Sen
o geçmiş günlerin çekmece şairisin:
Tabut dibeğinde düzgün çarpan kara el, yürek
içinde kefen yazmaları alacalı bulacalı.
Tabut dibeğinde düzgün çarpan kara el, yürek
içinde kefen yazmaları alacalı bulacalı.
Ölümü
yaşarken yakalar gibi kol gövde soğumasında yazdığın,
Yazıp
da çarşaflayıp damgaladığın, mührü
“cumhuriyet
ailem”
Adı
çim sandukanın yanında güzün bitirip noktaladığın.
Yokluk!
Aralanmış yeşil kapısından görüyorum.
Lale
duman Osmanlı paşalar bahçesi ve
küçük
boy burjuva leş kargalarının tıkandığı ayak-
yolları
mezarlıklara göçüyor.
Hepsi
kendiliğinden çepeçevre bir öbürdünyalık artık.
Çıngıraklardan
yapılma umutsuz yılan derisi
ay
lağımların
üstünü örtüyor.
Ayna
diplerinde küpkül olmuş gözyaşları içindesin.
Kolsun
gömleğine kan! Kan bulanmış
dinamitlere
sarılı çokça damarın patlayışıyım ben!
Ansızın
anısız
alınyazısına
denk yükselsin kalıtımım
İnsin,
insin, insin, insin ve insin,
yükseğe
alçalsın, mumyalanmış devlet’li kalın bağırsak benzeri
terlemekten
kemikleri erimiş
iskeletimle
toprağa…
Derler
a, soluk al boşluğuna.
Duyuyoruz.
Nicedir konuşuyorsun.
Bir
döl fazlalığının şiiri bu, hani şu
halkları
eğlendirmek için sokaklarda satılan kör kaval,
hem
üfleme hem gerçek
doğumumu
unuttum gitti bile. Uykumun manzarası
okunmamış
beyazlıkların derininde kalsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder