20 Mart 2019 Çarşamba

vatan , mustafa kutlu






Ömrümü "Vatan-millet-Sakarya" diyerek, bazılarının müstehzi tebessümleri arasında geçirdim. Hâlâ aynı yerdeyim. (Bazıları "bıraktığımız yerde otluyorsun" diyebilir. Canları sağolsun). Bu yazıyı bir ömrü uğruna tükettiğim "vatan" ne imiş acaba sorusuna cevap olur diye yazıyorum. Vatan elbette belirli anlaşmalar çerçevesinde çizilen sınırlar içinde kalan toprak parçasından ibaret değil. Bu sınırlar resmiyet ifade eder, tarih içinde çeşitli sebeplerle değişir. Ama mesela Kızılırmak değişmez (İklimler değişiyor evladım, o da değişir diyenler olacak. Olsun bekleriz biz. Sabırlıyız.) Vatan efsaneler, masallar, destanlardır. (İşte bir yerinden başladım). Nene Hatun, Deli Dumrul, Köroğlu''dur. Vatan coğrafyadır. (Bunu kavramak zor) Yani Ağrı Dağı, Toroslar, Ilgaz, Seyhan, Van Gölü, Tortum Şelalesi, Anzer Yaylası, Göcek, Tosya, Ermenek, Çukurova, İstanbul Boğazı, Uludağ, Palandöken say babam say; yayladır-ormandır-ovadır-çaydır-pınardır. Bir ucu Vardar Ovası''nda, bir ucu Halep Çarşısı''ndadır. Vatan Dadaş''tır, Gaggoş''tur, Efe''dir; yiğitlik vurmakla-ağalık vermekledir.
Vatan Mevlittir, Itrî''nin Tekbiri''dir, Ezan''dır, minare ve kubbedir, sebildir. Vatan ilahidir, türküdür. Bir ucu Yemen''de bir ucu Estergon''dadır. Vatan Kur''an''dır, namazdır, Cuma''dır, secdedir, duadır. Vatan sürülen topraktır, taze topraktan çıkan buğudur. Tıpkı fırından çıkan Vakfıkebir ekmeğinin buğusu gibidir. Vatan Diyarbakır karpuzu, otlu peynir, Pervari balı, Antep baklavası, Tatar böreği, Selanik gevreği, Arapaşı, Çerkez Tavuğu, Babukko''dur.
Vatan kültür değildir, sadece dil, sadece müzik, sadece halk oyunu, sadece din, sadece bayrak, sadece sadaka taşı, sadece vergi, sadece milli gelir değildir. Vatan kişinin karnının doyduğu yer de olabilir, gözyaşının aktığı yer de.
Bu sebeple Çanakkale Şehitleri, Sarıkamış, Sakarya, Mohaç, Niğbolu, İstanbul''un fethi, İstiklal Savaşı ve İstiklal Marşı vatandır. Vatanın tapusu şehitlerin mezar taşlarıdır.
Vatan sevmektir, benimsemektir, önemsemektir. Vatan mevcudun mânasıdır. Vatan ecdadın mirasıdır. Vatan nutuk değil vasiyettir. Hem vasiyet hem nasihattır. Vatan verilmiş sözdür. Söz namustur. Namusun ne olduğunu namussuzlardan başka herkes bilir.
Vatan Yunus''tur. Yunus Emre''dir, neden, çünkü vatan onun yokluğunda yerine koyacak bir şey bulamamaktır. Vatan dayanışma, paylaşma, adalet, şefkat, merhamet ve fazilettir. Vatana gösterilecek muamele hürmet-hizmet ve merhamettir. Vatan ahlaktır. Vatan tevazu ve kahramanlıktır.
Vatan Selimiye''dir, Hacı Ârif Bey''dir, Mevlana''dır. Vatan "bana ne" diyemeyeceğiniz bir şeydir. Vatan bu dünyada âhıret için çalışılacak bir imtihan mekanıdır. Vatan kitaplar, kütüphaneler, âlimler, şeyhler, tekkeler, üniversiteler, taş-toprak-ağaç-kuş ve uçsuz bucaksız bozkırdır. Bozkırda esen rüzgârdır. Kangal iti, sürü, çoban ve kavaldır. Vatan Nemrut''ta batan güneş, İshakpaşa Sarayı''na dolan gün ışığıdır. Vatan Ayasofya, Hacı Bayram, Ak Şemseddin, Eyüp Sultan ve Hacı Bektaş''tır.
