Bakanlık binasının karşısındaki otobüs durağında bekliyordu. Otomobilden inen kahverengi paltolu, gözlüklü adamla kucaklaştılar. Çoktan beri birbirini görmemiş, eski arkadaşlar oldukları belliydi. İkisi de uzun zaman görüşmeyenlerin çıkardığı seslerle, - Ooo!..
- Ooo!.. diye oolaştılar.
Bu oolaşma bitince, «Nasılsın?», «Daha nasılsın?», «Daha daha nasılsın?», «Ne var ne yok?» soruları, bu sorulara karşılık da «iyilik sağlık», «Ham-dolsun», «Yuvarlanıp gidiyoruz», «İyi diyelim de iyi olalım» tekerlemeleri başladı.
Bunlar da bitince, kahverengi paltolu ve gözlüklü olanı, eski arkadaşını evine götürmek istedi:
öbürü,
— Olur, gidelim, dedi. Yalnız bir arkadaş bekliyordum da… O gelsin, gideriz.
Kahverengi paltolu,
— Burada mı buluşacaktınız? dedi.
öbürü,
— Beraber geldik, dedi. Bakanlıkta bir işi varmış. O içeri girdi, şimdi gelecek.
Kahverengi paltolu,
- Hiç beklemeyelim gelmez, dedi.
- Gelmez olur mu canım, gelecek…
- Gelmez!.,
Öbürü sinirlendi:
- Tanıyor musun?
— Hayır, tanımıyorum. Ama gelmez…
- Tanımadığın biri için…
- Gelemeyeceğini anlamak için tanımak istemez ki…
- Gelmez olur mu kardeşim. İşte şu kapıdan girdi. Beni atlatması için sebep yok ki…
- Canım atlatacağından değil. Bir kere resmî bir dairenin kapısından içeri girdi mi, girmedi mi…
- Gelir gelir… Simdi gelir. Neredeyse çıkar.
- Çıkamaz. Daireler paydos olmadan çıkamaz.
- Bildiğin gibi adam değil…
- Canım efendim, kim olsa çıkamaz.
- Yani, ben burada beklerken, bir tanıdığına mı takılır? Bir kere Ankara’da tanıdığı yok, sonra da geveze değildir.
- Bir iş için girmedi mi?
- Evet ama, bitmiş bir iş, imzalanmış, bitmiş bir yazı… Kalemden alıp çıkacak.
- Daha iyi söyledin ya… O zaman hiç çıkamaz. Paydos saatine kadar bekleyeceksin.
- Yahu, bitmiş bir iş diyorum. Şuradaki kalemden evrakı alıp çıkacak.
- Çıkamaz birader. Adamın elinde değil…
- Yani işi uzatırlar diyorsun. Ama, iş bitmiş. Hem iş uzasa bile, o zaman beni bekletmez, gelir.
- Vallahi billahi gelemez. Hadi biz gidelim.
- Ayıp olur.
- Geçen gün benim bir dairede işim vardı. Pek iş de değil ya…
Kayınbirader orada memurdur. Gidip onu gördüm. Ayaküstü akşama bize gelmelerini söyledim. Sonra çıktım. Tam merdivenlerden inerken, birden başıma rüzgâr vurunca şapkasız çıktığımı anladım. Kayınbiraderin odasına girerken şapkamla paltomu koridordaki askıya asmıştım. Paltoyu giymişim, şapkayı unutmuşum. Vallahi daha kapıdan bile çıktım sayılmaz. Dış kapı merdivenlerinden üç basamak indim inmedim hemen geri döndüm. Koridordaki askıya koştum, şapka yok… Bre aman.. Ben şapkasız yapamam, hemen nezle olurum. Şapka da halis İtalyan malı. Şimdi öyle şapka yok. Bizim enişte İtalya’dan getirtmişti, üçyüz lira versen bulamazsın. Başıma giyeli ancak bir hafta olmuş. Ben koridorda bir aşağı, bir yukarı koşup «Şapkaaa… Amanın bizim şapkaaa!..» diye feryada başladım. Koridor, ellerinde kâğıtlar, iş
için gelenlerle dolu. Ben «Şapka, şapka!..» diye koridorda koşuştukça onlar bana gülüyorlar. Şapkasını kaybetmeyenler, şapka kaybedenin halinden anlamaz. Nezle olurum birader. Evde bile, yatarken olsun, ayaktayken olsun başımda takke eksik olmaz. Şapka, diye koşar dururken rüzgârlanmadan hemen bir hapşırıktır tuttu…
Herkes gülüyor. Dertten anlayan yok. Resmî bir dairenin koridorunda hapşıra hapşıra, «Aman benim şapka nerede?» diye bağırmanın gülünçlüğünü anlıyorum ya. benim gülecek hâlim yok.
Kayınbiraderin odasına daldım, şiddetli bir hapşırıktan sonra,
— Aman kayınbirader, şu başıma gelene bak. Bizim şapka gitti yahu… diye bağırdım.
Kayınbirader,
— Dur, telâşlanma hele, buluruz… diye beni yatıştırmaya çalıştı.
Kayınbiraderin şefi kızdı:
— Beyefendi, beyefendi, burası resmî bir daire Burada hiçbir şey kaybolmaz…
- Resmî daireleri bilmez miyim kardeşim? Kaybolmasına hiç bişey kaybolmaz; gelgelelim arayınca da bulunmaz. Bulunursa da alınmaz.
Kayınbiraderle koridora seğirttik. Kayınbirader odacıyı çağırdı,
- Şurada duran şapka ne oldu? diye sordu.
Odacı,
- Yeşil bir şapka mıydı? dedi.
- Yeşildi birader, diye bağırdım.
- Tüylü müydü?
- Evet, tüylüydü kardeşim.
- Büyük bir şapka değil mi?
- Büyük ya…
— Kordelâsı da siyah mıydı?
— Kordelâsı da siyahtı.
O sırada kayınbiraderin şefi de koridora çıkmıştı. Bana bir daha çıkıştı:
—Gördün mü beyefendi, burası resmî bir daire, buradan kıl kaybolmaz. Değil sizin şapkanız, hazine olsa kimse tenezzül etmez!
- Canım, şimdi biz tenezzül ederler mi, dedik. Bu söz de nereden çıktı? Biz şapkamızı istedik.
Odacı, benim şapkayı bir iyi anlatmaya devam etti:
- Kenarları da kıvrık mıydı?
- Kıvrıktı canım…
- Şöyle yukarı bükük..,
- Evet, öyleydi…
— İki de hava deliği vardı yanda…
Odacıya,
— Aman, bizim şapkayı iyice tarif ettin. Bir de şunun yerini söyle! dedim.
Odacı,
— Ben onu sahipsiz bir şapka diye götürdüm, Vicdanî Beye verdim, dedi.
Koş Vicdanî Beye…
—Aman beyefendi…
Hapşırıktan da bir türlü konuşamıyorum. Bendeki hapşırık, Allah vermesin, ramazan topuna benzer. Hapşırdıkça daire güm güm ötüyor. Bu daireleri de öyle yaparlar ki, şuradan fısıldasan, ses tavanlarda, duvarlarda yankılana yankılana çığ gibi büyür, bütün odaları dolanır.
Vicdanî Bey, daktilo kıza,
— Bulunan yeşil şapkanın evrakı nerede? diye sordu.
Kız,
— Kayda gönderdim, dedi.
Ben hemen,
— Aman beyefendi, dedim, bizim şapkanın evrakı da mı var? Bu ne biçim iş?
Vicdanî Bey kızdı:
— İki elinizle bir şapkanıza sahip olamazsınız, başımıza işler çıkarırsınız. Bir de evrakı mı var diye sorarsınız. Koridorda bulunmuş bir şapka bu.
Evrak yapmayıp da ne yapacaktık?
Daktilo kıza döndüm:
— Aman kızım!..
Bir şiddetli hapşırığın rüzgârıyla kızın masasındaki kâğıtlar havaya uçuştu. Kız ağlamaklı,
— Ben sabahtan beri bu kâğıtları sıraya koymaya çalıştım. Siz darmadağın ettiniz.. Şimdi ne olacak? dedi.
Hepsi bana hapşırdım, diye çıkıştılar.
- Allah Allah… Aman kızım, bu hapşırık, insanın iradesinin dışında bir iş.
Padişah fermanı gibi bir şey. Hapşırığa kim karşı durabilir?
- Mendili ağzına tutsana!..
- Canım, mendil çıkarmağa vakit mi var? Hapşırık, geliyorum diye oda kapısını tıkırdatan vatandaş mı? Tecrübesiz müfettiş gibi birden bastırır.
Daktilo kız, karışan kâğıtlar arasında benim şapkamın yazısını buldu, pembe pelür bir kağıt. Aslını şapkaya iğneleyip kayda yollamışlar, sureti de kalmış. Göz ucuyla birazını okudum:
«özeti: Koridordaki askıda bulunan yeşil, tüylü, siyah kordelâlı, iki hava delikli şapka hakkında.»
Kız, küçük bir kâğıda bir numara yazdı, bana verdi:
- Gidin, kayıttan arayın!
Koştum kayıt memuruna:
- Aman bizim şapka?
- Numarası kaç?
- 59…
Defteri karıştırdı karıştırdı:
- Düyûna kalan yollukların verilmesi hakkın da mı? dedi.
- Aman, ne düyûnu canım, ne yolluğu? Bizim bir şapka olacak da… Yeşil, tüylü olup, iki de deliği vardır, hava için.
Memur kızdı:
— Ben senin şapkanın deliğini bilir miyim?
Numarasını söyle…
- 59 birader…
- 59 numarada düyuna kalan yolluk var.
- Hay Allah… Zatıâliniz bana şapkanın numarasını sormadınız mı? Ben, öyle sandım. Affedersiniz. İşte evrakın numarası…
Kayıt defterini karıştırdı:
- Bu mu? «Koridordaki askıda bulunan yeşil, tüylü, siyah kordelâlı, iki hava delikli şapka hakkında…»
- Evet… Ta kendisi… Hay Allah razı olsun.
Aman bulduk mu ne?
Kayıt memuru,
— Zabıt tutulması için daire müdürüne sevk edildi, dedi.
Koştum kayınbiradere:
— Yahu, nüfuzlu birisini bilmez misin? Vasıta olsun da şu bizim şapkayı kurtaralım.
Beni özel kalem müdürüne çıkardı. Özel kalem müdürü zile basıp daire müdürünü çağırdı:
— Neden beyin şapkasını vermiyorsunuz?
Daire müdürü,
— Kim vermiyor, dedi, biz onun şapkasını ne yapalım. 59 numara bir şapka. Bir kere burada her kesin başına büyük gelir, kulaklarına geçer.
Ayrıca bir de şapkaya hakaret… Bir hapşırdım. Kafamı duvara çevirmesem odadaki evrak havalanacak.
Daire müdürü açıkladı:
— Bize bir şapka geldi. Bulunmuştur diye zabıt tuttuk. Zaptı da iğneleyip ikinci kısma havale ettik.
Özel kalem müdürü,
— Gidin şapkanızı alın beyim, dedi.
— Aman beyefendi, şapkayı veren kim? Vermiyorlar!
Daire müdürü,
— Bizden iş çıktı, dedi, bizde iş kalmaz. Derhal muamelesini yapıp havale ettik. Yerli şapka olsa, çoktan geçtim. Ama halis italyan şapkası. Enişte hediye getirmiş. İkiyüz lira versen yok.
Gittim ikinci kısma. Kapıda insan yığılmış. Girmenin imkânı yok. Herkes birbirine derdini soruyor. Benim derdim şapka…
Önümdeki biri,
- Çoktan mı uğraşıyorsunuz? dedi.
- Sabahtan beri, dedim. Sonra başımdan geçenleri anlattım. Adam kızdı,
- Yahu, dedi, altı aydır gelir gideriz, bizim işi muameleye koymazlar. Sizin işinizi hemen muameleye sokmuşlar.
Oradan biri,
— Sansınız varmış, dedi.
Başka biri de,
— Ne şansı birader, dedi, kim bilir nereden torpil getirmiştir de işi bu kadar çabuk yürüyor.
Demek, şapkanın muameleye girmesi de bir şans!
Neden sonra ikinci kısma girebildim. Ama şapka yok. Onlar da başka yere yollamışlar. Kızdımsa da belli etmeden,
— Hemen sevk edecek ne vardı sanki… dedim.
Memur,
- Allah Allah… yahu işi yavaştan alsan beğenmezler, çabuklaştırsan beğenmezler… dedi.
- Benim şapkayı biraz bekletseydiniz.
- Efendim, burası vestiyer mi?
Hani çocuklar birinin şapkasını kaparlar da elden ele atarlar, şapkası alınan da ortada fır döner. Ben de öyle, bir türlü şapkayı ele geçiremiyorum. Bizim şapkanın muamelesi öyle bir hızlı yürüyor ki, ben bir odadan girene kadar, şapka öbür odaya geçiyor. Derken efendim, on gün arkasından koştuktan sonra şapkayı ambarda yakaladım. Bu sefer de ambar memuru vermez.
— Sorumlu is, veremem, diyor. Şapkanın sizin olduğu nereden belli?
Ben şapkayı anlatıyorum:
- 59 numaradır. Benden başkasının başına büyük gelir. Rengi yeşil.
- Dünyada yeşil şapka bir sizin mi?
- Tüylüdür.
- Tüylü şapka çoook… İçinde fotoğrafınız var mı?
- Aynı zamanda iki de hava deliği var.
- Sözleriniz zapta uyuyor. Ama yarın biri daha çıkar da, şapka benimdir, derse?
Sonunda, şapkanın benim olduğuna adamı inandırdım. Yeniden bir zabıt tutuldu.
Ben de imzaladım. Eh artık şapkamı verecekler. Bu sefer de,
- Kimliğiniz efendim? dedi.
- Kimlik mi? Yanıma almamışım.
- Veremeyiz.
Şapkanın benim olduğunu isbat ettim, ama benim ben olduğumu ispat edemiyorum. Eve koşup kimliğimi getirdim. Kayınbirader de yardım etti. Şapkayı verdiler. Şapkanın iki hava deliği olmuş ikiyüz delik. Evrakı, zaptı iğneleye iğneleye benim şapka delik deşik olmuş. Şapkayı aldım ama, giyemedim.
Sen ne diyorsun kardeşim. Aradan iki dakika bile geçmeden askıdaki şapkamı almak için geri döndüm de bir daha oradan çıkamadım. Senin arkadaşın nasıl çıkarmış?
— Ama, onun evrakı hazır.
Kahverengi paltolu, gözlüklü adam, ,
— En hazır evrakı on günden önce alamaz, dedi.
öbürü saatine baktı,
— Eh, paydos saati de geldi… dedi.
Kahverengi paltolu,
- Artık bekleyebiliriz, çıkar nerdeyse… dedi.
- Ne zaman girmişti içeri?
- Saat ikide…
Daireden memurlar çıkıyordu. Çıkanların sonlarına doğru bekledikleri adam geldi.
— Benim iş yarına kaldı… dedi.