31 Aralık 2023 Pazar

GAZZE’Yİ KAYBEDERSEN KENDİNİ KAYBEDERSİN


 

Sabah musluğu açınca musluktan kan aktığını gördüm. Biraz şaşırsam da akan kanı seyrettim bir müddet. “Biraz şaşırdım” çünkü artık fazla şaşırmıyorduk. Lavabo yoğun kırmızıya boyandı. Sabah sabah canım sıkıldı. Kan kesilince su akmaya başladı ve yüzümü yıkayıp koridordaki çocuk cesetlerine basmamaya özen göstererek mutfağa geçtim. Mutfak masasındaki tozu toprağı, tuğla ve kiremit parçalarını temizleyip kahvaltımı yaptım. Delik deşik olmuş duvarlara baka baka apartmandan çıktım sonra.  Merdivenlerde bir cesede takılıp az kalsın yere düşüyordum. Sokak, enkazların altında kalmış ölülerle doluydu ama hayat devam ediyordu. (Bu “hayat devam ediyor” klişesi bazen de böyle “hissiz, hassasiyetsiz, umursamayarak yaşa” anlamındadır ve aslında ayıplı bir sözdür.) Birkaç ambulans çığlık çığlığa geçti. Binaların altında toza bulanmış yaşlılar, kadınlar, gençler, çocuklar yüzümüze tokat gibi vursa da yanlarından işimize gücümüze gittik. Okulun avlusunda bazı ölü çocuklar vardı ve gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Yüzleri kararmış, saçları toz içinde, alnından, yanağından kan sızan çocuklar “biz öldük ama kalanları unutma” diyorlardı sessizce bana bakarak. Çaresizlik içinde birkaç twit paylaştım, rt yaptım. Bombalara, füzelere twitlerle karşılık veririz biz modernler. 

Sınıf bugün her zamankinden daha kalabalıktı. Hepsi oradaydı sanki bütün Gazzeli çocukların. Bazıları söz istedi, bazıları ağladı, bazıları sessiz kara gözleriyle bana baktı. Ders anlatırken bazen parlayıp sönen görüntüler haline geldiler bazen de sitem dolu sessizliklerle beni dinlediler. Yanlarına gidemedim ama uzak da duramadım. Okulun koridorlarında, bahçede yüzlerce cesede değerek, üzerlerinden atlayarak geçti gün. Yıkılmış evlerin, moloz yığınlarının, feryatların, parçalanmış bebek cesetlerinin arasından utançla yürüyüp eve döndüm. Yıkılmış evime, yara almış insanlığıma, ayaklar altında kalmış onuruma döndüm. Gözlerimi kapasam içimdeydiler, gözlerimi açıkken onlardan başka bir şey görünmüyordu. İlk gün böyleydi. Yarın, yarından sonra ve sonraki günler ve haftalar da böyle geçti. Yemeğimin içinde, suyumun içinde, uykumun içinde, sessizliklerimin içindeydiler. Ekranlardan halıya damlayan kanı silmekten vazgeçene kadar bu şahitliğin içinde yaşadım. Eminim sizler de böyle yaşadınız.

Ekranlarda birileri devletlerden, tarihten, savaştan, işgalden, antlaşmalardan falan bahsetti. O anlarda kaç çocuk, kaç masum insan daha öldü diye hesapladı bazıları. İnsan olduğu varsayılan birileri birilerini ziyaret etti, el sıkıştı, kameralara sırıttı. O anlarda “kaç katil kaç kişiyi daha öldürdü” diye hesapladık sonra. Paylaşımlar, açıklamalar, bildiriler, kınamalar, lanetler çoğaldıkça cesetler, kanlı gözyaşları, et ve kemik parçaları da arttı. Kınamalar eyleme dönüşmedikçe başka acziyet yolları daha bulundu. Boykotlar, ifşalar, yardım ve bağış çağrıları arasında onlarca ev yerle bir oldu, onlarca aile yok oldu, binlerce çığlık demir kubbelere, sağır kulaklara, leş gibi kalplere çarpıp yere döküldü. Ve dökülüyor. Bak bir çocuk daha öldürüldü şimdi. Şimdi.

Biz aslında, dedim, bu savaşı çoktan kaybettik. ABD süper güç olduğunda kaybettik, İsrail kurulduğunda kaybettik, Irak işgal edildiğinde kaybettik, ulus devlet bilincini tüm olumsuz anlamlarıyla ithal ettiğimizde kaybettik, ideolojileri kalbimize giydirdiğimizde kaybettik, hayatımızı işgal eden markaları çoktan yenmeliydik ve o savaşı veremediğimizde kaybettik, “dengeler adına” yürütülen her siyasette kaybettik, reel-politike verilen her tavizde kaybettik. Liste uzar gider. Elbette olan oldu rehavetiyle elimizde kumanda canlı yayınlarda bombalanan Filistinlileri izlemeyelim. Elbette elimizden gelen neyse onu yapalım. Boykotsa boykot, twitse twit, nefretse nefret, duaysa dua, bedduaysa beddua. Ama tüm bunların ötesinde duran o kara gerçek de yok sayılacak gibi değil be kardeşim. Mensubu olduğumuz devlet İsrail denen katliam örgütüne karşı bir tane bile yaptırım uygulamıyorsa / uygulayamıyorsa, o da kınamadan öteye geçemiyorsa maalesef, üzerimize çöken yılgınlık ve kırgınlığı yok mu sayalım? Her şeyi geçtim İsrail büyükelçisini makamına çağırmalıydı Dışişleri Bakanlığımız değil mi? Elçiyi kovmaya gelmedik daha bak.

Filozoflar, yazarlar, düşünürler asırlardır insandan bahsetti, kendilik bilgisinden bahsetti. İnsan olmanın faziletinden, ahlaktan, vicdandan, merhametten bahsetti. Şairler bunun şiirini yazdı, bunların hikayesi, romanı yazıldı, filmleri çekildi. Medeniyet tasavvurları, insan hak ve hürriyetleri bütün kanlı tarihlerin üzerine ipek bir şal gibi örtüldü. Barbarlık çağlarından buralara gelindi. Öyle sanıldı aslında. Sözde gelindi. Az gidildi uz gidildi ama korkunç gerçek şuymuş meğer: “Katliamlar ne kötü be birader” dizesi bile bir seviyeymiş çünkü “katliamlar ne kötü” bile diyemeyen ahlak yoksulu bir oligarşinin yönettiği bir dünyada yaşadığımızı bir kere daha ve oldukça güçlü bir biçimde anladık. Bu utanç herkese yeter de artar. Yarın insan hakları falan diye söze başlayacak olanlar utanacaklar mı? Ne zaman utandılar ki? 

İşte kendini kaybetmek bu. Arap olmak, Müslüman olmak bir yana insan olmakla ilgili, kendin olmakla ilgili, mahcup olmamakla ilgili, ahlak sahibi olmakla ilgili, acıya karşı kör sağır olmamakla ilgili, insana has bütün erdemlerin kaybolmamasıyla ilgili de bir savaş var küçücük bir toprak parçasında ve o savaşı kaybediyoruz hepimiz. Önceden kaybettiğimiz bütün savaşların çığlığı da duyuluyor oradan. Bari ahlaki savaşı kaybetmeyelim. Bu ahlak savaşını çoktan kaybedenler için masumların cesetleri sadece politik bir engel ya da detay olabilir. Onlar zaten insan değiller. Çünkü onların insanları değil Gazze’de ölenler. Burada ayrım yaptıkları için insan değiller, olamamışlar. Umarım alınlarındaki ve ellerindeki kanı onlara daima hatırlatırız, hatırlatmayız da.

Biz Gazze’yi coğrafi olarak kaybetmenin ötesinde ahlaki olarak da kaybedersek kendimizi kaybedeceğiz. İnsanlığımızı, merhametimizi, bizi biz yapan neyse onları kaybedeceğiz. 

Savaşın bir tarafında da bu ahlak savaşı var, insan olma, insanın kendisi olma savaşı var ve o savaş hiç bitmez. İnsan neydi? İnsan olmakla ilgili anlatılanlar neydi? Yüzyıllardır bütün o yüzlerinden bilgi, bilgelik akan insanların ballandıra ballandıra anlattığı o bilimler, sanatlar, gelişmeler, aşamalar neydi?  Onların hepsi katiller sürüsü tarafında yerle bir ediliyorsa ya da onların hepsi katiller sürüsünün katliamları sebebiyle yırtılan maskelerden ibaretse kapatalım dünyayı gitsin. 


karabatak 

kasım - aralık 2023 


11 Aralık 2023 Pazartesi

karıma mektup


 

11-11-1933
Bursa
Hapishanesi


Bir tanem!
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor 
                    yüreğim sersem! ' 
                                         diyorsun.
'Seni asarlarsa 
                  seni kaybedersem;
                                      diyorsun;
                                              'yaşıyamam! '

Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; 
yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
                       yirminci asırlılarda
                                          ölüm acısı.

Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
                        razı olmuyor gönlüm.

Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
                   kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
    ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
                                           boşuna bakacaklar
                                                          Nazıma!

Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...

Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
                          istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
                                     kellesini adamın.

Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
                        bir mahpusun karısı.


nazım hikmet