Uyuyamadım Edip
Uyuyamadım ve alnındaki
kemiklerden biri olduğumu düşündüm
Ve düşündüm otelde
unutulmuş bir uyku
Benzer mi ölümün
içindeki uykuya?
Kurtuluş’ta hiç
tramvaya binmedim
Hiç tramvay hiçlikte
kar yağışlarının uzun kırmızı sıcak tramvayı
Manastır ‘a hiç
gitmedim
Ama duydum binlerce
yılın öncesinde soluk alıp veren bir taşın
Nabzını taa içimde
Sonra senin ölümün
yıllar geçtikçe beni buldu
Yıllar geçti mi?
Sanki bir ovada
kimseden habersiz ıslanan yaşlı ağaçlar oldum
Durmadan yaşlandım
yaşlandım yaşlandım
Ölümünle uzun
konuşmalar yaptım – ben gibiydim
Berlin’de bir pastanede
dünya haritasına bakmak gibiydim
Yıllar nasıl donduysa
senin yüzünde
Demir yığınlarının
çürük kiremitlerin bacaların kanser dumanlarının içinde
Öyle kaldım
Kendime bir tabut
yaptım senin begonyalarından
Bir mezar
Alfabede ismine
rastlanmamış
Yeşil bir içki şişesine
baktım - akşama benzerdi
İzmir’de bir otele
asıldı yüzüm
Sesim tahta
merdivenlere
Kirli temiz
çarşaflarına bulandı ruhum
Ruhum ruhum ruhum
Seninle uzun bir
intiharda karşılıklı sayfalar gibi kaldım
Güzel yazılar soldukça
yapraklarda
Beyoğlu’nda kitapçılar
alkoller gibi yayıldıkça caddeye
Sıraselviler’de bir
kilise buldum bütün dinlerden
Mazgalların altından
şiir sesleri geliyordu
Şiirlerine benzeyen
kadınlara benzettim şehri
Ölmüş müydüm?
Ölüyor muydum?
Sesim arttıkça sigara
seslerinden sigara sesli şiirler arttıkça
Kırılgan bir anıyı
avucumda soldurmaktan yoruldum
Ellerimize sinmiş
arduaz ağaçları gravürler müzelik ölümler
Ölümler gizlice
utandığımız gizlice unuttuğumuz
Durmadan yanan gece
lambasının verdiği huzura benzeyen yalnızlığımız
Yokuşta unutulan
rüzgârlarla geyik resimleriyle
Gittikçe büyüyen
çöllerin tanrısına mı adanıyorduk
Durdum eskiyen bir
anının içinde trenlerle
Yazarken eskiyen bir
şiir yazdım
Eski bir evin önünde
senin fotoğrafın Edip
Senin ölümü karşılamış
ona begonyalar armağan etmiş
Kuyular dolusu gözlerin
olan fotoğrafın
Alnında bakımsız bir
tarihle kamaşan fotoğrafın
Mandolin çalan çocuk
sesleriyle dolu fotoğrafın
Bu fareler krallığı bu
zincirden yapılmış gövden
Hepimiz kırk
yaşındaymışız gibi bu bezgin ikindiler
Nasıl sığmışız hayatsız
bir anıya nasıl siyah beyaz kalmışız
Zamana dağılan
parmaklarına sordum
Sonsuzluk ne kadar
kısaldı değil mi Edip Bey
Size böyle seslendim
bunu duydum içimden
Yüksek kaldırımda
birdenbire karşıma çıkan bir kasaba kahvesi gördüm
Belki onu siz de görüp
geçtiniz
Belki tuşları kanamış
bir piyano gibi hissettiniz kendinizi
Pera’dan Galata’ya
doğru çırpınan bir üveyik hayal ettiniz
Bilmediğiniz bir dilde
kar yağdı sayfalarınıza odanıza
Menekşelerin sessizce
kurumasını seyrettiniz
kitap-lık 190, mart - nisan 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder