20 Ocak 2016 Çarşamba

YAZARIN İÇİNDEKİ ÇOCUK ÇOCUĞUN İÇİNDEKİ YAZAR



  Çocukluk belki nahif bakışların ve üslubun gölgesi altında anlatılabilir, anlatılmıştır da. Ama ergenlik öyle mi? Ergenlik yeterince anlatıldı mı sorusunu askıda bırakıp çocuklukla gençlik arasındaki bu ara dönemin insan kişiliğinin en azından iskeletini oluşturduğunu söylersem bahsedeceğim kitabın ruhuna yaklaşmış olabilirim. Gerçi bu cümle Emrah SERBES’in asla kurmayacağı sıkıcılıkta bir cümle oldu ya, neyse…

   Kitap “Anneannemin Son Ölümü” adlı hikaye ile açılıyor. Daha ilk cümledeki espri, nasıl bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu da haber veriyor:  “ Ellerindeki damarları ve yüzündeki kırışıklıkları görseniz yüz elli yaşında zannedersiniz oysa ki sadece seksen dört yaşında.”  Bu hikaye ile çocukluğu bir türlü kendine yakıştıramayan çocuklarla tanışıyoruz. Anne babasının kaybına üzülmeyen, anneannesiyle yaşayan – ki anneannesi de çocuk sayılır, kuzenleriyle kavgalı, henüz o yaşta bile kendiyle kavgalı kahramanımız kendini “aşkı” için İstiklal Caddesine vurmaktan çekinmez.

  Bu kitaptan bir hikaye seç deseler ben “Zannettiğin Gibi Değil”i seçerdim. Kitabın ruhuna en münasip hikaye bu belki. Okuru ters köşeye yatıran bu hikayede, büyümüş de küçülmüş tabirinin bile anlatmaktan aciz kaldığı bir mizahla ve sonlara doğru hazin gerçeklikle yüzleşiriz.

  “Korhan Ağbinin Kardeşi”nde küçük bir âşık var. Buradaki çocuk diğer hikâyelerdeki çocuklardan daha mahzun…

   “Denizin Çağrısı”  tatil anısının içinde saklı, o yaşın uzağında büyük cümleler ya da duyarlıkların anlatıldığı geriye ve ileriye dönük hayallerin denizlerine açılan, kitaptaki en klasik hikâye belki. Klasikten kastım diğer hikâyelerin rüzgârlarının burada sakinleşmesi. Buradaki çocuk zaten kitaptaki en küçük çocuk…

  “Cahide” hikayesinin ne anlattığı zaten adından belli deyip, okursanız anlarsınız demekle yetiniyorum.

   “Üst Kattaki Terörist” yazarın taraf tuttuğu bir hikâye. Ama okunduğunda zaten yazardan tarafa geçiyor okur.

   “Alçakgönüllü Arzular” ve “ Kimi Sevsem Çıkmazı” birbirine oldukça yakın yerlerden sesleniyor. Daha fazla spoiler vermeyeyim.


  Bu kitap mahallesi olan herkesin yaşadıklarının çok güzel bir toplamı aslında. Gerçekliği de, hüznü de, mizahı da tıpkı hayattaki gibi dengeli. Ben okurken yaşadığım ve yaşayamadığım pek çok şeyi hatırladım. Ve kitap boyunca bıçkın kelimesi de benimle beraber gezindi durdu sayfalarda. Salinger’in ölümsüz kahramanı Holden Caulfield de eşlik etti tabi bu serüvene…

  “ Hüzün istemiyoruz ya hu” demişti bir arkadaşım beni kahkahaya boğarak. Hüznün hikâyelerden üzerimize boca edilmesini kanıksadık belki. Ama bu kitap, derin bilinç akışlarını, ailenin çocuğu yonta yonta büyüten darbelerinin sıkıntısını, bir ölümün insanda bıraktığı yeisi, aşkın hep sızıya dönüşen küçük ya da büyük yaşanmışlıklarını kahramanın ruhunu büyük cümlelerle teşhir ederek yapmıyor. “Bu kitabı ruhumla yazdım” dese de yazar o ruh hüzün şampiyonluğuna soyunmuyor hikâyelerde. Sokak, arkadaşlıklar, hayat hep devreye giriyor. Ve bu kitaptaki çocuklar yalnız değiller aslında.


      Emrah SERBES’in sekiz hikâyesini bir araya getiren ERKEN KAYBEDENLER, kaybın içerisine doğmuş çocukların, büyüdükçe kaybeden çocukların ve tek bir çocuğun romanı gibi de okunabilecek hayat hikâyeleri içinde parça parça ya da paramparça büyüyen çocukların ya da çocuğun hikâyesi… Neyi kaybettikleri veya erken yaşta kazandıkları mukavemet onlara ne kazandırdı sorusunun cevabı için Emrah SERBES’in belki de minör bir “Tutunamayanlar” yazması gerekiyor. Yazabilir de.
  
   Velhasıl ERKEN KAYBEDENLER fırlama bir kitap... Akıcı, matrak, kurgusu sağlam, keyifle okunan…

   Böyle kitaplar lazım ya hu!


  
   ERKEN KAYBEDENLER, EMRAH SERBES, İletişim Yay. 2009


şubat 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder