25 Nisan 2020 Cumartesi

vladimir mayakovski / ahmet oktay




Bir kez daha kucakla beni
kara-büyüsüyle bağlandığım gece;
mağma ve kemik tayfunları,
yağmur sularında sürüklenen bir mektubun
sar’alı yazısı gibi silikleşen ün;
ölümün tunçtan dökülme flütü
akkora kesmiş yüreğimi titretmiyor;
Gece,
uçurumlarında belleğin
kılık değiştiren hayalet,
- insan bir tansık
diye yinele;
çünkü sözcüklerin külünden doğdu
yaralı oğlun.

Oğlunum,
soy kütüğünden intihar ve cinnet
kıya ve zindan
sızdıran kent;
siyah sahtiyan!
Gölgemle kaplanırdı bir zamanlar,
rahmin olan sokaklarında;
çırakların gündüz düşleriyle uyuya kalmış
mürettiphanelerinde,
alanları dolduran göstericilerinin
o iskeletler operası şarkıcılarının
alevden hançeresinde,
yitik tundraların rüzgârlarıyla
inliyorum;
üzerimde haksız bir küşüm

ve suçlamalar,
taşta dövülen mürekkep balığının
etinde boğulan çığlığıyla
inliyorum.
Kent! Siyah sahtiyan!
Sen ki sevişiyormuş gibi
titredin bir vakitler şiirlerimle,
duy beni.

Dün müydü bugün müydü bilmiyorum,
yağıyor kar
uzaktan duyulan
kederli bir ninni gibi;
Keder,
mayam benim;
çoğunluğun okuyamadığı

okuyanınsa horladığı simyam,
keder
yakut parıltılı gömüm!
Gizemli Güldürü‘nün
yasaklandığı günden
Makbet’ler gününden beri
çocukluğumda göğsüme bastırdığım
sıcak bir somun gibi
ısıyıtorsun beni.

Çalıyor saat!
başlangıç sondur
son da başlangıç;
“ayağa kalkılan
           saattir bu, konuşulan saat
yüzyıllarla,
tarihle,
evrenle.”

İçinden geçiyorum tarrakalarla
tüm zamanlarımın:

Baumann’ı anma gösterisinden dönüyorum
asit gibi gözlerimi yakıyor
cinayetin öfkesi;
Petersburg Luna Parkı’ndayım aynı sıra
Trajedi kırıyor sarkık çenelerini
etobur kara-kamu’nun;
Jübile’mde miyim yoksa
göğsümde buzuldan bir çiçek;
ve içimde
o hiç dinmeyen kar sesi:
“şairimiz” diye haykırıyor
işçiler
“haksızsın” diye bağırıyor
aparatçik;
burcum, gizemli Yengeç
esirge ve büyüt
devrimden başka bir şey olmayan
şiirimi.

Nasıl da akıp gitti günler
yaratılan bir dünyanın çoşkusunda,
kutusundan taunlar yayan imgelem
yabanıl afişler
yürüyüş kolları
elektrik

Mancınık ateşleriyle yanıyorsun hâlâ
Ekim gecesi.

Lili,
denizin üstünde bir gül,
uzaklaşıyor yüzün
bayraklar
               flamalar,
                        kasketler arasında;
yaşamım gibi.

Bir cehennem özdeyişi
fısıldıyor Çehov: “nasıl
yalnız yatacaksam mezarımda
öyle yalnız yaşıyorum”.
Blok da
“kaos doğuştan içimde”
diye yazıyor
gecenin mürekkebiyle.

Öz kardeşlerim. Suç ortaklarım.
Sözcükler de ikizler gibi,
kanıyor
ya da düş görüyor
ötekisiyle.
biliyor ve canımı basıyorum altına:
Meleğin sözü
Deccal’ın da.

“Dize getiremeyecek beni utanç”

Gördüm ve yitirdim
kent kadar doğurgan ve ölümcül
o yüzü
          bayraklar,
                     flamalar,
                               kasketler arasında;

1916’da bilicisiydim sonumun
ve şunları kazıdım
şerareler çıkaran parmaklarımla
her kapıya:
“Mayakovski sokağı derler
               bin yıldan beri bu sokağa
Canına kıydığı yer burası işte
             sevgilisinin kapısında.”

Ödeşmiyorum seninle
sevgili yaşam,
uzlaşmıyorum da

Yatırın beni
samanyolundan tabutuma.



19 Nisan 2020 Pazar

atımı istedim evin göğü gerindi (rondo)



Atımı istedim evin göğü gerindi
Çin gülleri bir yerden ordan geliyorum
Öyle sular dağların üstüydü isminiz
Yeşil, o solukları gibi rüzgarların
Bir bin yıl rüzgar değirmeninizde kaldım

Teb kralları gibiydim öyle yalnızdım
Bir çağda seni bu beyazlığında tuttum
Ak, sabah kalyonlarım hep gökyüzündeydi
        Ben rüzgar değirmeninizde kaldım

İşte ellerin o dünya kadar Akdeniz
Hansı, gecenin pancurunda Berk kuşlarım
Ey benim sığlığım eskim karanlığım siz
Yitik gülüşünün açtığı sular şimdi
Ben o gecelerde saçıydım çocukların
Bir bin yıl rüzgar değirmeninizde kaldım.


İlhan Berk

12 Nisan 2020 Pazar

güçsüz dilek


Kim devirdi bu kalın kütükleri
Nazlı sarı başaklar toprağına?
En verimli tohumları serpmeliydi
Ömrün en güçlü çağına.

Yok etmek gerekirdi yokluklar yoksulluklar
İçine düştükleri,
Belli bir yaştan sonra nasıl olsa artıyor
Hayatın güçlükleri.

Gençlerden ölümleri gizlemek gerekirdi
Ne diye zehir olsun şimdiden içtikleri!
Belli bir yaştan sonra nasıl olsa görür göz
Siyah servilikleri.

Yalnız aşk olmalıydı onların
Acı diye bildikleri,
Nasıl olsa yaşlanınca
Aşkın da hiçlikleri.

Behçet Necatigil

6 Nisan 2020 Pazartesi

TOPRAK KOKAN ODALAR


........................

"Çünkü senin varlığın adını ancak senin koyabileceğin o umudun içini kendinle doldurmak. Bu yüzden yaşayamaz hale geldiysen elinden gelenin sadece bu olduğunu da biliyorsun zaten.
Şimdi bunları sus!"

1 Nisan 2020 Çarşamba

yaşamın mor kağıdı için bir şiirimiz






Meyveler, tanrılar, köprüler üstüne söyleşiriz
Adları değişmez bizde kalan korsanların
Fırtına bizde de bir alışkanlıktır

Size yazmak istedik bunları Ankara’dan
Milas’ta bir değirmencisiniz
Oğlunuz uzun uzun nişanlı
Şimdiki adresiniz çocukluk anılarıdır

Kuşlarınız uçuyor derlenip savrularak
En basit kuşlarınız örneğin tarla kuşları

Okulda pul değişiriz, eller küçük ve nazlı
Sünnet düğünümüzde keçiler kesilmiştir
Bir öğretmen vurulmuştur bayrak törenimizde
Kaymakam köye gelip bize bir konuşma yapmıştır

İşte size bunları bir trenden yazıyoruz
Elleri eprimiş annesi bir Karslı arkadaşın
Niçin yaşıyoruzu nereden bilecektir
Anlamı var mı yok mu güneş falan doğdu battı

Üzülmek gözümüzde bir gelenektir
Yaşamı mor bir kâğıda güzelliyoruz

Her zaman dağların bir sahibi var mıdır
Çatışmada ölenler fotoğrafsız kaldıkça
Ve idam haberleri kısa yayınlandıkça

Köprüler, meyveler, tanrılar üstüne söyleşiriz
Yürek çarpıntımızdır biz eski korsanların
Uzun süreceği anlaşılan ayı koparılmış gece


Ergin Günçe