27 Eylül 2012 Perşembe

"Ey eski kamer, sen bizi elbette bilirsin!"


HAZAN

Ey eski kamer, sen bizi elbette bilirsin!
Annemdi o nûrunda gezen zıll-ı mehâsin[1],
Bendim o çucuk, bendim o simâ-yi tahayyür[2],
Bir gün ki hâzan ufka kızıl dalgalı bir nûr,
Bir kanlı ziyâ haşrediyorken, onu bir yed,
Bir bâd-ı haşîn[3] aldı o rü’yâyı müebbed[4].
On beş sene evvelki hakîkat hep o gündür,
Ruhumda bugün zulmet-i pür-girye[5] onundur.
On beş senedir, ufka güneş kanlı düşerken;
Tenha ovadan, boş dereden, akşamın erken,
Hüznîyle susan meşcere[6]lerden gam-ı eylül,
Bir gölge yaparken, onu bir savt-ı tegaafül[7]
Hasretle sorar kalbimi imlâ eden âha,
Yerlerde yatan sisli, donuk hüsn-i tebâh[8]a.
Avâre felâket gülü, altın kırizantem[9],
Her tarh-ı hazân[10] üstüne dökmüş yine mâtem,
Durgun sular üstünde perîşân ü mükedder
Faslın dağınık rûhu bulut, sis gibi titrer;
Yorgun, sarı yapraklar uçar bir kuru daldan,
Bir hasta güneş ufka döker sâye-i ma’den[11];
En sonra semâlarda da ey eski kamer, sen
Hüznünle yaparken acı bir levha-i şîven[12],
Çöllerde kalan bir küçücük makber-i bî-kes[13],
Yollar bu muhitât[14]a kesik, şehkalı[15] bir ses!
Ahmet HAŞİM
(Piyale, 1926)
Vezin: Mef’ûlü / mefâilü / mefâilü / feûlün

[1] İyilikler, ahlak güzelliği.
[2] Şaşılacak, şaşırtacak yüz.
[3] Sert esen yel.
[4] Sonsuz.
[5] Ağlama dolu, çok ağlayan.
[6] Fundalık, ormanlık.
[7] Yapmacık gaflet gösterme sesi.
[8] Çürümüş, yok olmuş güzellikler.
[9] Kasımpatı.
[10] Sonbahar arkları.
[11] Madeni gölgeler.
[12] Maden tablosu.
[13] Kimsesiz mezar.
[14] Çevre.
[15] Hıçkırıklı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder