlığımın o yumuşak kamçılarını getir

Sabah kahvaltısının sebeplerini getir

Kuşluk namazının sularını getir

Tanrının göz nuru kazanın o sağlam okçularını getir

Kaderler içinde kahırlar ortasında

Bir buçuk milyar Müslümana dair fikirlerime

Bana bugünkü cilveni getir

 

Aşk mı dedim ben bunu niye söyledim şimdi

Demek

Haydi uyan haydi geç su parıltısı

On bin yüzüm içinde Mustafaya sadık olan o yüzümün üstünden

Kamaşayım ıssı olan her varlık gibi

Baharsa bu gelen geçmiş sabahtan

Bu dere yıllarca akar artık

 

Hakan Arslanbenzer

 

 

 



21 Ağustos 2023 Pazartesi

dünyadan dışarılarda

                                               



ilkyaz: klorofil kokusu sızıyor                  yeni budanmış
ağaçlardan                                              gece/parkta: ganbatısı yeli
nitrogliserine bulanmış ben                     rüzgarda kanatları savrulan sen
dünyadan dışarılarda                              sen&ben sevgilim
                                                                sen&ben: korunaksız madde


nasıl anlatsam sana
zayıf bir ırmakla                                        yeryüzünden döndüğümüz
                                                                  bu kumsalda/parkta

olup biteni


yüzme dönüşü
tenimde tuzlu bir ıslaklıkla: dünya
                                                                      bisiklet
                                                                      sandaletler
                                                                      ve uçuk mavi
                                                                      bir fular boynumda

sen
dünyaya bağlanmaktan korkma
                                                                        ben
                                                                        genç öleyim
                                                                        genç öleyim sevgilim


geriye baktığımda
jelatine sarılarak                                             derin dondurucuda saklanan
                                                                        bir hayat
                                                                        yıllar sonra

''ben''
dokunsan ağlayacak
sevgilim
dokunsan ağlayacak

sen
dünyaya bağlanmaktan korkma
                                                                          ben
                                                                          genç öleyim
                                                                          genç öleyim sevgilim

nasıl görünüyorum
''artık ölüyorum''
kılığında
tenhalarda olmak
istiyorum                                                               ve
                                                                             gözlerimin altı morardı bakmaktan


                                                                              ağlama
                                                                              artık ağlama
diyorum sana


sen
dünyaya bağlanmaktan korkma
                                                                                 ben
                                                                                 genç öleyim
                                                                                 genç öleyim sevgilim


Ahmethan Yılmaz

dostlarım - teoman


 

20 Ağustos 2023 Pazar

sıkıntı



Sana geliyorsam bu akşam, ey hayvan, amacım
ne bir halkın günahlarıyla dolu gövdeni yok etmek,
ne de öpücüğümü akıtan onmaz sıkıntı altında
ve iğrenç saçlarında hazin bir fırtınayı eşelemek;

Azabın bilinmeyen perdeleri altında uçan
hiçliği başkalarından daha iyi tanıyan senin
ancak kara yalanlardan sonra tadabildiğin
düşsüz ağır uykuyu istiyorum yatağından;

Çünkü, katıksız soyluluğumu kemiren çirkef
senin gibi beni de kısırlığıyla damgaladı.
Ama, senin, bağrında hiçbir suç dişinin yaralamadığı

Taş bir yürek çarparken, ben, bozguna uğramış,
solgun, kefenimi kuşanmış, kaçıyorum
yalnız yattığım zaman ölmekten korkarak.

Stéphane Mallarmé

13 Ağustos 2023 Pazar

iyi günler ilerde anneanne

                      




iyi günler ilerde anneanne
iyi günler ilerde
bense yirmidört saatlik
günlerdeyim anneanne

rüyalarında senin ne kıyamet kopuyor
ne de bir gül düşüyor dalından
sen böyle istersin bilirim
gülümseyerek anneanne

oysa ne sarışın kızlar
göz kırpıyor esmer delikanlılara
ne de ortadoğu
bir gül bahçesi oluyor

yine de iyi günler
ilerde anneanne
esmerliğimiz
kıyamet herkese

halime bakıp üzülme anneanne
bir bakarsın dayımla beraber
ortak bir iş kurar
belki bir süpermarket açarız

ne dersin, kasada da
muzaffer durur, gülümseyerek
yok yok olur, dandy, pop-corn
ve kalve çorba satarız.

kahrolsun amerika deriz sonra
kahrolsun fransa için ve mançurya
kahrolur biz böyle deyince
devr-i daim düzeniyle dönen dünya

mançurya da kahrolur
niye kahrolacaksa

anneanne, müzmin
başağrılarım artıyor
işte yaşamak bu deyip dostlar
müttefiklere gülümsediğinde

anneanne, ah anneanne
çıkış yok ve bu tereke
rahmetli dedemin yüreğinden
daha eski bir mesele

yüreğimiz bölüştürülemez
iyi günler ilerde

sade ekmeği bildiğimiz
günler geçmişte
ve güzeldi anneanne
şimdi ekmek dile gelse
boğazımızdan geçişine
utandığını söylerdi

iyi günler yok!
iyi günler yok anneanne

kıyamet bize
kıyamet bize
kıyamet bize

kıyam/et bize

Hüseyin Atlansoy


aşkla sana

                                  




alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun
başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun

söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladığım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor

bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım

beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni

akıtsam deliren sevdamı
köpürür mü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir
yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek



Arkadaş Zekai Özger



sakalsız bir oğlanın tragedyası

                                    



charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı
çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken
yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara
biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı
lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı
yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz

al işte sana böyle yüze böyle güz
demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda
bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim
ben ettim siz etmeyin sakal veririm size
iğne iplik elimde bıyık dikerim size
yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz

Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış
bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine
sakalınız uzamış inmiş ta belinize
at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz
kedinizin bıyığını usturayla kesiniz
yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz

yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben
sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam
saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de
çok üşüdü güneşten şizofreni olucak
çabuk olun lütfen dikenleri solucak
yanaklarım gobi çölü soğuk su içer misiniz

yüzüm eski bir artist yaşlandıkça shirley temple
elimde bir baş soğan bir baş sarımsak
ah ne kadar şakacısınız hiç hamlet oynamadınız mı
olmak ya da olmamak bütün sorun bu
yanaklarım yul bryner şimşir tarak ister misiniz



Arkadaş Z. Özger


12 Ağustos 2023 Cumartesi

evlerde


odalarda bunca eşya
tanrım nasıl da yoruyorlar evleri
yer kalmadı oturup göz göze gelmeye
hatta yalnızlığı bile

sözgelimi sandalyenin arkasında yorgun bir ova
tozdan yapılmış biblolar
yüz yıldır bakıyorlar oraya

sırtımı deliyor bir alçı kedinin köşeli gözleri
oradan süzüle küçüle bir fil kafilesi
iniyor konsolun üzerindeki tahta dağlara
beni bir kireç kuyusundan baş aşağı sarkıtarak
iniyor uzun geçmişime terli bir mızrak

evlerde bunca eşya
tanrım
kalbime saldığın çıkrık
orda bir şey bulmasın senden başka

Atakan Yavuz