“İnsanın en büyük kişisel sorunu,
ölümü özünün kaybı olarak görmek.
Unutmak, yaşamın içinde yer alan
bir tür ölümdür zaten.”
(Milan Kundera)
Herhangi bir haziran ayının, herhangi bir cuma günü, herhangi
bir akşam vakti, 14 yaşındaki ortaokul öğrencisi A.B. kendi evinde, kendi
odasında, kendi yatağında ama başkalarının dünyasında ölü olarak bulunur. Filmi
geriye saralım. Başkalarının dünyasında ölü bulunan A.B. kendini, kendi
dünyasında öldüremeyecek kadar başkalarına bağlı bir genç kızdır. Bağımlıdır
kısaca. Öyle eroin filan değil daha beteri, hayal bağımlısı. Günün belirsiz
saatlerinde aşırı dozda hayal kurmadan duramaz mesela. Ama bu devirde hayal
kurmak senin neyinedir. Bu cümle A.B.’nin iç sesidir. Ölmeden evvel içinden çok
kere seslenmiştir: “sanki uzaya gidiiim diyorum, alt tarafı kafe açmak
istiyorum ya, annemin adını verdiğim bi kafem olsun istiyorum, çok şey mi
istiyorum” kabilinden cümlelerle kendi kendine içlenmiştir. Ancak bu gibi
çıkışlar doktor olmasını isteyen babasına ve öğretmen olmasını isteyen üvey
annesine pek de işlememiştir. Her şeye rağmen düzen işlemiştir. Sistem bunu
gerektirir. A.B. sistemin uşağı olacağına kendi işinin efendisi olmak
istemekte; başkalarının dünyalarından, arzularından, baskılarından kaçmak için
kendini kek-pasta-börek yapımına vermektedir. Her akşam zamanının büyük
dilimini mutfakta geçirir; değişik lezzetler ve sunumlar dener, tatlı tuzlu
kurabiler pişirir, öz annesiyle yıllar önce beraber yaptıkları rengârenk
pastaları hatırlar, hatırladıkça ağlar, Kadıköy’de annesinin evine yakın bir
yerde kafeterya açma planı yapar, adını ceylan koyar, annesinin adı Ceylan’dır.
Bu detay önemli midir, çok da değildir. Ama A.B. detaylarla süslediği
pastalarının fotoğrafını çekip instagrama atar, annesini etiketler. Öz annesi
sandığınız gibi ölmemiştir, sanmadığınız gibi de ölmemiştir, hasılı ölmemiştir,
hayatın tam içindedir. Yeni evinde, yeni çocuğuyla, yeni bir dünyanın
derdindedir. İkinci evliliğinden olan taze çocuğuyla uğraşırken A.B.’nin
kurduğu bayat hayallerle çok da ilgilenebilecek durumda değildir ama olsun,
bilse bile yeterlidir. A.B. böyle zamanlarda kendi içinden başkasının dışına
doğru hayata kızar, küser, küfreder. Çantasına üzeri küfürlerle dolu ama “lanet
olası sistem” diye çevirdiği tuhaf rozetlerden takar. Anlaşıldığı üzere
İngilizcesi kötüdür. Edebiyatı da. Öğretmeni “Bilginin efendisi olmak için
çalışmanın uşağı olmak gerekir” sözünü açıklayan bir kompozisyon yazmasını
istediğinde efendi ve uşak kelimelerini kullanarak kendini, şekerden yapılmış
kocaman pastanesinde çalışan pembe kuşaklı uşakların efendisi ve tabii ki
biricik prensesi olarak anlatır. O sistemin uşağı olmayacaktır, o kendi
sistemini kuracak, kendi dünyasında mutlu yaşayacaktır. Bu düşlerin etkisiyle
A.B. yazısında bir dağ başını, ceylanların su içtiği pınarı, pınarın yanı
başında çikolatalarla, şekerlerle süslenmiş kulübeye benzer kafeteryasını
anlatır. Akabinde hiçbir noktalama işaretini yerinde kullanmadığından ve makale
yerine masal yazdığından bir kere daha sıfır alır. O günün akşamında, yaptığı
kurabiyelerin resmini çekerek ve #sizhiç #hayallerinizden #sıfıraldınızmı
#benbikerealdım #köroldum diyerek instagramda paylaşır. Annesi görmez. A.B.
bahsi geçen dönemin sonunda karnesine düşen kırıklardan daha çok kırılarak bir
avuç dolusu hapla intihar eder. Haplar rengârenktir. Bu detay gereksizdir ama
olsun, bazı gereksiz detaylar öykünün çatısı için önemlidir. Başkalarının
çatısından atlayan ama kendi içine düşen A.B. bir kere daha müfredata aykırı
düşerek boğulur. Bir ceylan böyle vurulur.
A: Teşbihte hata vardır
B: Hüsn-i talil (tahlil de olabilir)
Soru: “Ne zaman seni düşünsem bir ceylan su içmeye iner”
dizesinde aşağıdaki söz sanatlarından hangisi vardır? (Aşağıdakiler
yukarıdadır)
Herhangi bir mart ayının, herhangi bir pazar günü, herhangi
bir akşam vakti, 18 yaşındaki lise son sınıf öğrencisi B.C. kendi evinde, kendi
damında, kendi çatısında ama başkalarının dünyasında ölü olarak bulunur. Filmi
geriye saralım. Başkalarının dünyasında ölü bulunan B.C. üniversite sınavlarına
hazırlanan genç bir erkektir. Amcasının yanında kalmakta, kendini ara sıra
sığıntı gibi hissetse de aynı zamanda bir yadigâr olduğunu da unutmamaktadır.
Polis olan babası, yine polis olan amcasıyla birlikte doğu görevini bitirmek
üzereyken PKK denen terör örgütünün karakola saldırısı sonucu şehit düşmüştür.
Amcasının kollarında can veren babasının son sözleri ise “Oğlum sana emanet,
okut, bizim gibi polis…” olmuştur. Olsun mu olmasın mı diye günlerce düşünen,
kaderin bir kelimeye getirilen olumsuzluk ekiyle değişebileceğine ve sözün
gücüne iman eden amcası, rahmetli polisliği severdi hem şehitlik az şey mi
diyerekten yemez, içmez, gezmez, ağlamaz, gülmez sırf bu son istek uğruna
yeğenini okutur. B.C. de hem bu vasiyetin hem de bu vaziyetin altında gün be
gün ezilerek ama babasının meşalesini devralacak olmanın ümidiyle emek vererek,
meşale yerine kalemleri kemirerek, kendini soru bankasına havale ederek, yer
yer havale geçirerek, asla ölmeyerek ama zaman zaman şıklara gömülerek, test
çözerek, çözülerek, düğümlenerek, eğilerek, bükülerek, büzülerek ders çalışır.
Güvercin besler arada. Evlerinin çatı katında. Uçurur. Uçakları güvercinlerle
vurur. Yerin yedi kat üstünde değil göğün yedi kat dibinde durur da ne zaman
bir uçak geçse yıllar önceki o saldırıyı, o andan sonra havalanan toz
bulutlarını, bulutların arasından bölgeye akın eden F-16’ları hatırlayıp tam
kalbinden değil tam beyninden vurulur. Hatırlamak beyninden vurulmuşa dönmenin
ve beyninden vuruldukça ölmemenin bir diğer adıdır çünkü. Ama B.C. sırf bu
acıyı bir daha yaşamamak için, babasının son isteğini yerine getirmek için,
damarlarında deli gibi özgürlük ve intikam dolaştığı için, hiç kimseye ve
hiçbir sisteme uşaklık yapamayacağı için ve hatta onları da bambaşka güçlerin
uşağı gördüğü için, bayrağını vatanın her köşesinde dalgalandırabilmek için.
Dalgalanmak ve kanatlanmak için YGS’ye ihtiyacı olmadığını bilse de, o engeli
de aşabileceğine inandığı için, için için, içten içe, gündüz gece, her saniye
polis olma düşleri kurar. Böyle düşler kurar ama düş kurmak senin neyinedir. Bu
cümle B.C.’nin iç sesidir. Ama o, iç sesine kulak asmadan çalışır, çok çalışır,
deli gibi çalışır, uşak olmamak için çalışır, uçaklar vurmasın diye çalışır.
Sonra bir Pazar günü, heyecandan adını bile unutan B.C.’nin kalbine ÖSYM’nin
verdiği rengârenk şekerler saplanır. Bu detay gereksizdir ama olsun, bazı
gereksiz detaylar öykünün çatısı için önemlidir. Sınav boyunca soru gibi değil
boru gibi tam seksen tane F-16’ya maruz kalan B.C. o günün akşamında, çatı
katında, güvercinlerinin yanı başında, babasının vasiyetini defalarca
hatırlayıp defalarca beyninden vurulmuşa döner de amcasının silahını tam
beynine dayayarak intihar eder. Bir kuş böyle vurulur.
Soru: Yukarıdakilerin hangisinde kuşların sindirim sitemiyle
ilgili verilen bilgilerden biri yanlıştır? (Yukarıdakiler soldadır)
B: Ah beni vursalar bir kuş yerine
Herhangi bir ağustos ayının, herhangi bir pazartesi günü,
herhangi bir akşam vakti, 28 yaşındaki C.D. kendi evinde, kendi apartmanında,
kendi boşluğunda ama başkalarının dünyasında ölü olarak bulunur. Filmi geriye
saralım. Başkalarının dünyasında ölü bulunan C.D. dört yıl önce bir eğitim
fakültesinin matematik bölümünden mezun olmuş ama bir türlü atanamamış genç bir
adamdır. Değişen sistemler, atama kriterleri ve tarihleri, kopyalar,
skandallar, sıralamalar, standart sapmalar, yoldan sapmalar ve birtakım saçmalıklar
derken her atama dönemini başarıyla kaçırmış; buna rağmen yılmamış, yıkılmamış,
kendini davasına ve sevdasına adamış bir öğretmen adayıdır. Davasına göre o,
farklı bir öğretmen olacak, ideallerini yaşatacak, sınıfını hayallerle
donatacak, asla ama asla bu maddeleşmiş sistemin uşağı olmayacaktır. Çünkü
sistemin kendisi de bir uşaktır ve C.D. uşağa uşaklık yapamayacak kadar onurlu
bir adamdır. Bu onurla apartmanın maddi durumu iyi olmayan ama kalbi durumuyla
tüm insanlığa fark atan çocuklarına ders vermekte; zaman zaman da köklü, üslü,
örüntülü ifadelerin arasına gerçek ve reel bir nişan koyup nişanlısını
düşünmektedir. Onunla evleneceği günü, kır düğününü, binecekleri atın tüyünü,
tüyün bile yükünü düşlemektedir. Düşlemektedir de bu şartlarda düş kurmak senin
neyinedir. Bu cümle C.D.’nin iç sesidir. Ama gerek içte gerekse dışta duyulan
tüm sesler seferber olmuş, C.D.’nin nasıl bir hayat yaşaması gerektiği üzerine
kafa yormuştur. Eve gelen hanım teyzelerden, sokakta karşılaşılan amcalara,
dayılara, abilere ve türevlerine varasıya dek herkes “Senin de yaşın geldi,
ufukta düğün yok mu, bi atanaydın gerisi kolay tabii, ee bu sene KPSS de
kolaymış, alımlar çokmuş, otuz bin diyolardı ya haberlerde, senin puanın kaçtı,
her yıl bi sürü adam alıyolar ya canım, çalışmıyon mu sen, ne barajı, ne
branşı, ne sıralaması, hımmm hayırlısı canım, nasip tabii, kısmet bu işler”
cinsinden ifadelerle C.D.’nin içinde coşan atlara, içine koşan atlara,
şahlanarak kalbi atan ama puanı tutmayan atlara kurşun sıkarlar. Atanamayan
değil başkaları tarafından atanmayan atları urganlarla, halatlarla, atları yine
atlarla boğarlar. C.D. mahallenin baskısını askıya alır, sabreder. Toplumun ve
sistemin uşağı olmamak için sebat eder. İçine atar ama kafasından atamaz, zira
kafası atsa, sisteme kafa tutsa bu sefer sistem onu atamaz. Öğretmen olarak.
Süreç öyle işler. Atamaların olduğu akşam C.D. çoktan seçmeli bir hayatın
apartman boşluğundaki demir askısına takılarak hiç yoktan düşmeli bir iple
kendi içine düşer. İp rengârenktir. Bu detay gereksizdir ama olsun, bazı
gereksiz detaylar öykünün çatısı için önemlidir. Çatıdan apartman boşluğuna
kaçan bir topla, hem de ders verdiği çocuklardan birinin çığlığıyla fark edilen
C.D. yelelerinden asılmış bir problem gibi kara duvarda durur. Bir at böyle
vurulur.
Soru: Çocukluğunda at çiftliğinde oynarken bir atın
tekmelemesi sonucu ayağı kırılan kişinin büyüyünce bütün tüylü hayvanlardan
korkması klasik koşullanmada hangi ilke ile açıklanır? (Şıklar her yerde
olabilir ki bu da çok şıktır)
C: Ayırt etme
D: Genelleme ya da Allah topunuzun belasını versin
Yılın bazı aylarında, bazı sınavlar sonrasında, Türkiye’de
pek şık ve rengârenk ölümler olur. Unutulur. Başkalarının dünyasında yaşamaya
devam edenler ise gömülmeden yaşayan azınlıklı çoğunluktur. Onlar her sınav
döneminde, toplum içinde ama kendilerinin dışında dönen bir sistemin dişlisinde
A.B.C.D.E serisinde, seri hâlde unutulur. Unutmak da bir tür ölümdür. Kimi
kendini kimi başkasını öldürür. Ve bu seri cinayetler öyle aleni işlenir ki
kimse merak edip de sormaz: Peki katil kim?
E: Uşak.
itibar 64, ocak 2106
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder