TEYAKKUZ
ve yüzün kelimelerden tanınmaz hale geldiğinde ve Allah seni teslim aldığında.
23 Nisan 2024 Salı
varsa ölümün arifesi
Bakmayın siciline "emekli yüzbaşı" kaydı işlendiğine
Kendisi mirlivaydı...
Nası da sürerdi yavrum, gebelerden aşağı
Şiir-aşkın komutu üzre
Livalarını
O umarsız ve umulmaz güzellikteki benliğimize doğru!..
Gördünüz hepiniz arazide onu
Bütün piyade ve süvari tatbikatlarında...
Derken indirirdi bir paraşüt bölüğünü
Benlen karımı barıştırmak için,
Oturup patlıcan salatası yapardı
Unutmaz kırmızı biberi, sarımsağını...
O, aynı zamanda, Napoleon'un ordusunda
Mısırların, kıtaların ta önünde
Yürüyen bir trampete çocuktu
Waterloo veya 12 Mart'ta...
Belki de İspanyol İç Harbi'nde
Pisi pisine ölen bir Lorca...
Ben Turgut'la okuşup koklaştığımda
Yaşamanın umman soluğunu soluduğumda
Denize açılır olurdum hep
Fethe çıkarcasına "Dünyanın En Güzel Arabistanı"nı
Şiirimizin o en kızıl saçlı levendiyle...
Can Yücel
21 Nisan 2024 Pazar
değişik
Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.
Can Yücel
4 Nisan 2024 Perşembe
FİİLDEN KUVVEYE METAFİZİK ŞİDDET
Sen cumhuriyetin seremonisinden doğmuşsun
Topukları
kesilmiş babanın döl yatağından
Anneni
bezirgânlar çağa kaçırmış
Otuz
bir gün aç kalktıkları hürriyet sofrasından
Ankara’da
bir kaldırım inler durur kangren
Devletin
demir yüklü kasıklarından
Ağzından
akıtılan suyudur müfredat hazretlerinin
O
da onur olmaz gözlerinden taştığından
Sen
çiçeklere yakışmayanın kısa tarihisin
Dişlerine
her sabah dağ yollarından
Gelmez
cihana birbirine bakan iki zerre aşk
Kadınlar
erkekleri eksik doğurduğundan
Uyumak
kayıp çocuklar oratoryosuna bakmak kör
Sevmek
ölümün (ağzımıza) çaldığı bal olduğundan
Fotoğrafta
görünmeyen gözyaşlarını temize çektim
Yazmak
da yazmamak da sen olduğundan
3 Nisan 2024 Çarşamba
23 Mart 2024 Cumartesi
ben dirimle doğrulurken
Sis boruları ötmeğe başladı yavrular
Şimdi oradalar - Aşk delice kımıldamalı yatağından
Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından
Üstüne alevleri alarak
Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak
Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan
Beni karnınla
Bir göz boğuşmasına daha kandırarak
Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla
Üzülmüş
Belki dünya ile horlanmışım
Ansızın çık oradan görün orada
Bu siyah basmış kara akar deme -
Başka olmalı gövdemi denetleyişin
aşka hazır olan
... LARDAN. OKADIN'lardan
Halk aşksızsa sokaklar
banka dükkânlarıyla doludur
Ellerimi kâlb olmayan sularla
ıslamaya alışır o kızlar
- işte artık kaçmak - işte durmadan karşımızdayken bile -
- ılık ev girintileri
gizlesin daha köprüler
karanlık bedenleri
Her şey onlara göre - yamandırlar
Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle
Senin Asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın
Asya Asya ve Asya diye yalvarışın
Sana ansızın alın yazımı ve kendimi ekliyorum
Aşka hazır aşka aç ve davetli
Ansızın melek bekliyorum
Asya ile ayağa kalkan
Melekler ellerinde gelenekle
İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar
Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine
Nar doğuran - dikkatle nar doğuran
Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran
Nazlı baharlarla
Hiç ağlanmadı
'Biz çetin adamız ha' ayrıca söylenmez
Anlaşılır
Ne yavuz kışlar
Kurt sıyrığı ayazlarla
Ne evren depdebesi bahar
Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla
Ayrıca söylenmez
'Biz çetin adamız ha'
Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar
Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle
İkiye yarıldım
Sen meleksi kadın bu gece
1000 yıl adına bilinmekle
Sen melek uyarmalarıyla
Uyarılan erkek
Bu gece bir şehvet azarladı
Hayvan kovdun
Yatağını yüceltenlerden oldun
Şimdi ev gebedir
Dağ kuşlukla uyanır - varsın uyansın -
Önce hafif bir uyku sisi
Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır
Daim
Melek kanatlarında hava görünmez
Uzaklar yinede görülür
Ay dostlukla anılan bir komşu evidir
Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü
İşte o kavim göçü
Dağlar ilk kez bizi
Çıplak ete kavuşun aşk sandı
Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen
Ilık bir hava bürüyen
Gözleri o - rengarenk gözleri çocuk gözleri develerin
Çözülür ayakları
Kavim bu
Boynuna kan yürümüş
(Gözüne bir şey görünmüş)
- Nedir o görünen / susalım /
Hayat her zerresi uyarılmış gibidir
- Çok acele
Kâlb bir bohçanın içinde atmaktadır
Omurgasından mızrakyürüyor kavmin boynuna
Develer en som bir duruşla - Raptedilmiş
Çocuklar ağızlarında Ey Nazlı Ölüm
Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla
Bütün bunlar nedir - sorulsa
Sorusuna
Ne can ne cevap kalmıştır
Kavim donmuş deve mıhlanmış
Kadın ateşle ateş doğumdan önce
Sığırlar kendi kendileriyle
Göz göze kalmıştır
Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama
Kendine varılan ilklim ve toprak
/ VAKİTTİR / namaza durmuştur
Bin bireydir kavim
Bir tür kararla eğrilip doğulmakta
Her candan bir cana
Bir candan bir cana
Sonsuza değin
Bir tavır bolluğudur kavim ama
Nihayet vaktidir VAKİT
Bu duruş en zarifi duruşların
Gidip endamlı dağlara
Beğendirmek için yeni gelinleri
O iklim kullanılır hep
İnsanın en bilgelerini
Onlarla karşılanmak için baharda
İklim aranır herşeyden önce her olayda
Şerbet taslarında
Bir topak okunmuş şeker dedenin avcunda
Genç bir kız kadar ağırdır
Bileceksin ey çocuk
Tatmıştın onu geçen baharda da
Kavim uyanan toprağı
Karşılarken - Uyanıktır -
Kavim Toprağı
Devirirken - Uyanıktır -
Kavimden biri varırken toprağa
- Uyanıktır O ve Kavim
Vardıktan sonra toprağa
Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır
O anne gibi verimlidir besmele çocuk için
O erkek
Karpuz dilimi gibi ortadadır
O en yaşlı gelin
Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir
O kavim için
'Kışları göç içinizedir' buyuruluyor
Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir
Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın
Yer ötesi ve yer eşit alınsın
Kadın ve erkek eşit durmaktadır - kadın arkadadır
İnsan hayada ve tanrıdadır
Ki kış ortasında kardan - bir duayla sıyrılıp
O derviş ağaç kupkuru dallarında
O meyvayı büyütüyor
O tiyek
Bir salkım - müthiş - üzüm
Uykuya tez doyanlar için
Saçlar uçuşur havalara sevinçle
şarkı şarkı içine
Cenkle bir üstün haberleşme ile
İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle
O coşkun mutlu savaş dülgerleri
Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar
Şimdi de açtılar
İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri
Deniz yüce bir soluk denizlidir - rotalar denizin kendisinedir
Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna
Bütün bir ömür ağartmıştır
Işıklar çoğalıyor içimizden birine
kime bu davet
Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri
Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar
- Rüzgar nereden eserse essin güzeldir
Alevler bir ayrı alemdir
Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.
Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde
Sevine sevine
Sağlığının elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına
Aşkın mağara kovuklarındaki şarkılarına
İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım
Yöremde mor lekeler gibi duran
Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden
Bütün meleklerden bir melek
- Bak diyor bakıyorum
ve bak diyor
Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor
İlkel bir sevinç destan ve kan
şiir en safından
sonra soyut heykeller
Hiç düşman yok - üzgün söyleniyor
- Olmayacak mı hiç
Eziyor gururum onları
- Görün ey güzel düşman ey güzel düşman
Saraylarda geçti ömrüm seninle
Yüzüm aydınlık bakar elemlere
Yangın yerlerine
Coşkuyla selamladım bütün bayrakları
Düşman kadınlarını
Tanrım bu dağları da sen yarattın
Bana kattın
Bir bir okşadım
Sema yapan kırları
Alemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz
Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin
çadırlarına
Develer de tutuştu
Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim
arkasında bütün devinimler
Kum kendi raksında beden aynı raksda
Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır
Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır
Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır
Kalb başa ve guddeye en yakın sırlara göre
Kumu ve balçıklı toprağı
Ağacın ve kayanın dizilimini
O tek kuşun yalnızca süzülüşü
Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü
Dinliyor kumu balçıklı toprağı
Ağacı kayayı ve kuşu
Uyku beladır göç içinizedir
Sabır ve zaman içinizdedir
Kadın ve çocuk içiçedir
Güneş vurmuyor- öyle söyleyin - üzerine döşeklerimizin
- Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına
(İşte böyle söyleyin)
Öyle ki o kadınlar
Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına
Melekler kırmızı yanar
Kalbe tutuşan herşey kırmızıdır
Hele kalb hazırsa
"kentten" bir er kalkar - Onun eri
Kollar semayı deryayı korkularından
Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza
Söyleyelim ya hay ya huu
- Yolları aydınlık kıl Yaradan
Kanla bir sabah
Akşam kanla
'... ateş.. ve öldüm...' deniyor
- Oysa sorular verilmişti ona
Sorular yığılmış
aynı kaynaktan olana
Işık ve karanlık hakkında
Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi
- Ateş ve öldün uykuyla
- Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara
Taze doğanlara
Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona
'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim
Yorgun geldim savaşmadım ama
Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'
'Biz artık
Gitmeliyiz dağımıza'
- Hayır olmaz
Durmalıyız burada şahinim
'Kezzap içsem
Daha kuvvetle can çekişirdim'
(dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi
Heykel bekliyen kımıldamış
Abesle elele ahbab gibi
Avazı çıkınca bağırmıştır
- Durmadan deniyor ki vatanım neredir
Heykel ne diyor
Konuşmaz heykel
Felçtir
Karşılıklı
- Kaslarımız karşılıklı kasılsın
Olsun
- (Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında
- Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da
Diyor ki diyor ki
Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir
Kırbaçla ayağa kalkarlardı
'biz artık... anneciğim.. dağımıza..'
ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad
..ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları
Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman
Anne onları kapıya kadar uğurla gel
Delinen böğrüme bir sed geçer
'yapmayın yapmayın' çığlıkları
Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım
Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar
londra moskova vaşington berlin pekin
hava ceryanları sarsılan ikindiler
korkularımız intihar dönemlerinde
kötü bir alışkanlık peyda olmuştur
bağ budama hasat zekat
evlenme hoş görme
Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru
- İnce bir düşman yönelmiştir
- Hayır içimizden yönelmiştir
- Oh oh dıştan yönelmiştir
- Dıştan ve içten mi yönelmiştir
- Ne yönelmiş ne yönelememiştir
- Yönelememiş önele Miş
'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'
- Oğlum sen artık
şarapnel gibi yağmalısın
düşmanı güzelce vurmulısın
'...biz artık dağımıza.. anneciğim..'
(Komşudan o ölü de kalktı
Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı)
(Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış
bir taş yığınıdır.-onların yerine bilardo masaları konmuştur-
şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar)
-Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller
Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler
Ey aşk /.. ve ey aşk mı dedin../
Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri
Gücendirilmiş gibi kayboldun
Yerine piç döller yolladın
Komşudan o ölü de kalktı
Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar
Kaş ve kalb zorla - kıvranarak
Erkeklik ve kadınlık
Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler
Bir değişime gibidir azrail -
Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar
O yere o ölü
insan kalabalığında ansızın bir boşluk açılmıştır
alın kımıldasın
kâlb kıvransın
Gölden ansızın bir tabutluk su alınmış gibi
Bütün köy kımıldayacaktır / göl gibi
Azrail devinimle çevirir bir gölü
Bir insan kası - kadını kavrayan elleri
mezar kazar toprak karşı komaz aralanır
İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak
- Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençberlik ettin
Güneşin alnında bakır gibi göverdin
Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak
- ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası
hacı izzet süleyman oğlu hey
nice öldün
neyledin
nasıl becerdin
Köyden o ölü kalkar
Süslenmiş kordelalar takılmış bir koç
Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir
Bayram değil seyrandır
Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir
Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektir
Köyden o ölüde kalktı
- Sen de kalk hayvan sesleriyle yuvarla
Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak
Kasabaya bir ölü haberi uçursun
Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selası
/. Ölü ilk müezzin - minare uyarlamalarıyla dirilmektedir
Köyden kasabayı dürtmektedir. /
Bedir efendi durur selayı dinler - Kim'ola -
- (Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk
(Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım)
(Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar)
(O ufak çocuklardık - Bakışları)
(Olmaza karşı koyuşları)
(Şimdi köy acı'dan eğilmiştir)
(Ben ölümle eğiliyorum)
(Barsakları düğümlendi koyunlarımın)
Bedir efendi durdu selayı dinledi - Kim'ola -
Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar
Daha ilk namesinden alırlar ölüyü
Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak
Yokuşlara bir nefeste bayılırlar
- Öyle bir çocuk tanıdım
Karşılışınca başka çocuklarla hızlandı
Minarenin kapısında bir çocuk halkası
Müezzinle inecektir ölü
Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye
Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk
Kutlu çocuktur
Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük
Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde
Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış
Yeniden serpilmeye başlamıştır
Süleyman oğlu hacı izzet evlere
bir sepet incir gibi dağıldı
evlere süleyman oğlu hacı izzet
Müezzin kıs kıs gülmektedir
kasabada evler - bir hacı izzetin varlığını bilmemekten -
keder içindedir
nine: kim'ola hacı izzet
birazdan halk top gibi patlar
- kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş
- oh oh bülbüllüdenmiş
bütün evlere şimdi büyük
büyük bir memnunluk çağlamaktadır
7 Mart 2024 Perşembe
NALBANT
"Bilirim, hayatında beni bir dakika sevmedin, bir dakika havamda rahat etmedin, bir dakika bana dost sıfatını tamamen vermedin. Ben bunu bilerek dostun oldum ve hala dostunum, çünkü biliyorum ki ruhun benim ruhumun cinsindendi, çünkü biliyorum ki bedbahtsın ve mes'ud olmayacaksın tıpkı benim gibi. Sana gelip aleyhimde söyleyecek olanlar bilmiyorlar ki dostluğumuzun cinsi onların anlayacağı neviden değildir. Havada, ziyada, suda ve semada aynı şeyleri sevmiş olmanın yapacağı dostluğu bilmiyorlar."
Ahmet Haşim'den Yahya Kemal'e...
Ömrüm Benim Bir Ateşti
Beşir Ayvazoğlu
Yeryüzünde iki eski nalbanttık biz. Erken inen akşamlardan yakınırdık. Ben dağların perdelediği bir şehirde buz tutmuş yürüyüşlerdeydim, o beni arardı kendi dağlarından. Kim öğretmişti bize bu yalnızlığı bilmezdik. Akşamlar göğün en karanlık taraflarını yüzümüze indirdiğinde yeryüzü bir sürgün olurdu bize. Çok sigaralar içerdik. Doğunun iliklere işlediği eski zamanlardı. O kendi türkülerini söylerdi bana, benim müzik atlasımın yangınları düşerdi onun tarafına. Kalbimi, aklımı, fikrimi, yalnızlığımı ona emanet ederdim, o bakardı bunlara. Ve geri verirdi biraz daha yumuşatarak. Ben şöyle dediydim ona: “ yaa kimi arayayım dedim ve bizim diğer nalbantı arayayım dedim en sonunda. Başka kim var ki bu mesleği icra eden?” Deli gibi gülmüştük. Çünkü bizim kahkahamız bir saldırıydı her şeye. Kahkahamız bizi bize onaylatırdı. Ne manyak yalnızlıklardı ne derindi. Biz birbirimize bakardık, yeryüzü az gelirdi. Sessizliğimizde güller falan solardı demeyeceğim. Edebi sanatların tavan yaptığı cümleler bekleyen sevgili okur burada dudak bükmekte özgürdür. Solmuş güllerin fırtınalı sessizliği desem belki olur. Ekmeğimizi yalnızlıklarımızdan kazanırdık. Nalbantlık bugünlerde kimin uğraşı ki?
25 Şubat 2024 Pazar
eski sokak
Sonra geniş caddelere çıktık
Apartman - - sizden uzak.
Çocuklar orda büyüdü
Orda okula gitti,
Komşunuzduk ama görüşemedik
Hiç vakit yoktu.
Sizdendik, yalnız biraz okumuş,
İki kadın, bir erkek, iki çocuk
Uykulu, acele bir karıkoca
Bizdik geçen önünüzden başları eğik.
Akşamları çanta, file - - yorgun, ağır
Dönerdik eve.
Bir hamal bile tutmaz, cimriler!
Diye düşünürdünüz her halde.
Bilmezdik, siz
(Hiçbir şey paylaşılamazdı)
Çarşılardan neler getirirdiniz
(Herkese kendi telaşı) .
Girer miydi evinize, yer miydi
Turfanda bir meyva, iyi bir besin
Kalın kağıtlarda çöplerimiz - -
Çocuklar görüp imrenmesin!
Açılan kapıyı hemen kapatmak
Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri.
Gelip gidenimiz olurdu ya
Gülüşmeler bizden değildi.
Kimi günler evdeydim
Masada kağıtlara kapanarak.
Ne de çok çocuk
Sesleriyle dolardı sokak.
Bir cami avlusunda kuşlarca
Bunun sekiz, onun on - - duyardım.
Ürküp kaçmasınlar, pencereden
Yavaşça bakardım.
Hadi ben çok sigara - - öksürükler
Hele çalışırken.
Ya gece yarısı, göğsü parçalanırdı
O kadın, iki ev öteden.
Bilmezdik kaç nüfus her hane
Duyulurdu sertçe sesi bir kapının:
Bağıran bir erkek boşluğa karşı
Ağlayan bir genç kadın.
Kimdin sen, karşımızdaki ev,
Sarı ampul söner onbire doğru.
Eğilirdim, havasız sokak - -
Camlar kararırdı.
Bitmezdi makinede dikişin,
Kimdin sen, bitişik komşu?
Üç yavrunla kalmışsın
Bir tanıdık söylemişti.
Kimsin sen - - sorsaydım hepinize,
Gelirdi aynı yankı hepinizden:
Sana mı kaldı, işine bak,
Kimsin sen?
Bilinmedi, ne çare, sizdendik,
Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli.
Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç,
Düşündükçe o sokağı, o evleri.
24 Şubat 2024 Cumartesi
21 Şubat 2024 Çarşamba
AYAKÜSTÜ CEVAPLAR
MİNİ SÖYLEŞİ SORULARI
1.
“Ömür dediğin…” diye başlayan cümleyi nasıl
tamamlarsınız?
Güzel yanlış anlamalar ve sert gerçekler arasında
gerilimler, atasözlerin haklı çıkmasının tekdüzeliğine afili cümlerle direnmek,
bir daha hayatta olmayacağını bilmenin tarifsiz hüznü.
2.
Hayatınızda hhHayatınızda
olmazsa olmaz dediğiniz üç şey…
Şiir, çay, kitaplar. (Aslında iyi bir çorap bile
olmazsa olmazdır da üçe indirdik.)
şiitşişii
3.
bir koku var sizi bBir koku
var sizi çocukluğunuza götüren, o koku nedir?
Eskiden bazı silgilerde o kokuyu alırdım
çoktandır o kokuyu duymadım.
Ev
ya
hhhh
4.
ŞimdikiŞimdiki şŞimdiki
mesleğinizi yapmasaydınız ne yapmak isterdiniz?
YyYy
Yönetmenlik yapmak isterdim.
Y
y
Y
5.
O kitoO
kitabın/öykünün kahramanı sizi neden çok etkiledi?
Yeraltından Notlar’ın kahramanı kendisiyle
kavgası ve baş edemediği küçüklüğü karşısında kendini susturmamasıyla etkiledi.
Pek çok insanın bakmaya cesaret edemediği içindeki uzaklara dalıp dalıp boğulmasıyla...
Y
Yer
6.
Özlemek deyince
aklınıza ilk gelenöÖÖzÖzlemek deyince .özlemek deyince aklınöÖzlemek
deyince aklınıza ilk gelen?
Kaygısız ve daha sağlıklı olduğum, kıymetini
bilemediğim zamanlarımı özlüyorum. Ama o zamanlara gitsem biraz sonra sıkılıp
kalakalarım da.
Kay
7.
HayatınızdahHayatınızda
“bu benim kırılma noktam” diyebileceğiniz bir ânınız?
Şair olduğumu anladığım andır
belki. Bunu “şimdiden” görebiliyorum. Şiirle karşılaşıp çarpıldığım çocukluk
anıdır. Her şey yerli yerine oturdu ve her şey yoldan çıktı. Çünkü şair olmak
bir ömrü idare eden ve harcayan bir şey.
8.
Mevsimlerden hangisi?
Kış
9.
Tarihte bir olaya şahitlik etme imkânınız olsa
hangi olayı seçerdiniz?
İkinci Dünya Savaşı bittiği gün
Paris sokaklarında dolaşmak isterdim. Güneşin güzelliğine şahit olmak için mesela.
10.
Cevabını çok merak ettiğiniz bir soru...
Kaç yaşında öleceğim?
11.
Kederlendiğinizde yaptığınız şey?
Zamanın geçişine sığınmak.
12.
Hayatta rafa kaldırdıklarınız?
Eski elbiseleriyle bile kolay kolay
vedalaşamayan biriyim.
13.
Ruhunuzda iz bırakan biri?
Pek çok yazar ve şair iz bıraktı. Ama
annemle aynı ruhtan yapıldığımı da çokça hissederim.
14.
En sevmediğiniz özelliğiniz?
Üşengeçliğim.
15.
Ruhunuz nereli?
Heyecanın başkenti neresiyse oralı.
16.
Gözünüzü kapattığınızda duyduğunuz/duymak
istediğiniz o ses?
Yağmurun ağaçlardan aldığı ses.
17.
Geçerken gördükleriniz...
Çocuklar büyüyor, annem babam yaşlanıyor,
zaman her şeye hükmünü geçiriyor.
18.
Bir notunuz var mı?
Her şey yanlış.
Geçerken dergi
Şubat 2024
18 Şubat 2024 Pazar
5 Şubat 2024 Pazartesi
KASINTI
Kışlıkları indirdim tek tek dolaptan.
Üzerime örtmek için bir de battaniye.
Hala sığınacak bir yer aramakta roman kahramanlarım. Onları bu kışta ayazda bıraktım. Evde olsam tüm gün yazacaklarım var. Ama biliyorsun ki kahrolmayasıca bir masanın başındayım ve ellerim tedirgin gidip geliyor tuşlara.Sözü burada kesiyorum,irtibatı koparmayalım diyorum ve rica ediyorum iç karartıcı olmasın yazdıkların. Okunmuyor. Bir “piyano” yazısı okuyayım dedim şimdi. Başaramadım.
Yani bilirsin her şey zaten kötü, bir de yazıyı krize sokmayalım.
Gözlerinden öperim.”
4 Şubat 2024 Pazar
bir yeşilçam hikayesi
ekmek şarap sen ve ben
Ekmek şarap sen ve ben
bir de sabahın dördü
dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir oğlanla yattığını
aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
kıskandım Gogen’i Tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına,
Gogen’e,
kadere,
sana,
bana,
bir de gittiğin arabanın tekerine
ne diyordum arkadaş….
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
bazen kadın hamamında tellak….
bazen Christoph Colomb
Napolyon’ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri
Timur’ken Beyazıt’ı yenişimi….
bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
eğer daha da içersem
Shakespare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be Platon…
bir içsin de görsün….ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
ıslak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş….
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim…
17 Ocak 2024 Çarşamba
ahmet haşim vs yahya kemal
"Bilirim, hayatında beni bir dakika sevmedin, bir dakika havamda rahat etmedin, bir dakika bana dost sıfatını tamamen vermedin. Ben bunu bilerek dostun oldum ve hala dostunum, çünkü biliyorum ki ruhun benim ruhumun cinsindendi, çünkü biliyorum ki bedbahtsın ve mes'ud olmayacaksın, tıpkı benim gibi.
Sana gelip aleyhimde söyleyecek olanlar bilmiyorlar ki dostluğumuzun cinsi onların anlayacağı neviden değildir. Havada, ziyada, suda ve semada aynı şeyleri sevmiş olmanın yapacağı dostluğu bilmiyorlar."31 Aralık 2023 Pazar
GAZZE’Yİ KAYBEDERSEN KENDİNİ KAYBEDERSİN
Sabah musluğu açınca musluktan kan aktığını gördüm. Biraz şaşırsam da akan kanı seyrettim bir müddet. “Biraz şaşırdım” çünkü artık fazla şaşırmıyorduk. Lavabo yoğun kırmızıya boyandı. Sabah sabah canım sıkıldı. Kan kesilince su akmaya başladı ve yüzümü yıkayıp koridordaki çocuk cesetlerine basmamaya özen göstererek mutfağa geçtim. Mutfak masasındaki tozu toprağı, tuğla ve kiremit parçalarını temizleyip kahvaltımı yaptım. Delik deşik olmuş duvarlara baka baka apartmandan çıktım sonra. Merdivenlerde bir cesede takılıp az kalsın yere düşüyordum. Sokak, enkazların altında kalmış ölülerle doluydu ama hayat devam ediyordu. (Bu “hayat devam ediyor” klişesi bazen de böyle “hissiz, hassasiyetsiz, umursamayarak yaşa” anlamındadır ve aslında ayıplı bir sözdür.) Birkaç ambulans çığlık çığlığa geçti. Binaların altında toza bulanmış yaşlılar, kadınlar, gençler, çocuklar yüzümüze tokat gibi vursa da yanlarından işimize gücümüze gittik. Okulun avlusunda bazı ölü çocuklar vardı ve gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Yüzleri kararmış, saçları toz içinde, alnından, yanağından kan sızan çocuklar “biz öldük ama kalanları unutma” diyorlardı sessizce bana bakarak. Çaresizlik içinde birkaç twit paylaştım, rt yaptım. Bombalara, füzelere twitlerle karşılık veririz biz modernler.
Sınıf bugün her zamankinden daha kalabalıktı. Hepsi oradaydı sanki bütün Gazzeli çocukların. Bazıları söz istedi, bazıları ağladı, bazıları sessiz kara gözleriyle bana baktı. Ders anlatırken bazen parlayıp sönen görüntüler haline geldiler bazen de sitem dolu sessizliklerle beni dinlediler. Yanlarına gidemedim ama uzak da duramadım. Okulun koridorlarında, bahçede yüzlerce cesede değerek, üzerlerinden atlayarak geçti gün. Yıkılmış evlerin, moloz yığınlarının, feryatların, parçalanmış bebek cesetlerinin arasından utançla yürüyüp eve döndüm. Yıkılmış evime, yara almış insanlığıma, ayaklar altında kalmış onuruma döndüm. Gözlerimi kapasam içimdeydiler, gözlerimi açıkken onlardan başka bir şey görünmüyordu. İlk gün böyleydi. Yarın, yarından sonra ve sonraki günler ve haftalar da böyle geçti. Yemeğimin içinde, suyumun içinde, uykumun içinde, sessizliklerimin içindeydiler. Ekranlardan halıya damlayan kanı silmekten vazgeçene kadar bu şahitliğin içinde yaşadım. Eminim sizler de böyle yaşadınız.
Ekranlarda birileri devletlerden, tarihten, savaştan, işgalden, antlaşmalardan falan bahsetti. O anlarda kaç çocuk, kaç masum insan daha öldü diye hesapladı bazıları. İnsan olduğu varsayılan birileri birilerini ziyaret etti, el sıkıştı, kameralara sırıttı. O anlarda “kaç katil kaç kişiyi daha öldürdü” diye hesapladık sonra. Paylaşımlar, açıklamalar, bildiriler, kınamalar, lanetler çoğaldıkça cesetler, kanlı gözyaşları, et ve kemik parçaları da arttı. Kınamalar eyleme dönüşmedikçe başka acziyet yolları daha bulundu. Boykotlar, ifşalar, yardım ve bağış çağrıları arasında onlarca ev yerle bir oldu, onlarca aile yok oldu, binlerce çığlık demir kubbelere, sağır kulaklara, leş gibi kalplere çarpıp yere döküldü. Ve dökülüyor. Bak bir çocuk daha öldürüldü şimdi. Şimdi.
Biz aslında, dedim, bu savaşı çoktan kaybettik. ABD süper güç olduğunda kaybettik, İsrail kurulduğunda kaybettik, Irak işgal edildiğinde kaybettik, ulus devlet bilincini tüm olumsuz anlamlarıyla ithal ettiğimizde kaybettik, ideolojileri kalbimize giydirdiğimizde kaybettik, hayatımızı işgal eden markaları çoktan yenmeliydik ve o savaşı veremediğimizde kaybettik, “dengeler adına” yürütülen her siyasette kaybettik, reel-politike verilen her tavizde kaybettik. Liste uzar gider. Elbette olan oldu rehavetiyle elimizde kumanda canlı yayınlarda bombalanan Filistinlileri izlemeyelim. Elbette elimizden gelen neyse onu yapalım. Boykotsa boykot, twitse twit, nefretse nefret, duaysa dua, bedduaysa beddua. Ama tüm bunların ötesinde duran o kara gerçek de yok sayılacak gibi değil be kardeşim. Mensubu olduğumuz devlet İsrail denen katliam örgütüne karşı bir tane bile yaptırım uygulamıyorsa / uygulayamıyorsa, o da kınamadan öteye geçemiyorsa maalesef, üzerimize çöken yılgınlık ve kırgınlığı yok mu sayalım? Her şeyi geçtim İsrail büyükelçisini makamına çağırmalıydı Dışişleri Bakanlığımız değil mi? Elçiyi kovmaya gelmedik daha bak.
Filozoflar, yazarlar, düşünürler asırlardır insandan bahsetti, kendilik bilgisinden bahsetti. İnsan olmanın faziletinden, ahlaktan, vicdandan, merhametten bahsetti. Şairler bunun şiirini yazdı, bunların hikayesi, romanı yazıldı, filmleri çekildi. Medeniyet tasavvurları, insan hak ve hürriyetleri bütün kanlı tarihlerin üzerine ipek bir şal gibi örtüldü. Barbarlık çağlarından buralara gelindi. Öyle sanıldı aslında. Sözde gelindi. Az gidildi uz gidildi ama korkunç gerçek şuymuş meğer: “Katliamlar ne kötü be birader” dizesi bile bir seviyeymiş çünkü “katliamlar ne kötü” bile diyemeyen ahlak yoksulu bir oligarşinin yönettiği bir dünyada yaşadığımızı bir kere daha ve oldukça güçlü bir biçimde anladık. Bu utanç herkese yeter de artar. Yarın insan hakları falan diye söze başlayacak olanlar utanacaklar mı? Ne zaman utandılar ki?
İşte kendini kaybetmek bu. Arap olmak, Müslüman olmak bir yana insan olmakla ilgili, kendin olmakla ilgili, mahcup olmamakla ilgili, ahlak sahibi olmakla ilgili, acıya karşı kör sağır olmamakla ilgili, insana has bütün erdemlerin kaybolmamasıyla ilgili de bir savaş var küçücük bir toprak parçasında ve o savaşı kaybediyoruz hepimiz. Önceden kaybettiğimiz bütün savaşların çığlığı da duyuluyor oradan. Bari ahlaki savaşı kaybetmeyelim. Bu ahlak savaşını çoktan kaybedenler için masumların cesetleri sadece politik bir engel ya da detay olabilir. Onlar zaten insan değiller. Çünkü onların insanları değil Gazze’de ölenler. Burada ayrım yaptıkları için insan değiller, olamamışlar. Umarım alınlarındaki ve ellerindeki kanı onlara daima hatırlatırız, hatırlatmayız da.
Biz Gazze’yi coğrafi olarak kaybetmenin ötesinde ahlaki olarak da kaybedersek kendimizi kaybedeceğiz. İnsanlığımızı, merhametimizi, bizi biz yapan neyse onları kaybedeceğiz.
Savaşın bir tarafında da bu ahlak savaşı var, insan olma, insanın kendisi olma savaşı var ve o savaş hiç bitmez. İnsan neydi? İnsan olmakla ilgili anlatılanlar neydi? Yüzyıllardır bütün o yüzlerinden bilgi, bilgelik akan insanların ballandıra ballandıra anlattığı o bilimler, sanatlar, gelişmeler, aşamalar neydi? Onların hepsi katiller sürüsü tarafında yerle bir ediliyorsa ya da onların hepsi katiller sürüsünün katliamları sebebiyle yırtılan maskelerden ibaretse kapatalım dünyayı gitsin.
karabatak
kasım - aralık 2023
11 Aralık 2023 Pazartesi
karıma mektup
11-11-1933
Bursa
Hapishanesi
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor
'Seni asarlarsa
diyorsun;
'yaşıyamam! '
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
19 Ekim 2023 Perşembe
15 Ekim 2023 Pazar
EKMEK SOĞUK.
Gökyüzünde "yapacak hiç bir şey yok" yazıyor. Onu okumaktan başka yapacak hiç bir şey yok. Ruh bizim en güzel hastalığımız.
Kar, tıpkı bir hatıra gibi, hatırası olmayan bir adama teselli gibi, sanki yerden göğe doğru telaşla yağarken, şiirin eskimez güzelliğini başımın tacı yapıyorum. Kâğıdın duyacağı kadar bağırıyorum ben de:
Sen ey sonrasız güzellik!
Ey eskimeyen damar!
Ey hiçliğin süsü!
Ey karanlık nefes!
Yorgunum. Ölmekten korkmuyorum.