Vatan davul-zurnadır.
Vatan baş-bar, halay ve toprağa vurulan dizin izidir.
Vatan sadece kültür, sadece inanç, sadece hatıra, sadece ortak çıkar, sadece ülkü birliği falan değildir.
Vatan kandır. Gözün bebeğidir. Ayaktaki ferdir. Vatan genetik, botanik, fizik, kimya vb. gibidir. Ancak ölçüye tartıya gelmediği için sadece bunlarla belirlenemez. Vatan aynı anda hem maddî hem manevî bir varlıktır. Akıl ile kavraması zor, kalp ile sevilmesi kolaydır.
Başını secdeye koyduğun yerde hür ve müstakil olmaktır. Namazda makam, mevki, dil, ırk tanımaksızın aynı kıbleye yönelmektir. Vatan kardeşlik, vatan barıştır. Vatana kastedene karşı kelle koltukta savaşmaktır. Vatan namusu kadar; suyunu-toprağını-kurdunu-kuşunu-börtü böceğini kem gözlerden sakınmaktır. Vatan ne kalkınmaya feda edilir ne ilerlemeye; ne falan ideolojiye ne stratejik ortaklığa.
Vatan sevgilidir. Aslı''dır, Kerem''dir, Leyla ile Mecnun''dur. Vatanın fertleri bir tarağın dişleri gibidir. Vatan hemşehrilik, vatan komşuluk, vatan başını omzuna koyup ağlayacağın bir arkadaş, askerlik, vatan futbolculuk, doktorluk, hemşirelik, mühendisliktir.
Vatan kuş uçmaz-kervan geçmez köylerde dil bilmez çocuklara öğretmenliktir. Vatanı şairler şiire, bestekârlar musikiye, âlimler yazıya, ressamlar resme, fotoğrafçılar fotoğrafa nakşetmek ister.
Vatan bunlara sığmaz.
Vatan ancak vatan için atan bir kalbe sığar.
Yahu Mustafa Kutlu o kadar deştin o kadar karıştırdın, o kadar gevezelik ettin ki, vatanı çorbaya çevirdin yani. Hay ağzına sağlık. Vatan zaten hastaya götürülen bir tas çorbadır. Vatanın hamasete ihtiyacı yoktur. Bunu ancak vatandan ayrılanlar anlar. Vatandan gayrısı gurbettir. Gurbette duyulan hasrettir. Bir tas çorbaya duyulan hasret.
Daha derine dalarsak vatan dahi bu dünya gibi bir gölgeliktir. O gölgelikte Cenab-ı Hakk''ın emri uyarınca bir nebze dinlenmektir.
Sonrası ebedî âlem.
Ebedî âleme imanımız tamdır.
Lakin mahiyeti meçhulümüzdür.
Yukarıdan beri sayageldiklerimizi sevmek milliyetçilik; onları muhafaza etmek muhafazakarlıktır. Bu iki kavram vatandan ayrılmaz. Sözlerimize burun kıvıranlara "bunlar eskimiş şeyler" diyenlere ancak şunu söyleyebilirim: "Eskilerden kaç kişi kaldı". Yahya Kemal ile bitirelim:
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ızdırabı zor.



su türküsü
Tanpınar “Bizim romanımız türkülerdir” diyor. Bu sütunda yayımlanan yazılardan birinde (İman ile İngilizce) zamanı gelince kendi türkümü söyleyeceğimi belirtmiştim. Efendim ilk ve orta tahsilimi o yıllar otuz bin nüfuslu Erzincan’da tamamladım. Erzurum’da Edebiyat Fakültesi’nde okudum. Bu süre içinde on yıl resim yaptım, on yıl futbol oynadım. Lise fen kolu mezunuyum.



Ressam olmayı kafaya koyduğum için Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek istiyordum. O yıllarda (1963) bu bölümün imtihanı ayrı yapılıyordu. İstanbul’a gitmek gerekiyordu ve ben o zamana kadar Erzincan il sınırları dışına çıkmamıştım. Bildiğin gözü kapalı kuş.
Kara tiren (posta) İstanbul’dan üç günde geliyordu. Karlı-boralı günlerde gecikirdi. Olsun en ucuz ulaşım onunla.
Kompartımanda karşılıklı iki ahşap sıra var. Benden gayrı gurbete giden bir ailenin beş ferdi ve kucakta çocuklar. Hoş beş ettik, haşlanmış yumurta, peynir, kete, Cimin üzümü yedik. Hemşehriyiz, bayağı anlaştık.
Bilmem nereye vardığımızda uyku gözlerimden akmış olacak ki ailenin büyüğü “Delikanlı bavulu sepeti indirelim de sen çık yat biraz” dedi. Çıktım, vagon damına yakın alüminyum merdiveni andıran metal rafın üzerine uzandım. Yatış o yatış.
Beni Haydarpaşa’da uyandırdılar. Metal merdiven kaburgalarıma inmiş, mosmor olmuş, ağrı da var, delikanlılığa vurup aldırmadım ama o morluklar iki ayda zor geçti.
Taksim’de Maksim Gazinosu bitişiğinde Amasya Apartmanı’nın kapıcısı köylümüz, anamın akrabası. Bodrumdaki kapıcı dairesinde kaldım. Akademiye gittim. Olmadı, ben burada yapamam dedim, imtihana girmedim. Onun yerine hemen her gün Gümüşsuyu’ndan inip İnönü Stadı’na gittim. Baba Gündüz antrenör, Turgay Şeren kaleci ve Metin Oktay. Antrenmanlar, maçlar, futbol ile geçti günler.
Bu gözü kapalı kuşun ilk İstanbul macerasını uzun uzun anlatabilirim ama size söyleyeceğim türkü daha mühim.
“Su” ile ilgili.
Kur’ân-ı Kerim’de “Hayatı olan her şeyi sudan yarattık” (Enbiya 30) buyruluyor. Anasır-ı Erbaa’nın en mühim unsurudur. (Ötekiler hava-toprak-ateş). Cenab-ı Hakk’ın insanoğlu kadar bitki ve hayvan için de lutfettiği bir mübarek (aziz) varlıktır. Kadim öğretiler-kültürler suya saygı gösterir; onu kirletmez, israf etmez, temizlik-saflık alâmetidir. Su kültürünün ayrıntılarını burada sıralamanın lüzumu yok. (DİA’da geniş bir “Su” maddesi var ama “toprak” yok. Arazi kelimesini kastetmiyorum). Sadede gelelim.
Rahmetli dayım beni lokantaya götürdü. İstanbul’da bir lokantada ilk kez yemek yiyeceğim. Mermer yemek masası gözümün önündedir. Üzerinde bir sıra şişe duruyor, ağızları beyaz alüminyum kapaklı. Bir şeye benzetemedim ve sordum: “Dayı, bu şişeler nedir?” Rahmetli güldü: “Sudur yeğenim, parayla satılır.
Gerçek bir kuş, ürkek bir dağ keçisi, bir sarı çiğdem gibi konuşuverdim: “Allah’ın suyu bu, neden sürahi ile önümüze koymuyorlar? Hayret su şişeye girmiş, hem de parayla satılıyor.
Gönlüm yaralandı ve bu şaşkınlık bende yıllarca sürdü. Suda mülkiyeti kabul edemiyordum.
Ve şu yazıları yazdığım günlerde fıkıhçı hocalara sormadan kendimi alamadım.
Anasır-ı Erbaa’da mülkiyet olur mu?” Diyanet İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Mülkiyet” maddesinde şu satırlara rastlamıştım: İslâm hukukunda genel yollar ve meydanlar gibi orta malları ile denizler, büyük nehirler gibi tabiatı icabı üzerinde özel mülkiyet kurulması mümkün olmayan sahipsiz mallar yanında mülkiyet altına girmeye elverişli bulunmakla birlikte toplumun ortaklaşa yararlanmasına konu olan su, ateş, ot (ve tuz) gibi nesneler (İbn Mâce “Ruhûn” 16; Ebû Dâvûd, “Büyû” 60; Mecelle md. 1234) özel mülkiyet dışında tutulmuştur.
Mülkiyet’in en dip noktası bu dört unsur. Ahireti yok sayan, Allah’a ve hesap gününe inanmayıp, “dünya benim” diyen zihniyet (Kapitalist ile tetikçisi teknoloji) önce hayatı var eden bu dört unsura saldırdı. Toprağı zehirledi, suyu kirletti, havayı bozdu, iklimleri değiştirdi. Ateş ise bahs-i diğer.
Siz şimdilik “Gafil Gezme Şaşkın” türküsünü indirip Turan Engin’in sesinden dinleyin. Yol arkadaşlığımız devam ederse daha çok türkü diyeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder