6 Ocak 2013 Pazar

üzücü bir olay (James Joyce / Dublinliler)


Mr. James Duffy, Chapelizod'da otururdu çünkü bir hemşerisi olduğu şehirden, olabileceği kadar uzakta yaşamak istiyor ve çünkü Dublin'in bütün öbür banliyölerini bayağı, modern, yapmacık buluyordu. Eski kasvetli bir yerde oturuyor, pencerelerinden artık kullanılmayan damıtma atölyelerini ve kıyılarında Dublin'in kurulu olduğu sığ şehrin yukarısını görüyordu. Halısız odanın yüksek duvarları resimsizdi. Odadaki bütün eşya parçalarını satın almıştı; siyah demir bir karyola, demir bir lavabo, dört hasır sandalye, bir askılık, bir kömür kovası, şömine tablası ve kömürü karıştıracak demir, dört köşe bir masayla iki gözlü bir yazıhane. Odanın girintilerinden birinde beyaz tahtadan raflarla bir kitaplık yapılmıştı. Yatak beyaz çarşaflarla örtülüydü, siyah kırmızılı bir battaniye de ayak ucunda duruyordu. Lavabonun üstünde küçük bir el aynası asılıydı ve gündüzleri şömine rafının üstündeki beyaz abajurlu lamba oranın tek süsü olarak dururdu. Beyaz tahta raflardaki kitaplar aşağıdan yukarıya doğru boy sırasına göre dizilmişlerdi. En alt rafın ucunda da bir defterin Wordworth'ün bütün eserleri , en üst rafın ucunda da bir defterin bez kapağı içinde Maynoot Catechism vardı. Yazıhanenin üstünde her zaman yazı takınları bulunurdu. Yazıhanenin içinde de sahne düzeni açıklamaları kırmızı mürekkeple yazılmış olarak Hauptmann'ın Michael Kramer'inin elyazması bir çevirisiyle pirinçten bir ataçla tutuşturulmuş küçük bir yazı kağıdı tomarı dururdu. Bu sayfalara ara sıra bir cümle yazılırdı; alaycı bir gününde bir safra ilacı ilanının başlığını birinci sayfaya yapıştırmıştı. Yazıhanenin kapağı açılınca hafif bir koku yayılırdı oradan. Sedir tahtasından kurşunkalemlerin veya şişe zamkın ya da orda bırakılıp unutulmuş geçkin bir elmanın kokusu. 

Mr. Duffy, fiziksel ya da zihni bir düzensizliği akla getiren her şeyden nefret ederdi. Bir ortaçağ doktoru onu görmüş olsa oluşumunda kurşun madeninin ağır bastığını söyleyebilirdi. Yaşadığı yılların bütün öyküsünü anlatan yüzü Dublin sokaklarının kahverengi tonunu taşırdı. Uzun ve oldukça iri başında kuru kara bir saç çıkıyor, kızılımtırak bıyığı pek de dostane görünüşlü olmayan ağzını ancak bir ölçüde örtüyordu. Elmacık kemikleri de yüzünü sertleştiriyordu ama gözlerinde yoktu sertlik.Kızılımtırak kaşlar altında dünyaya bakan bu gözler, başkalarında kurtarıcı bir içgüdüyü selamlamaya her zaman hazır olup da çoğu hayal kırıklığına uğramış bir insan izlenimi veriyordu. Bedeninin biraz uzağında yaşar, kendi davranışlarını kuşkulu bir şekilde yan gözle süzerdi.Tuhaf bir otobiyorafik huyu vardı, onun için zaman zaman kafasında kendisiyle ilgili bir cümle kurar, cümlenin öznesi üçüncü şahıs yüklemi de geçmiş zamanda olurdu. Dilenciye hiçbir zaman sadaka vermez, kalın bir fındık dalından yapılma bastonuyla dimdik yürürdü.


Yıllardır Baggot sokağında bir özel bankanın kasadarı olarak çalışıyordu. Her sabah Chapelizod'dan buraya tramvayla gelirdi. Öğleyin yemek yemeye Dan Burke'ün dükkanına giderdi. Bir şişe bira yanında küçük bir tabak ararotlu bisküvi yerdi. Saat dörtte serbest kalırdı. Akşam yemeğini George sokağında bir yerde yiyordu çünkü burada kendini Dublin'in yaldızlı gençliğinden uzak buluyordu ve gelen hesap da belli bir dürüstlükle yazılmış oluyordu. Akşamları, ya ev sahibesinin piyanosunun başında ya da şehrin dışında yürüyerek geçirirdi. Mozart'a sevgisi bazen onu bir opera ya da konsere getirirdi. Hayatının tek safahati buydu.

Ne dostu ne arkadaşı ne kilisesi ne imanı vardı. Manevi hayatını kimseyle paylaşmadan yaşar, akrabalarını Noel'de ziyaret eder ve öldükleri zaman mezarlığa kadar onlara eşlik ederdi. Eski zaman gururu adına bu toplumsal ödevleri yerine getiriyordu ama yurttaşlık hayatını düzenleyen göreneklere bunun ötesinde taviz vermiyordu. Belirli koşullarda bankasını soyabileceğini düşünmekte kendini serbest bırakıyordu ama bu koşullarda hiç oluşmadığı için hayatı tek düze yuvarlanıp gidiyordu, serüveni olmayan bir öykü.

Bir gün Rotunda'ya gittiğinde kendini iki hanımın yanında oturur buldu. Salonun tenhalığı ve sessizliği acı bir başarısızlık kehanetinde bulunur gibiydi. Yanında oturan hanım boş salona bir iki kere baktıktan sonra onunla konuştu: "Salonun bu kadar boş olması ne kadar üzücü! İnsanların boş koltuklara şarkı söylemek zorunda kalması çok güç olmalı."

Bu sözü bir konuşma çağrısı olarak kabul etti. Kadının bu kadar rahat konuşmasına şaşırmıştı. Konuşurlarken kadını belleğine iyice yerleştirmeye çalıştı. Yanındaki genç hanımın, kızı olduğunu öğrenince kadının kendisinden bir iki yaş genç olduğuna hükmetti. Bir zamanlar güzel olduğu anlaşılan yüzünde şimdi de zeka vardı. Kuvvetli hatları olan oval bir yüzdü. Gözleri çok koyu maviydi ve bakışları dikti. Meydan okurcasına başlayan bakışı bir süre sonra gözbebeğinin sanki bilerek irise yaslanmasıyla bulanıyor böylece bir an için, büyük bir duyarlık sahibi bir mizacı açığa vuruyordu. Gözbebeği çabucak eski sağlam konumuna giriyor ve yarı açığa çıkan bu yaradılış yeniden sağduyu egemenliği altına giriyor, belirli dolgunlukta bir göğsü kuşatan astragan ceketi de meydan okuma havasını daha kesin bir biçimde sürdürüyordu.

Birkaç hafta sonra Barlsfort Terrace'da bir konserde yeniden rastlaştılar; onunla yakınlaşmak için genç kızın dikkatinin başka yerlere çekildiği anlardan yararlandı. Kadın birkaç kere bir kocadan söz etti. Ama tonunda bu imayı bir uyarı haline getiren birşey yoktu. Adı Mrs. Sinico idi. Kocasının büyük büyük dedesi Leghorn'dan gelmeydi. Dublin ile Hollanda arasında gidip gelen bir şilebin kaptanıydı kocası ve bir çocukları vardı.

Üçüncü kere de gene kazara karşılaşınca bir randevu saptama cesaretini kendinde buldu. Kadın geldi. Daha pek çok buluşmanın ilkiydi bu; hep akşamları buluşuyor, birlikte yürümek için en sessiz yerleri seçiyorlardı. Ne var ki Mr. Duffy gizli kapaklı işlerden hoşlanmazdı. Ve böylece gizlice buluşmaya zorlandıklarını görünce kadının onu evine çağırmasını istedi. Kaptan Sinico bu ziyaretleri teşvik etti, çünkü adamın kızına talip olacağını sanmıştı. Karısını kendi zevkler listesinden öylesine silmişti ki bir başkasının karısına ilgi duyacağından kuşkulanmıyordu. Kocası zaten çoğu zaman seferde olduğu, kızı da dışarda piyano dersleri verdiği için Mr. Duffy kadınla başbaşa kalma fırsatlarını sık elde edebildi. İkisinin de daha önce böyle bir serüveni olmamıştı ve ikisi de durumda bir uyumsuzluk görmüyordu. Azar azar düşüncelerini onun düşünceleri ile birbirine doladı Mr. Duffy. Ona kitaplarını ödünç verdi. Ona fikirler sağladı. Entelektüel hayatını onunla paylaştı. O her şeyi dinliyordu.

Bazen onun teorilerine karşılık kadın da kendi hayatından bir olguyu açıyordu. Nerdeyse anaca bir merakla yaradılışını sonuna kadar açmaya itiyordu onu; günahını anlattığı rahip gibi olmuştu. Bir zamanlar İrlanda Sosyalist Partisinin çalışmalarına yardımcı olduğunu anlattı kadına; sönük bir gaz lambasını aydınlattığı bir tavan arasında yirmi kadar ciddi işçinin yanında fazlasıyla tek başına hissetmişti kendini. Sonra parti üçe bölünmüş, her bölüm kendi önerisiyle kendi tavan arasında çalışmaya başlayınca o da artık gitmez olmuştu. İşçilerin tartışmalarının çok ürkekçe olduğunu söylüyordu; ücret konusunda ilgileri ise aşırıydı. Erişemeyecekleri bir refahın ürünü olan kesinlik ve yanlışsızlıktan hoşlanmayan katı gerçekçiler olduklarına karar vermişti. Daha birkaç yüzyıl, diyordu hiçbir toplumsal devrim Dublin'in kapısını açamazdı.

Mrs. Sinico düşüncelerini niçin yazmadığını soruyordu ona. "Neye yarar?" diye soruyordu o da, bilinçli aşağılamayla. Altmış saniye süreyle bir düşünceyi tutarlı biçimde geliştirmeyi beceremeyen laf ebeleriyle yarışmak için mi? Ahlakını polise ve sanatını galeri simsarlarına emanet etmiş budala bir orta sınıfın eleştirilerine kendini hedef etmek için mi?

Sık sık Dublin dışındaki küçük evine gidiyordu kadının, sık sık başbaşa bir akşam geçiriyorlardı. Düşünceleri iç içe geçtikçe zamanla daha yakın konulara girmeye başladılar. Mrs. Sinico'nun arkadaşlığı egzotik bir bitki çevresinde ılık toprak gibiydi. Çoğu zaman lambayı da yakmıyor, karanlığın üzerlerine çökmesine göz yumuyordu. Karanlık, ketum oda, dünyadan soyutlanmışlıkları, kulaklarında hala çınlayan müzik onları birleştiriyordu. Bu birlik Mr. Duffy'e bir coşku veriyor, kişiliğinin sert köşelerini aşındırıyor, zihni hayatını duygusallaştırıyordu. Bazen kendi sesini dinlerken yakalıyordu kendini. Kadının gözünde meleksi bir konuma yükseleceğini düşünüyordu; derken, arkadaşının ateşli yaradılışını kendine gitgide daha yakından bağlarken kendininki olduğunu tanıdığı kişisellikten uzak garip sesin, ruhun onulmaz yalnızlığı üstüne ısrar ettiğini işitti. "Kendimizi veremeyiz" diyordu ses, "Biz ancak kendimizin olabiliriz". Olağanüstü bir heyecanın her türlü belirtisini gösterdiği bir gece Mrs. Sinico onun elini tutukuyla kavrayıp yanağına bastırınca bu konuşmaların sonu geldi.

Mr. Duffy çok şaşırmıştı. Kendi sözlerine kadının getirdiği yorum onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Bir hafta onu görmeye gitmedi sonra bir mektup yazarak buluşmak istedi. Son görüşmelerinin, artık mahvolan günah çıkarma yerlerinin etkisiyle bozulmasını istemediği için Parkgate yakınında küçük bir pastanede buluştular. Soğuk bir sonbahar havasıydı ama soğuğa aldırmadan üç saate yakın bir süre parkın içinde bir aşağı bir yukarı yürüdüler. İlişkilerini kesme konusunda anlaşmaya vardılar. Her bağ bir acı haline gelir diyordu Mr. Duffy. Parktan çıkınca sessiz sessiz tramvaya doğru yürüdüler ama bu noktada kadın şiddetle titremeye başladığı için oraya yığılıp kalacağından korkan Mr. Duffy çabucak veda etti ve ayrıldı.Birkaç gün sonra kitaplarıyla notaları bir paket içinde kendisine ulaştı.

Dört yıl geçti. Mr. Duffy eski düz hayat tarzına dönmüştü. Odası hala zihninin düzenliliğine tanıklık ediyordu. Odanın dibindeki nota sehpasının üstü bazı yeni nota kitaplarıyla yüklenmişti, raflarında da Nietzche'nin iki kitabı duruyordu: Böyle Buyurdu Zerdüşt ve Şen Bilim. Yazıhanesindeki kağıt tomarına pek seyrek yazı yazıyordu. Mrs. Sinico ile son görüşmesinden iki ay sonra yazdığı cümlelerden biri şöyleydi: Erkek ile erkek arasında sevgi imkansızdır çünkü cinsel ilişki olmamalıdır ve erkekle kadın arasında arkadaşlık imkansızdır çünkü cinsel ilişki olmalıdır.
Onunla karşılaşma korkusundan konserlere gitmez olmuştu. Babası öldü; bankanın sermayesi daha az olan ortağı ayrıldı. O ise her sabah tramvayla şehre gidiyor ve her akşam George sokağında hafif bir şeyler yiyip tatlı yerine de akşam gazetesini okuduktan sonra yürüyerek evine dönüyordu.

Bir akşam tam ağzına bir lokma mısırlı sığır ile lahana atacakken eli havada kaldı. Sürahiye dayadığı akşam gazetesindeki bir paragrafa takıldı gözleri. Lokmayı yeniden tabağa bırakıp paragrafı dikkatle okudu. Sonra bir bardak su içti tabağı yanına itti. Gazeteyi katlayp iki kolu arasında tuttu ve paragrafı tekrar tekrar okumaya başladı. Lahana tabağı soğumuş beyaz bir yağ tabakası salmaya başlamıştı. Kız gelip yemeğin kötü mü pişmiş olduğunu sordu. Çok iyi olduğunu söyleyip güçlükle birkaç lokma yedi. Sonra hesabı ödeyip dışarı çıktı.

Kasım ayının alaca karanlığında hızlı hızlı yürüyordu, sağlam bastonu düzenli aralıklarla yere çarpıyor ve Mail'in ucu, çift sıra düğmeli pardesüsünün yan cebinden kendini gösteriyordu. Parkgate'den Chapelizod'a giden ıssız yolda adımlarını yavaşlattı. Bastonu daha az vurgulu çarpıyordu şimdi, iç çekermişçesine düzensiz salıverdiği soluğu da kış havasında yoğunlaşıveriyordu. Evine gelince hemen yatak odasına girdi, gazeteyi cebinden çıkarıp pencereden gelen solgun ışıkta bir kere daha okudu. Yüksek sesle okumuyordu ama Secreto duasını okuyan rahip gibi dudaklarını oynatıyordu. Şuydu haber:

SYDNEY PARADE'DE BİR KADIN ÖLDÜ, ÜZÜCÜ BİR OLAY Bugün Dublin şehir hastanesinde Savcı Yardımcısı dün akşam Sydney Parade istasyonunda ölen kırk üç yaşındaki Mrs. Emily Sinico hakkında inceleme yaptı. Kanıtlar müteveffa hanımın raylardan öbür tarafa geçmeye çalışıyorken Kingstown'dan gelen posta treninin lokomotifinin kendisine çarptığını, başında ve sağ tarafında ölüme neden olan incinmelere yol açtığını göstermiştir. Lokomotifi kullanan James Lennon on beş yıldır demiryolu şirketinde çalıştığını belirtti. Hareket memurunun düdüğünü duyunca treni harekete geçirdiğini ve birkaç saniye sonra bağırma sesleri işitince durdurduğunu söyledi. Tren hızlı gitmiyordu.

İstasyon hamalı P. Dunne tren harekete geçmek üzereyken bir kadının rayların üstünden geçmeye çalıştığını gördüğünü söyledi. Ona doğru koşup seslenmiş ama yetişinceye kadar lokomotifin tamponuna takılan kadın yere düşmüştü.

Jüriden biri: Kadını düştüğünü gördünüz mü?
Tanık: Evet
Polis çavuşu Croly geldiğinde müteveffanın peronda yattığını, görünüşte ölü olduğunu belirtti. Cankurtaranı beklerken cesedi bekleme salonuna aldırmıştı.
57 numaralı polis memuru doğruladı.
Dublin Şehir Hastanesinin yardımcı cerrahı olan Dr. Halplin müteveffanın iki kaburga kemiğinin çatladığını ve sağ omuzunda ciddi ezikler bulunduğunu belirtti. Başın sağ tarafı düştüğü zaman incinmişti. Bu yaralar normal bir insanda ölüme yol açmazdı. Ona göre ölümün nedeni muhtemelen şok ve kalbin birdenbire durmasına bağlıdı.
Mr. H. B. Patterson, Finlay Demiryolu şirketi adına kazadan ötürü derin üzüntülerini dile getirdi. Şirket, insanların raylardan değil de köprülerden geçmesini sağlamak için her zaman her türlü tedbiri almış hem bütün istasyonlara levhalar koymuş hem de geçit yerlerine otomatik kapılar yaptırmıştı. Müteveffa geceleri geç vakit perondan perona ray üstünden geçmeyi alışkanlık haline getirmişti ve olayla ilgili başka kanıtlara bakılırsa demiryolu memurlarının kabahatli olmadıkları anlaşlıyordu.

Müteveffanın kocası, Kaptan Sinico'da ifade verdi. Müteveffanın karısı olduğunu beyan etti. Rotterdam'dan daha o sabah dönmüş olduğu için kaza sırasında Dublin'de değildi. Yirmi iki yıldır evliydiler ve mutlu yaşamışlardı ancak iki yıl kadar önce karısı bazı aşırı alışkanlıklar edinmişti.

Miss Mary Sinico annesinin son zamanlarda geceleri içki satın almak için sokağa çıktığını söyledi. Tanık, annesini bundan vazgeçirmeye çok çalışmış ve bir hayır derneğine girmesini tavsiye etmişti. Eve kazadan bir saat sonra dönmüştü.

Jüri, kararı uygun buldu ve Lennon olaydan sorumlu tutulmadı.
Savcı yardımcısı bunun son derece üzücü bir olay olduğunu söyleyerek Kaptan Sinico ile kızına derin duygudaşlığını dile getirdi. İleride benzer kazaların engellenmesi için demiryolu şirketinden, daha sağlam tedbirler almasını istedi. Suçlu bulunan kimse yoktu.

Mrs. Duffy gözlerini gazeteden ayırdı, penceresinden akşamın neşesiz görünümüne baktı.Terkedilmiş damıtma atölyesinin yanında nehir durgun yatıyor, ara sıra Lucan yolunda bir evde ışık yanıyordu. Ne ölüm! Ölümün bütün hikayesi içini bulandırmıştı ve kutsal saydığı şeyleri ona anlatmış olduğunu hatırlayınca da içi bulanıyordu. Basma kalıp laflar, içtensizlik, duygudaşlık edebiyatları, sıradan ve bayağı bir ölümün ayrıntılarını gizlemek için para yedirilmiş bir muhabirin dikkatli sözleri midesini bulandırıyordu.Yalnız kendini alçaltmakla kalmamış; onu, Mrs.Duffy'i de alçaltmıştı. Günahının bu sefil gidişini ayrıntılarıyla gözünün önüne getirebiliyordu, aşağılık ve pis kokulu. Ruhunun arkadaşı ha! Seke seke, ellerindeki şişeleri tenekeleri barmene doldurtmaya giden o sefilleri görmüştü. Yüce Tanrı, ne ölüm! Belki de yaşamayı becerecek durumda değildi, amaçlılığın gücünden yoksundu, iptilalara kolayca kapılabiliyordu, uygarlığın üzerine kurulu olduğu enkazlardan biriydi. Ama nasıl olur da bu kadar alçalabilirdi. Bu kadar keskin yanılmış olabilir miydi onun hakkında? O geceki taşkınlığını hatırladı ve şimdiye kadarkinden de daha sert bir biçimde yorumladı bunu. Seçtiği yolun doğruluğunu şimdi çok daha kolay onaylayabiliyordu.

Işık azalır ve anıları bulanıklaşırken elinin eline dokunduğunu sandı. Başta midesine vuran şok şimdi sinirlerini kemiriyordu. Hızlı hızlı paltosunu ve şapkasını giyip dışarı çıktı. Soğuk hava daha eşikte karşıladı onu, pardesüsünün kollarından içeri sızdı. Chapelizod köprüsündeki meyhaneye gelince içeri girdi ve sıcak punç ısmarladı.

Mal sahibi eğilip bükülerek hizmet ediyordu ama konuşmaya kalkışmadı. İçeride beş altı işçi oturmuş Kildare yöresinden bir adamın toprağının değerini tartışıyorlardı. Zaman zaman kocaman bardaklarından bir yudum çekiyor, sigara içiyor, ikide bir yere tükürüyor ve bazen de ağır botlarıyla yerdeki talaşı tükürüklerinin üstüne çekiyorlardı. Mrs. Duffy taburesinde oturmuş onlara bakıyordu ama ne gördüğü ne işittiği vardı onları. Bir süre sonra işçiler gittiler o da bir punç daha ısmarladı. Bunu bitirmesi çok güç sürdü. Meyhane çok sessizdi. Mal sahibi de tezgaha yayılmış Herald okuyor ve esniyordu. Arada sırada dışarıdaki ıssız yoldan bir tramvayın hışırtıyla geçtiği işitiliyordu.

Oturduğu yerde onunla hayatını bir kere daha yaşarken ve şimdi ona yakıştırdığı iki imgeyi birbirinin ardısıra gözünün önüne getirirken artık onun ölmüş olduğunu kavradı, artık varolmadığını, bir anı haline geldiğini. Tedirginlik duymaya başladı. Başka türlü davranılıp davranılamayacağını sordu kendi kendine . Onunla böyle bir aldatma komedisi yaşayamazdı; açıkça birlikte yaşayamazdı. En iyi görüneni yapmıştı. Bununla nasıl suçlanabilirdi ki? Şimdi öldükten sonra hayatının ne kadar yalnız olduğunu anlamaya başladı, o odada her gece tek başına. Kendi hayatı da yalnız olacaktı o da ölünceye, varolmayıncaya, bir anı haline gelinceye kadar; onu anan biri çıkarsa eğer.

Meyhaneden çıktığında dokuzu geçiyordu. Gece soğuk ve kasvetliydi. İlk kapıdan parka girip uzun ağaçların altından yürüdü. Dört yıl önce birlikte yürüdükleri soğuk arayollardan geçti. Karanlıkta yakınında gibiydi. Bir an geliyor sesini kulağında elini eline dokunurken duyar gibi oluyordu. Kıprtısız durup dinledi. Niçin hayatı esirgemişti ondan? Niçin ölüme mahkum etmişti onu? Manevi varlığının paramparça olduğunu hissetti.

Magazine tepesinin doruğuna varınca durdu, nehir boyunca Dublin'e baktı, soğuk gecede ışıkları kırmızı kırmızı, konukseverce yanıyordu. Yokuştan aşağı bakınca, düzlükte parkın duvarının gölgesinde yerde yatan insan biçimleri gördü. Bu parayla satın alınan kaçak aşklar umutsuzluk salıyordu.Hayatının dik doğruluğunu kemirdi; hayatın şöleninden kovulmuş biri olduğunu hissetti. Tek bir insan onu sever gibi olmuştu ve o da hayatı ve mutluluğu esirgemişti ondan. Onu aşağılıklığa utançlı bir ölüme mahkum etmişti. Duvarın dibinde yatan yaratıkların onu gözlediklerini, gitmesini istediklerini biliyordu. Kimse istemiyordu onu, hayatın şöleninden kovulmuştu. Dublin'e doğru kıvrıla kıvrıla akan külrengi ve ışıltılı nehre çevirdi gözlerini. Nehrin ötesinde Kingsbridge istasyonundan kıvrılarak çıkan bir marşandiz gördü, ateşli başıyla karanlığıniçinden kıvrılarak geçen bir solucan gibiydi, inatla ve uğraşa uğraşa. Yavaş yavaş görüş alanını dışına çıktı ama kadını adının hecelerini tekrarlayan lokomotifin homurtusu hala kulağındaydı.

Geldiği yoldan gitmek üzere geri döndü, kulaklarında lokomotifin ritmi uğuldayarak. Belleğin ona söylediği şeyin gerçekliğinden kuşkulanmaya başlamıştı. Bir ağacın dibinde durup ritmin yok olmasını bekledi. Karanlıkta onu yakınında hissetmiyor sesi de kulağına dokunmuyordu. Birkaç dakika kulak kabartarak bekledi. Hiçbir şey işitmiyordu, gece tamamen sessizdi. Yeniden kulak kabarttı: tamamen sessiz. Kimsesiz olduğunu hissetti. 

3 yorum: