“Eşyamda izin ayağımda tozun var mı diye sorarsan
Sana can çekişe çekişe değişen eşyayı haber veririm
Ayağımın tozunu silktim eşyamı karıncaya yükledim
Kırık yayda kalıveren ok gibi kaldım amma
Hiç korkmadım seni sükût-u hayale uğratmadım
İkindileyin, demini almış çay gibisi yok. Seccadeye inen güneş parçaları ve bir ucu geçmişime, bir ucu istikbalime bakan hüzünle katışık mutluluk gibisi de… Sanki hayatın dışında bir hayat dolduruyor odayı ya da odamı. “Allah’ım, duamı benden ayırma” diyen sesler duyuyorum. Yasin’in muhteşem tespiti bir kez daha okutuyor kendini: “Unutamadığımız her şey, aslında her zaman yaşadığımız şeylerdir!”. Gökyüzü binyıllar önce de aynı değil miydi? Tozlu telaşlarım kendini kâğıda bırakırken, kalbim bu hüznü de can evinden vurmak istercesine çarpıyor.
Sen hatim ol ben yarım sen hatem vur ben dargın sen hatır kır
Ben uzun uzadıya kendimi açıklayayım ki bilinsin nasıl bir zulmetteyim
Bilinsin bu evren duanla her gün en baştan nasıl yaratılır
Boş bir sadak gibi kaldım amma zaten nehirler çekilmiş kurumuş göller
Aramızda deniz vardır bana kalan sade sabır sade sabır
Ben bu sessizliğin nesi oluyorum? Ne sessizliklerin ne de iyiliklerin hacmi dolup taşıyor. Bunların toplandığı bir liman da yok. Çoğu sessizlikler ziyan edilmiş vakitler halinde acıyla gülümsüyor bana. Ben Allah dediğimde, gönlümde ve gözlerimde bulduğum titreyişin gölgesinde çok eski bir çocuk gibi kalıveriyorum. Çok eski bir çocuk ve kalbi kendinden erken büyümüş.
Ben bu kırık izzeti nefisle çok uzağa gitmem biliyorum
Bende ramak kalmıştır her şeye hasmane tertiplere ölmeye ramak kalmış
Flamasında ölüm işaretleriyle bir kuru benliğim kalmış
Kesilmemiş kartalmış bir adak gibi kaldım amma katılaşmadım
Hatırla sana ve kendime hep inandım, işte ordayım
İmanını tazeledin her cürmümden kalbimden sızan acıdan
Korkarak belirsiz bırakarak dokunmayarak beni sevdin
Tanrı hakkı için sevdin ebedi dostunu bildim, buydu seni avutacak
Hem gerçek hem yalan olan, işte bak bu açık seçikti aramızda
Seni affetmedim sana teslim gönlümü esirgedim bağışladım
Sen sendelediğinde inancımın ilk perdesi yırtıldı
Dediler ki suya götürü susuz getiri adamı
Dediler bivefadır boşuna çınlamasın kulağın
Bense bir kez kerametine iman etmiştim divitin ve hokkanın
Gene de tuz basmadım zaafına seni hasletimden azadladım
Ateşi keselim kesilebilir değilse de, namı var ateşkesin
Bu ateşin narına yanacak sözlükler ve kuralları simyanın
Birkaç sayfa kurtaralım kekeme kalsak bile isimsiz mektuplar için
Şartsız ve müdanasız bir mütareke imzaladım amma
Kerem ettim sana seni hiç aklımdan çıkarmadım
Şimdi burada her şey pırıl pırıl aydınlık ve her saat gündüz
Duvarlarda masalarda kulelerde duranlar bile on ikiye vurmuş
Dünyanın her yerinde kalbimin rehberliğinde bir çocuk doğmuş
Her çocuğa adın konmuş akrep durmuş saat on ikide işlememiş saniye
Bu aşkın aşkı kaldı bende onursa hiçtir terazi kefesinde.”
BENİ SADE SEN SEVDİN, Hayriye ÜNAL
Yakışıklı bir intihardan hayata düşmüşlükler. Bilmem ki ben bu şiirin nesi oluyorum? Ben yazmalıydım bu şiiri. Ama sanki Hayriye Ünal ben olmuş yazarken farkında olmadan. Ve bu şiirde fırtına sonrası sessizlik var. Ayrılıkların içi dolsun diye yapılamayanlar, söylenemeyenler…
Aşktan geriye kalana da aşk denir. Hatta aşk, aşktan geriye kalan neyse odur.
Gökyüzünden kâğıda düşen bir ünlem sanki
Cuma öğleden sonraları!
ula hacı çok güzelce kırmışsın bizi, repliklerimizi unuttuk diye elinde hep bir baltayla, vişneler gelecek,
YanıtlaSilsular kesilirse belki hacı.
YanıtlaSilula hacı çok güzelce kırmışsın bizi, repliklerimizi unuttuk diye elinde hep bir baltayla, hep bir baltayla vişneler gelecek sanıyorum ya, kesilecek şafak kopardığın zaman biliriz,
YanıtlaSilgün gelecek idrak ediyor zannedibileceğim bir hayatım olursa, bunu kime daha modern bir mızrakla saplarım diye, kime daha fazlaca bağışlarım yoksa veya bu kız kendiliğinden olsa gerek çok güzeldir, bunu kime hangi kelimelerden örmeli, hangi keder bizi daha aferinli yaşamalı, ki eğer yaşamaya saymazsak bu yazmaları, ki eğer vişneler çürümez