31 Mayıs 2015 Pazar

PEYNİR SEVMEYEN KIZLAR


onar mısra



II

Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak.
Gözlerine yavaşça, yavaşça doldu akşam,
Göklerin ateşini kalbime boşaltarak,
Benim içimde yaktı sanki gurubu akşam,
Senin kirpiklerinde bir damla oldu akşam.
Gündüzden, gürültüden ve kâinattan ırak,
Akşamı seyredeyim bakışlarında bırak,
Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak..

IV

Yeşil çamlar altında uyuyor şimdi ada,
Şimdi kımıldamıyor zaman bile yerinden,
Ve apaçık gözlerin en derin bir rüyada
Ve güneş pırıl pırıl akıyor gözlerinden.
Bilsen duracak gibi nasıl yavaş vurmada 
Kalbin öyle muntazam, kalbin öyle derinden.
Yüzünü ipek bir tül gibi saran terinden, 
Güneşi yudum yudum içtiğim şu lahzada, 
Ruhumuz yıkanıyor yanan sonsuz semada,
Fırtınalı, karanlık günlerin kederinden...

VI

Yeşil çamlar süzerken mehtabı kuytulara,
Ellerini usulca bırak ılık sulara.
Sen de yan benim gibi, sen de hisset ki bir an
Sular değil zamandır akan avuçlarından.
Denizde ne bir köpük, ne bir kırışıktan iz
Ve yüzün altındaki deniz gibi çizgisiz..
Bu gece hatıralar içimizde bir cihan,
Duyarsın söylenmemiş sözlerimi dinlesen.
Bu gece gözlerinde senin can buldu deniz,
Ve karıştın denize ela gözlerinle sen...


Yaşar Nabi Nayır 
( 1908 - 1981 )


dört palto



Edebiyatseverler Gogol’ün “Palto” hikâyesini hatırlayacaktır. Silik kişilikli, yoksul bir küçük memur olan Akakiy Akakiyeviç’in bin bir zorlukla diktirdiği palto çalınır.

Adam görünürde soğuktan fakat daha çok paltosunu ararken uğradığı aşağılanmadan dolayı ölür. Ölümünden sonra sokaklarda dolaşan hayaleti insanların paltolarını alır. Bu sade hikâye Rus edebiyatında gerçekçiliğin kapısını açar. O kadar ki Dostoyevski onun etkisini işareten “Hepimiz Gogol’ün ‘Palto’sundan çıktık” der.

Bizim edebiyatımızdan ilk anda üç palto geliyor aklıma. Gerçi bunlar doğrudan yazarların hayatından çıkma paltolar ama işaret ettikleri mana Gogol’ün “Palto”sundan daha az etkileyici değil.

İlki Yahya Kemal’in paltosu: Yahya Kemal, Nazım Hikmet’in annesi, güzelliğiyle meşhur Celile Hanım’la büyük bir aşkı paylaşmıştır. O sıralarda Bahriye Mektebi’nde okuyan genç Nazım Hikmet’in hocası olan Yahya Kemal, özel hoca olarak da eve gelip gitmektedir. Fakat Nazım bu aşkı fark eder ve Yahya Kemal, bir gün evden çıkıp yürürken sağ elini paltosunun cebine soktuğunda bir not bulur. Nazım Hikmet yazmıştır: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.”
Kıskanç, vehimli ve kendisini evliliğe hazır hissetmeyen Yahya Kemal’in Celile Hanım’a bir özür mektubu yazarak büyük aşkı bitirmesinde bu notun da payı olmalı. Mutsuz bir evliliğin ardından ikinci evliliğini yapmak üzere bir genç kız gibi çeyiz hazırlayan Celile Hanım’ın ise çok sarsıldığı ve uzun süre kalmak üzere Paris’e gittiği anlaşılmaktadır. Nikâh evrakını bile tamamlayan Celile Hanım’ın uğradığı hüsran üzer bizi. Yahya Kemal’e kızarız için için. Fakat o da az bedel ödememiş, ömür boyu evlenmeyen şair, kendisini yalnızlığa mahkûm etmiştir.

İkinci palto Haşim’in: Kadınlarla ilişkisi hayli problemli olan Haşim de –geçirdiği iki çok kısa evlilik ve bir nişana rağmen- edebiyatın yalnızlarındandır. Onun bireysel şiiri ile yaşantısı arasındaki bağlantıları arayan Asım Bezirci, Haşim’in kendisini yakışıklı bulmayışına da değinir ve “Başım” şiiri üzerinde durur. Bilindiği üzere Haşim, bu şiirinde dışarıdan bir göz olarak kendi fotoğrafına bakar ve seyrettiği başta güzellikten çok çetinlik ve mihnet bulur. Nişanlı olduğu sırada yemeğe davet edilen Haşim’e müstakbel kayınvalide mükellef bir sofra kurar. Özellikle uskumru dolması Haşim’in iltifatına mazhar olur. Anlaşılan o ki, iyi niyetli kadın, damadına bir sürpriz yapmak ister ve bir kâğıda sardığı üç adet uskumru dolmasını gizlice Haşim’in paltosunun cebine koyar. Ertesi gün Haşim vapurda elini cebine soktuğunda kâğıdı yağlanmış paket içinde uskumru dolmalarını fark eder. Hayatı da saf estetik ölçülerde yaşamak istediğinden olacak bu hareketi çok bayağı bulur ve nişanı bozar. Oysa gerçekten sevilen bir nişanlıdan insanı ne vazgeçirebilir ki? Aşk meşk babında cesur olmayan Haşim acaba bahane mi arıyordu?

Üçüncü palto Akif’inki. Bundan daha önce de bahsetmiştim, defalarca yazsam yine bıkmam. Akif, bir milletin varlık yokluk savaşı verdiği o günlerde I. Millet Meclisi’nde Burdur mebusudur. “İstiklâl Marşı”nın güfte yarışmasına para ödüllü olduğu gerekçesiyle girmemiş, Hamdullah Suphi’nin ödül meselesinin bir şekilde halledilebileceği sözü üzerine kabul etmiş ve o ihtişamlı şiiri yazmıştır. Nitekim güfte yarışmasının birincisine vaat edilen ve o gün için ciddi bir meblağ olan beş yüz liralık ödülü bir hayır derneği olan Darülmesai’ye bağışlar. “İstiklâl Marşı” güftesinin kabul edildiği gün Meclis’e gelen Akif’in cebinde bir arkadaşından borç aldığı iki lira vardır ve sırtındaki palto, Baytar Şefik Kolaylı ile nöbetleşe kullandığı paltodur.

Şaşılacak bir şey yok aslında. Akif ki Milli Mücadele’ye katılmak için yanında oğlu Emin’le yolun büyük kısmını neredeyse yürüyerek Ankara’ya geçerken taşıdığı pakette Sebilürreşad’ın klişeleri ile tek kat çamaşır vardı. Yazdıklarıyla yaşadıkları arasında mesafe olmayan, fikri ile zikri bir Akif samimidir. Samimiyet ise her zaman saygı uyandırır ve bana göre Gogol’ünkü dâhil palto hikâyelerinin en güzeli Akif’inkidir.


Nazan Bekiroğlu


fotoğraftaki gariban: orhan veli


28 Mayıs 2015 Perşembe

ÇOCUK, DAĞLARCA VE ALLAH

  Dağlarca’nın 1940’da yayımlanan ikinci kitabı Çocuk ve Allah 73 yıldır rengini – elbette beyaz- koruyor. Türk şiirinin bu eskimeyen başyapıtı hep taze, hep yeni ve her zaman şiirimizin sıfır noktasında…

  Henüz 26 yaşındayken kaleme aldığı bu şiirlerde Dağlarca, dünyaya şiirden uyanan çocuğun hayretini, dünyayı kabul ederken bunu iman diliyle söylemenin coşkusunu, erken metafizikin insanı, şairi korkutan taraflarını nerdeyse dua aydınlığına kavuşmuş şiirlerle alt etmesini, vatanı duymanın saadetlerini gece vakti akan uzak bir nehrin içten içe duyulan seslerini andıran şiirleriyle dile getirir. Pek çok şair için daima mesele olarak kalan şairin varoluş karşısındaki şüpheleri, sarsıntıları onda yoktur. Belki de yolun başında Dağlarca, varlığının şükür borcunu ödediği bu şiirlerle aşmıştır onları…

  Türkçe ilk fethini Yunus Emre ile yapmıştır ve yüzyıllar içinde o kalenin burcuna her Türk şairi bir taş koymuştur. Çocuk ve Allah da o kalenin burçlarından biridir. Dağlarca’nın Türkçeye olan sevgisinin meyveleri bu kitapta olanca temizliği ve duruluğu içinde bize gülümser.


  Çocuk ve Allah, her okunuşundan sonra elimizin ve dilimizin kendiliğinden duaya kalkmasının kitabıdır ve hala bizimle konuşmayı sürdürüyor. Üstelik her yaştan okur için…

  “Nasip” kelimesiyle kurduğu bağa sadakati ölçüsünde okur o şiirden aydınlığını alacaktır.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

özgür çağrı

Elverir ki çoşku 
Haylaz çocuklarını boğazlamasın 
Avunmak elbette kolaydır 
Şehri yiğit bir türkü gibi dolaşmak 
Dağlara destanlar, düşünmek kolaydır 
Hapislere bir sevinç çığlığı gibi düşmek 
Kızların diri gögüslerinde 
Matbaalarda 
Ve kongre zabıtlarında dünyayı tazelemek 
Yeryüzüne depremler düşürmek 
Çünkü binlerce militanın rüzgarlı macerası 
Bir kurşun bile değildir namusun mavzerine 
Gönlün kahpeliğine tutsaksın açıkçası 
Asıl savaş alanı suskundur arkadaş 
Sahipsizdir 
Asıl savaşcılar afyonlu, mütevekkil 
Öyleyse 
Şehrin girdabında çalkalanan zulüm 
Halkın şanlı isyanına işaret değil 
Bodrum duvarlarına öfkeli yazıları 
Tırnaklarınla kazıyorsan da
.......................
Bulvara dökülen bildiriler 
Harcanan bunca emek, bunca değer 
Fokurdayan metal potası 
İşleyen rotatifler 
Cesetleri iğnelemek gibi birseydir 
Ve zaman usulca göz kırpıp telaşına 
Homurdanarak çekip gitmiştir 
Yani bu 
Aşağılık bir dramdır artık 
Çünkü jarjuruna 
Boş kovanları dolduran adam 
En azından kendinden utanmalıdır 
Yani yetsin diyorum 
Şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum 
Uzatın ellerinizi diyorum 
Uzatın tanışalım 
HELALLAŞALIM....

Orhan Kotan


inançsız



Açılır gecesi inançsızların
Tanrı sarı bir çiçektir
Ormanin içinden atlılar
Geçerken çocuklar ölecektir

Denizin gözlerinden tuzlu
Bir sıkıntı vurur karalara
Uzakta olduğumuzu köprülerden
Atlar nereden bilecektir

Mavi kuşlar çiziyor biri
Eli değdikçe camlarına
Avcılar doğrultup namlularını
Nasılsa bir bir düşürecektir

Yorgun yıkılmış ölü
Bir yaz büyütür karnında
Soyunup toprağa yatınca
Kadınlar göklerle sevişecektir

Açılır gecesi inançsızların
Tanı sarı bir çiçektir
Ormanın içinden atlılar 
Geçerken çocuklar ölecektir

hilmi yavuz


9 Mayıs 2015 Cumartesi

genç bir şairden genç bir şaire mektuplar











 ‘Fena’ bir şiir kitabı için gerçekten tahrip gücü yüksek fena bir isim. Bir münacaatla söze başlayan şairin ilk kalp ağrısı bu kitap. İlk dikkat çeken şey, şairinin daha çok söyleyeceği şeyi olduğu. Yani şiirsel yoğunluk. Belki de bitmeyeni yazıyordur şairimiz. İşte bitimsiz olana göz kırpan bir dize: 

“ Bütün yazdıklarım sonsuzluğu içerir”

hüseyin akın, milli gazete


"....Süleyman Unutmaz özellikle kitap-lık dergisinde yayımladığı kimi şiirlerde, sözünü ettiğim yeni gerçekliğin eleştirel dilini, ironi ve coşkuyla birlikte kurmaya aday gözükmüştü. Fena adlı yeni kitabına giren “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?” şiiri, belli başlı çevrelerde dilden dile dolaşır olmuştu. Bu dolaşımı da şairin hem cesaretine hem de yaşamakla kurduğu esaslı temasa bağlayabiliriz. Eleştirellik, açık dil, gönderme zenginliği ve asıl önemlisi ayrışma potansiyeli uzun vadede çok önemli. Süleyman Unutmaz’ın uzun vadede, kendi şiiri içinde de bir ayrışıma, duruluğa gitmesi şart. Pınar Öğünç’ün şimdilik kimi yoklamalarını hoş gördüğümüz gibi ona da umut bağlamalıyız."


ömer erdem, yeni gerçekliğin eleştirel dili, radikal kitap,

"sevgili süleyman fena'ya nihayet ulaştım yoğun zamanlar geçirdim okurken biraz yoruldum biraz gerildim koca şehrin ortasında modernizmin ortasında kalbine aşina fakat kafası karışık tek başına bir şairle yürümek güzel şiirlerle yürümek oturmuş mısralarla yürümek ne hoştu... kolay beğenmem ben ama son dönemde beğendiğim iki şairden birisin ne iyi etmişin de şair olmuşun bize güzel şiirler armağan etmişin seni tebrik ediyorum kitap hakkında usturuplu cümleler kurup poetik çıkarsama artisliğinde bulunmayacağım. çünkü bu tür söylemler uçuk geliyor bana. şiir ya beğenilir ya da beğenilmez. sevilir ya da sevilmez ya kendini bulursun ya da hiçbi şey... yapabileceğim tek eleştiri "allah'ın bütün isimleri" bölümü kitabın genel dokusuna uymamış. konmaya bilirdi. selam ile..."

ibrahim yolalan

7 Mayıs 2015 Perşembe

muhafazakar şairin atlası: fena



  Dilden dile dolaşan ve sosyal medyada çokça paylaşılan bir şiir vardı: “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?”. Süleyman Unutmaz ismini ilk kez bu şiirin altında gördüm.(Bu konuda özeleştiri yapmam gerekiyor. Çünkü 99’dan beri, dergilerde şiirleri yayımlanıyormuş şairin.)
                
  Şiirin tamamını okuduğumda “Helal olsun.” dedim. Çünkü onlarca yılın “kafasını” veren bir şiirdi bu. Lise ve üniversite yıllarında, bir başka şiir daha vermişti bunu bana. Kemal Sayar’ın Sonsuza Dek Sophie’si. Bütün muhafazakâr çevrenin; umutsuz aşkına, ilk vicdan azaplarına, inandığı değerler ve “asla konuşamayacağı kızlara aşklanmak” arasında kalışlarına üzülmüştük o şiirle. Kendimiz hariç değildik. Zaten kendimize üzüldük en çok.
               
   “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?” çağına geldiğimizde ise, artık pek çok şey değişmişti. Artık “solcu kızlara aşklanan İslamcı erkeklerin hüznü” diye bir kavramın olmasına gerek yoktu. Çünkü değişen siyasi ortam ile mütesettir kızlar; evlerden Divan Yolu’na inmiş; Türkiye Yazarlar Birliği’nde ve Türk Edebiyatı Vakfı’nda kendini göstermeye başlamıştı. Rengârenk eşarp takmış ve çiçek çiçek açan ahlaklı ve kültürlü kızlar ile şiire ve edebiyata dair konuşabilir, dergiler çıkarabilir, bu süreçte onlara rahatça âşık olabilir ve tabi ki evlenebilirdiniz. Bu şiirin önemli olmasının nedeninin, bunların hepsini tek satırda resmetmesinden ileri geldiğini düşünüyorum. Evet; mesnevi okuyor, sigara içiyor ve bir masanın etrafında sakallı oğlanlarla edebiyata dair sohbet ederken öğle ve ikindi namazı vaktinin masadan sessizce kalktığını önemsemiyor. Ben olsaydım Yeni Türkiye’yi cumhurbaşkanlığı seçimleriyle değil bu dizeyle başlatırdım:
- “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?”
                
  Erkan’ı herkesten çok kıskandım. Keşke dedim Erkan olsaydı adım. Herkesin diline pelesenk olsaydım, keşke. Süleyman Unutmaz’ı neden mi kıskanmadım? Aslında ikimizin de sakalı yok, benzerliklerimiz var yani. Fakat; hayatın içinde çok nadir karşılaştığımız insanlar gibi, çayına dişiyle kırdığı yarım şekeri atıyor o. Ben bunu yapamam.
                
  Şiir kitabına gelecek olursak, adı “Fena”. Mustafa Kutlu Beyefendi kitabın adına dair yorumlarda bulunduğu için ben yazmayacağım. “Fena” altı bölümden oluşuyor.
               
   1.Bölüm Münacat: Bu bölümde, “Münacat” başlıklı tek bir şiir var. Anlamını hepimiz biliriz. “Allah’a yakarış”. Allah demişken, Allah’ın yeri kitap boyunca sabit değil. Şunu demek istiyorum: Bu şiirde el açılıp sonsuzluk istenen, kulunu hiç yalnız bırakmayan bir Allah resmedilirken; Allah’ın durduğu yer kitap boyu değişiyor.
Bazen tanrı oluyor: “Nasılsın tanrım?”
Bazen anlaşılmıyor: “Türkçe konuş Ya Rabbi anlamıyorum Sen’i”
Bazen yalnızlık: “Allah’ım sen ve ben varız bu odada”
Bazen sorun: “Tanrının istemediği şiirler nedir?”
Bazen görünen: “Müziği açtığımda tanrı görünecekti”
Bazen soru: “Tanrım henüz kimsenin söylemediği bir dize sende bulunur mu?”
Bazen tespit: “Kendini uzatıyor Allah’ın isimlerine”
Bazen gözlem: “Baktım acemileri gökyüzünde öldürüyor Allah”
               
   Allah ve tanrı ayrımı bariz şekilde göze çarpıyor. Şairin bir güç olarak sığındığında yazdığı kelime Allah iken, bir arkadaş olarak veya şımarık bir oğlan olarak sorguladığında yazdığı kelime, tanrı.
               
   2.Bölüm Çöl Saati: Bölüm adını oldukça zarif buldum. Çünkü bildiğimiz-belki de bilmediğimiz- çölden daha yalnız, daha kimsesiz olduğumuz yerden bahsediyor. Yani modern çölden, içinde yaşadığımız bu vakitten. Çöldeki seraplara benzeyen ve insanı insana susatan akıllı ekranlardan. Doğal olarak, “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?” şiiri de bu bölümde. 15 şiir boyunca seyrediyoruz modern çölü: la bohem hayatlar, no mahrem barış çubukları, şairler kız ayarlasın için post moderne ayna tutmak, biraz monna-biraz rosa, adisyonlara incelikle indirmek, cumartesi sabahları, cuma akşamları, romantizm tüccarlığı, şark usulü mihnet, 72 model Michigan ve Clint Eastwood, minyatür sevgiler, edebiyat dergileri, kitap kapakları, halk otobüsleri, kulaklık ve şiir gecesinde şairler…
                
  Bu bölümde, şiir başlıkları da oldukça anlamlı ve dikkat çekici. Sadece bir tanesini söyleyeceğim. Çünkü herhangi bir tanesi bunu ispatlayacak nitelikte.: “Arınma Risalesi”. Özel isimlerin çokluğu, değinmek istediğim diğer mevzu. Zaten, modern çölde olmak da bunu gerektirir: Divan Yolu, Çorlulu Ali, Üç İstanbul, Kurşunlu Medrese, Sultanahmet, Kanuni, Mustafa Kutlu, İsmet Özel, Amerika, İsa, Türkçe, Farsça, İbranice, Sanskritçe..

 Dillere gelmişken, “Neden bir dil olarak Türkçeye bu kadar düşkünsünüz?” demek isterdim şaire.
“Türkçesi olmayan uykular bulmalıyım”
“Ses veriyor Türkçeye o kırgın yapraklarım”
“Ben eski Türkçe sularla akarken”
                
  Bu bölümün en sevimli yeri ise, şairin kahverengi hırkası ve ceketiydi. Süleyman Unutmaz yahut “ceketineşiirleryazanadam”
3.Bölüm ‘Şairin İlk Kitabı’: Bölüm, 5 şiirden oluşuyor. Yalnızlık, aşk ve sevgiliden bahsederken; ahiret, cennet, cehennem giriyor araya. Bölümün son şiiri “Elma”. Bu şiirle, kendimize rağmen kendimizi kovdurmayalım cennetten diye düşünüyoruz.

  4.Bölüm-Ölümün Çocukluk Fotoğrafları: 5 şiir daha. “Nereye varsam beni yüzüm karşılar.” dizesinin etrafında dolaşan bir bölüm. Yüzleşme dersek sert olur; kendini anlama ve kendine varma arayışındaki şiirler toplanmış buraya.

  5.Bölüm-Allah’ın Bütün İsimleri: Bu bölümde, şairin hece ölçüsüyle yazdığı şiirler çıkıyor karşımıza. Hecenin (belki haksız olarak ama gerçek) çağrıştırdığı basitliğin farkında olup onu örtmek ister gibi yazılmış alabildiğine derin şiirler görüyoruz. Bölüm boyunca; Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas şiirselliğini koklarken en son şiirle Ahmet Haşim’e de selam verilmiş: “Bir Gülün Sonunda Arzu”.

  6.Bölüm-Kavuşma Bitti: 4.bölümdeki “arayış şiirleri” menziline varmış olmalı ki bu bölümde, kendinin farkına varan ve kendini daha iyi tanıyan bir şair görüyoruz. Yalnızlık, kasvet, yas, ölüm, cennet; hepsi kabullenilmiş ve yerine oturmuş. Fakat şair, her zaman “Evet, İsyan” değil midir? Kitabın en son şiiri Kürt’ü böyle yorumlamak gerekiyor. En azından adını. Çünkü bu bir aşk şiiri. Türkçe’nin en güzel ve en hırçın aşk şiiri:
“Kürt beni şefkatinle, beni ekmeğinle böl.”

  İddia ediyorum: Süleyman Unutmaz muhafazakar şairin yeni atlasıdır.


                                                                                                                     Gülhan Tuba ÇELİK - fosforlu elma sayı:1

                 


24 Nisan 2015 Cuma

iki kişi için suç müziği


beğenmeyenler olacaktır ama ben ukala bir ömür çıkardım işte şapkamın içinden
kıvılcımın yangına dönüşme arzusu belki, içimdeki bütün körlere çelme takma isteği 
her kadının kokusunu ayrı ayrı duymam, her otobüste kavga çıkarmam belki hep bu 
göz altlarımı çizdiğim kemik saplı çakıyı nehre bıraktım 
bileğimdeki kaşıntıyla kendini ele veren kanın çağrısını 
çocukken dinlediğim bir masalla yatıştırdım
işte bir çentik daha dünyaya upuzun kurt bakışlarımla
size de anlatır belki gecemi üzgünlüklerle dolduran rüzgar 
martılara hikayeler anlatarak sakinleşebilen bir adam olacağımı bilmeden sonunda 
-hikayeler, akşam oldu mu meyhanelere deniz iklimi taşıyan balıkçılara dair- 
ve yaşadığım kentin yaşadığım kent olduğunu duyumsamadığım için 
bana oldukça kızan şair arkadaşlarıma kabadayılık taslayarak 
ve kolay harcayarak öfkeyle biriktirdiğim her şeyi 
yol üstünde sızmış sarhoşların üzerinden sevinçle atlayıp 
denizlere koşardım yazılardan korumak için gözlerimi 
üzerimi böyle kanser bastığı günler 
kaskatı kesilirdim acıdan mı sevinçten mi tam ayrımsayamadan 
hikayeler yazardım, 
hikayeler; savrulmuş hayatların vesikalık fotoğraflarına dair
beğenmeyenler olacaktır ama ben çocuk düşlerimi sattım büyümemin karşılığında
şehrin tükürdüğü, kentin koynuna aldığı çocukların anlaşılmaz lehçelerinden 
bir aksan yaptım kendime 
bir aksan... yerli! ..bir aksan kusursuzca asi! 
konuşmasam o saat yok olacak, bir doksan boyunda, çekik gözlü bir aksan 
ve onunla sevdim seni, onunla yazdım sana kimi mahcup şiirlerimi
kimseler bilsin istemedim senle ben arasında gerili, gerilim hatlarında 
rüzgarın her dokunuşuyla vınlayan o arkaik şarkıyı kimseler duysun istemedim 
sustum yıllarca, koyuldum ve usanıncaya dek kendimden 
yoruluncaya dek saklandım yağmacı ilgilerinizden 
kentin bütün meydanlarında
bir çentik daha dünyaya upuzun kurt bakışlarımla 
hava soğuk, bütün kaldırımlardan yalnız insanların kokusu yayılıyor 
kimi yaraları kaşımak için dört tırnağını uzatan adamlar geçiyor yanımdan 
sabaha ucuz parfüm kokularını yayan falcı kadınlar 
öpüşmenin ilk tadını sokağa yayan çocuklar geçiyor sonra 
derken işçiler gözleri kızarmış bir şairle çarpışarak 
ve sanki bunu bir işaret sayarak güzel günlere dair 
birkaç dizeyle sersemliyorum iyice 
hainlerin bile ağlamak için bir omuz bulabildikleri 
bir dünya özlemi 
yakıyor içimi


Mehmet İşten

23 Nisan 2015 Perşembe

güzel'e




Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık
Yalnız, senin küçücük elinle yalnızlık
Kandilli ilkokulu kadar kalabalık...
Zilleri çaldığında düşlerinin
Sınıfların kapıları ardına kadar açık,
Gökyüzünün, denizin, toprağın ve hayalle emeğin
Haklı sınıfları...
Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan
Kitaplar var ya, onlardan
Öğrenmiş Marx'ı gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık...

Sen ki çiçekleri toplamayan Güzelim,
Çiçekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık,
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok...
Ve anladım, anladım ki bi daha:
DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER
DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLERİ


Can Yücel 

14 Nisan 2015 Salı

AŞK FİLMLERİNİN UNUTULMAZ YÖNETMENİ


bi kere adı şahane. sonra film, şener şen, yavuzer çetinkaya, mal gibi oynayan oktay kaynarca bile. "oğlum kasma, kamera görür". bunu sık sık sööler şener şen kaynarcaya. çok kötüdür oyunculuğu filmin içindeki filmde. ama kızı kapar, böyle de acımasız bir tarafı var işin. "abi sakal yakışmış" derler başlarda şener şen'e. bu bile akılda kalıcı bi vurgu şener şen çünkü ucuz aşk filmlerinden 80lerin entel sinemasına geçmek isteyen bir yönetmendir. imaj sakalıdır o. yavuzer çetinkaya mükemmeldir gene gözü arızalı görüntü yönetmeninde. son sahne bile öle kala bitirilir film yetmemektedir zira. sonunda intihardan vazgeçer bir telefonla şener şen. muhtemelen bütün intiharların nedenlerinden biri de bir türlü gelmeyen telefondur.
bu film yanlış zamanda çekilerek heder olmuş da olabilir. hala benzeri yok.şimdilerde çekilse belki ortada palmiye falan bırakmayacaktı. ama yavuzer çetinkaya'yı nerden bulacaksın!?

12 Nisan 2015 Pazar

haluk'un amentüsü, tevfik fikret



Bir kudret-i külliye var ulvî ve münezzeh,
Kudsî ve muallâ, ona vicdanla inandım.

Toprak vatanım, nev'-i beşer milletim...İnsân
İnsân olur ancak bunu iz'ânla, inandım.

Şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var;
Dünyâ dönecek cennete inşânla, inandım.

Fıtratta tekâmül ezelîdir; bu kemâle
Tevrat ile, İncil ile, Kur'ân'la inandım.

Ebnâ-yi beşer birbirinin kardeşi... Hülya!
Olsun, ben o hülyaya da bin canla inandım.

İnsân eti yenmez; bu teselliye içimden
— Bir ân için ecdadımı nisyânla — inandım.

Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât
Kan âteşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar ömrünü bir haşr-i ziyâ-hiz
Ta'kîb edecektir, buna imânla inandım.

Aklın, o büyük sâhirin i'câzı önünde
Bâtıl geçecek yerlere hüsranla, inandım.

Zulmet sönecek, parlayacak hakk-ı dırahşân
Birdenbire bir tâbiş-i burkanla, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep
Yumruklar o zincîr-i hurûşânla, inandım.

Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın,
Her şey olacak kudret-i irfanla... inandım.



Âmentü: Arapça «inandım» demektir; din eğitiminde ilk öğretilen bir sözdür. Kudret: güç. Külliye: tümel, büyük, ulu. Ulvî: yüce. Münezzeh: temiz, katıksız, arınmış. Kudsî: kutsal. Muallâ: yüksek, yüce. Nev'-i beĢer: insan soyu, insanoğlu. Millet: ulus. Ġz'ân: anlayış, inanç, düşünüş. Fıtrat: yaradılış. Tekâmül: gelişme, evrim. Ezel: öncesiz, başlangıcı olmayan. Kemâl: olgunluk. Ebnâ: oğullar. BeĢer: insan. Hülya: kuruntu, düş. Teselli: avunma. Nisyân: unutma. Ecdâd: atalar, dedeler. Muâdât: düşmanlık, düşmanlaşma. HaĢr: kıyamet. Ziyâ-hîz: ışık saçan, aydınlık. Ta'kib: izleme. Ġmân: güçlü inanç. Sâhir: büyücü, büyüleyen. Ġ'câz: şaşırtma, şaşılası. Bâtıl: boş inanç. Hüsran: zarar, kayıp, yok olma. Zulmet: karanlık. DırahĢân: parlak, parıldayan. Hak: hak, doğruluk, adalet. TâbiĢ: parlama, parıltı. Burkan: yanardağ. HurûĢân: gürültülü. Fen: bilim. Ġrfan: anlayış, bilgi, kavrayış.

28 Mart 2015 Cumartesi

HOŞ GELDİN İVAN KARAMAZOF



hoş geldin abi. hoş geldin dost. hoş geldin yaşanmayan hayali yaz günleri.

hoş geldin sancılı aşk şarkıları. hoş geldin kafası karışık güzel adam. 

hoş geldin kardeşim.

hoş geldin boğazımda yumruk dilimde düğüm.
hoş geldin gençliğim - ki hiç genç olmadım ben
hoş geldin itinayla saklanan kasetler kaset kapakları
hoş geldin ivan karamazof!
hoş geldin ölümün armonisi aşkın karanlık sokakları
hoş geldin oğuz atay hoş geldin çavdar tarlasındaki çocuk
hoş geldin gönülçelen hoş geldin bisiklet kazaları
hoş geldin aşkın yaktığı şarkılar
hoş geldin rüyada boğulduğum deniz
hoş geldin sigaralı ses
hoş geldin kanserli kentler
hoş geldin akmayan gözyaşım çıkmayan sesim
hoş geldin veremli odalar göğe düşen mendiller

hoş geldin kendimden geçtiğimde bulduğum adam
hoş geldin şarkılar dolusu yalnızlıklar
hoş geldin paramparça bakış intihar şiirleri

hoş geldin çıkamadığımız gökler
hoş geldin tende nemrut yorgunluğu
hoş geldin güzel yalanlar
hoş geldin bıçağı kanatan öfke

hoş geldin teoman hoş geldin karanlık yalnızlığım-  en güzel yalnızlığım
hoş geldin kağıdın güneyine yağan yağmur
hoş geldin varla yok arası yürüdüğümüz araf

hoş geldin dilde jilet kanda nota duvarda ıslık

hoş geldin yaralı kelimeler kıskançlık çiçekleri

hoş geldin akrepin telaşı cehenneme yağmur cennete mektup

hoş geldin en müzikli ölümümüz  en güzel ölümümüz


27 Mart 2015 Cuma

Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmezler Erkan?

İzdiham, son yıllarda kâh yayınlarıyla kâh dergisiyle genç olsun şiir yolculuğunda kendini ispatlamış olsun bazı şairleri Türk edebiyatıyla buluşturuyor. Bu buluşmada hassas bir nokta var: İzdiham'dan şiir kitabı yayımlanmış, yayımlanacak olan hiçbir şair pıtrak gibi ortaya çıkmamış. Yıllardır edebiyat dergilerinde şiirleriyle yahut yazılarıyla çalışkanlığını göstermiş. Çalışkan olmak ne kadar şerefli bir şeyse o kadar da başa bela getiren bir şeydir. Derdinizi izah etmek için hem nazımı hem nesiri tercih ettiğinizde bu çalışkanlık yanlış anlaşılabiliyor. Çünkü ülkemizde hâlâ "Şair sen sus, otur şiirini yaz!" gibi abuk subuk bir teraneyle dolaşıyor. Dönen milyonlarca dolaptan biri bu. Susmayan şairlerden biri de Süleyman Unutmaz. 1977'de konuşmaya başlamış, söyleyecek çok şeyi var. Hem de Fena.


Naçizane; 2014 yılında yayımlanan şiir kitapları arasında en çok Onur Bayrak'a ait "Şairi Öldürdüler" adlı kitabı beğenmiştim. 2015 yılında iseSüleyman Unutmaz'ın "Fena"sını. Yılın henüz bitmemiş olması umurumda değil zira muhatapla yapılan bütün muhabbetin akıbetini ilk cümle belirler. Coen kardeşlerin 2009'da gösterime giren "A Serious Man" filmini belki beş kere izlemişimdir. Şairin kitaba bu filmden bir replikle başlaması, okuyucunun gönlüne neler getireceğinin fragmanı gibi: "Bize cevapları vermeyecekse neden soruları hissettiriyor?"

Altı bölüme ayrılan kitap Münacat ile başlıyor. Şairin bu şiirdeki "Ve bana göster rüyamda sonsuzluğu" dizesiYahya Kemal'in "İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar" dizesine bir reddiye gibi. Oldukça da doğru bir reddiye. İsmet Özel, Üç Mesele adlı eserindeki "Rüya ve Siyaset" serlevhalı makalesinde, Yahya Kemal'in bu sözünden hoşnutsuz olduğu belirtir ve noktayı şöyle koyar: "Bir uyanıklık, bir teyakkuz olan rüyayı övüyorum ve bir müphemlik, bir narkoz olan hayale lânet ediyorum.''



Kitabın ikinci bölümü olan Çöl Saati şairin şiddetli darbelerini göstermeye başladığı yer. Bu yazıya başlığını veren şiir "Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmezler Erkan?" hem toplumcu gerçekçi hem de sert bir eleştiri mahiyetinde. "Öyle şey mi olur Erkan niye yüzüm ekşisin İsrail’i lanet mitinglerinde / 4X4’lerde Filistin bayrağı bana neden vermesin gaza sevinci / iftarda Cola Turca içen kardeşlerim yıkacak bir gün İsrail’i / kalbim mühürlendiyse o benim iman eksikliğim" dizeleri hâlâ yaşanan bir gerçekliğin nabzını tutuyor. Şiirin adının, okuyucuyu nereye götürdüğünü Mustafa Kutlu "Bu işte Çorlulu Medresesi, At Meydanı, Tophane’yi çağrıştırıyor ve iki arada bir derede kaldığımızı gösteriyor" diyerek açıklamıştı. Lakin kendisinin bu tip, hızlı okunması gerekebilen dizeler barındıran şiirler için yaptığı "rap şiir" tanımı beni memnun etmedi. Ortada vahim bir gerçek var ve bunun rap müzikle herhangi bir alakası yok diye düşünüyorum. Rap insanları ikna etmeye, inandırmaya çalışır. Şair yanına dertdaş arar. Rap'in muhatabı geniş kitleler olabilir, şair kitleyi bırakıp gönüllere girmeyi ister. Ya da ben bugün sigarayı çayı fazla içtim, bilmiyorum. Ritmik manada da çok rap gibi gelmiyor bana Süleyman Unutmaz şiiri. Mesela Göksel Baktagir'in bir hüzzam saz semaisini dinlerken okuduğum şiir beni ritmik manada zorlamıyorsa ben ona "rap şiir" diyemem. Keza Reşat Aysu, Udî Nevres Bey ve hatta bu yazıyı yazarken arkada döndürüp durduğum Nedim Ağa'nın sultâniyegâh saz semaisi de bu "test"e tabii... Elbette ülkemizde bu rap şiire merak sarmış şairler vardır, olabilir. Rap müzik Tupac Shakur hâlâ çözülmemiş bir suikastla öldürülene kadar sosyal ve siyasi sorunları erkekçe dile getiriyordu. Kaldıysa Jedi Mind Tricks kalmıştır ama o da korkusundan olsa gerek yerin üstüne çıkamıyor. "Design in Malice" adlı şarkılarında şöyle bir söz geçer: "Over a billion Muslims, you could never stop Islam."


Rap'i bırakıp şiire geri döneyim. Şairin İlk Kitabı bölümü bir yüzleşme gibi. Şiirlerin isimlerini sıralarsak daha belirginleşiyor: Bi Şeyim Yok, Ruhun İşleri, Duyuyorum, Kaşıntı, Elma. Bir sonraki bölüm olan Ölümün Çocukluk Fotoğrafları'nda duvarlara yazılmaması gereken bir şiir var: Persona Non Grata. "Geciktim tarihime asker toplamaktan", "Ve hep küçük harflerle düştüm kendimden", "Ne geldiyse yüklendim yanlış sevişmelerden", "Hayat neyi saklıyor çürüyen limanlarda?" gibi usta işi dizeler bu şiirde saklı.


Kitabın beşinci bölümü Allah'ın Bütün İsimleri'ndeki şiirlerde, diğer bölümlere ve şiirlere nazaran biçim daha oturaklı, liriğe yakın, heceleri belirgin, peşrev havasında. "Annesinin yerine üşüyen çocuk"lardan "çıkılmaz sokaklara kıvrılan yol"lara kadar beyhude ömrün tüm arayışlarını şiire yansıtmış şair. Bunu yaparken gayretini gözümüze sokmuyor, düz konuşuyor. Memleketimizde herhangi bir düzlüğün nadir bulunduğu zamanlardayız, bu zamanları da gözetiyor Süleyman Unutmaz. Şehri eleştiriyor, insanını eleştiriyor. Kavuşma Bitti adlı son bölümde, bölümle aynı ada sahip ve Kürt başlıklı bir şiir yer alıyor. Kavuşma Bitti oldukça uzun, Savaş Bitti'yi hatırlatırcasına. "Cennette olacağım yaşa geldim" dizesiyle başlıyor. "Anlattıkça inandığım bir kader yazdım" dizesini gençler umarım dövme yapmazlar kollarına çünkü insanın zihnine olduğu gibi kazınıyor. "Bozulmuş bekâretin bozuk sütü / ağzımın kenarında" dizeleriyle biten şiiri bir gün okuyup kendi başıma dinlemeyi düşünüyorum. Böyle uzun şiirler başkaları tarafından seslendirildiğinde kıymeti daha bir ortaya çıkıyor sanki ya da bana öyle geliyor. Öyle olsun. Kürt adlı şiirde Süleyman Unutmaz'ın diğer şiirlerinde zaman zaman rastlanan tasavvufî tarafını daha pürüzsüz yakaladığım dizeler oldu. Özellikle "Kâğıttan ateş yapsak ister misin tutuşmak" dizesi -ki son dizedir- aklıma Muallim Nâci'nin "Ter geçme ateş-i teri ey rind-i bi-haber / yakmıştır al ile o nice hanümanları" beyitini getirmiştir.


Sözün kısası; kapağıyla, şiiriyle, şairiyle fena bir kitap. Şiir için fenalaşmaya değer.


Yağız Gönüler