29 Kasım 2014 Cumartesi
27 Kasım 2014 Perşembe
26 Kasım 2014 Çarşamba
24 Kasım 2014 Pazartesi
trapezin elleri
Müminler kardeştir
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden dağların başına resim olan keklikleri
Bekleyip bir ağacın gölgesine yatarak
Vururlar ve kan hiçbir şeydir onlar için.
Şehirden köylere eskimiş diye gönderilen elbiselerin
Kederini de bilmezler
Çünkü modadır unutmak.
Parmağını prize şaşkınlıkla sokan çocuklara
Ceza verirler otobanlarda ateş aldıkları levhaları unutup.
Şiir yazar ve sadece korkudan şarkı söylerler
Oysa mercedesi olanın umudu artık kalmamıştır.
Zorbalaşırlar, sevişmekten gövdelerinde yer kalmayınca
Ve enteresan bir aşktır tekrar koca evine dönmek
İhanetin gözleri yataktan beri yoktur
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden dağların başına resim olan keklikleri
Bekleyip bir ağacın gölgesine yatarak
Vururlar ve kan hiçbir şeydir onlar için.
Şehirden köylere eskimiş diye gönderilen elbiselerin
Kederini de bilmezler
Çünkü modadır unutmak.
Parmağını prize şaşkınlıkla sokan çocuklara
Ceza verirler otobanlarda ateş aldıkları levhaları unutup.
Şiir yazar ve sadece korkudan şarkı söylerler
Oysa mercedesi olanın umudu artık kalmamıştır.
Zorbalaşırlar, sevişmekten gövdelerinde yer kalmayınca
Ve enteresan bir aşktır tekrar koca evine dönmek
İhanetin gözleri yataktan beri yoktur
Müminler kardeştir
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden tütüncü dükkânlarında trapezi över
Ama uzatmazlar kimseye ellerini.
Savaş günleri olmasa bile ekmek kuyruklarında torpil ararlar
Birkaç adım önde olmak için / Park etmiş araba iyi bir bahanedir
Çağ atlarlar ama bilmezler
Acıya dokunmadan düşmenin bir önemi olmadığını.
Bütün düşünceleri kazanmak üzerinedir
Aşkta kaybetmeyi borsada kaybetmeye tercih ederler
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden tütüncü dükkânlarında trapezi över
Ama uzatmazlar kimseye ellerini.
Savaş günleri olmasa bile ekmek kuyruklarında torpil ararlar
Birkaç adım önde olmak için / Park etmiş araba iyi bir bahanedir
Çağ atlarlar ama bilmezler
Acıya dokunmadan düşmenin bir önemi olmadığını.
Bütün düşünceleri kazanmak üzerinedir
Aşkta kaybetmeyi borsada kaybetmeye tercih ederler
Müminler kardeştir
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden çıkardıkları yasalara uygun birer ecnebi olur
Adliyede; bir hastaya yalandan bakan hastabakıcı gibi
Müvekkiline ilgi gösteren avukatlardan kanunlarda yırtık isterler.
Çünkü hiçbir mısranın sevgilisi olamamışlardır.
Devletin koridorlarına sığınıp pencereden baktığı boşluk olmasa
Varlığı anlaşılmayacak olan hademenin ölümünü
Kütükte açılacak bir kişilik kontenjan olarak algılarlar
Onlara göre yoksulluk kışla başlar, yazla biter
Ama bilmezler
Yaşamak varlığın kanıtı değildir
İşte bu yüzden öldürürler birbirlerini
İşte bu yüzden çıkardıkları yasalara uygun birer ecnebi olur
Adliyede; bir hastaya yalandan bakan hastabakıcı gibi
Müvekkiline ilgi gösteren avukatlardan kanunlarda yırtık isterler.
Çünkü hiçbir mısranın sevgilisi olamamışlardır.
Devletin koridorlarına sığınıp pencereden baktığı boşluk olmasa
Varlığı anlaşılmayacak olan hademenin ölümünü
Kütükte açılacak bir kişilik kontenjan olarak algılarlar
Onlara göre yoksulluk kışla başlar, yazla biter
Ama bilmezler
Yaşamak varlığın kanıtı değildir
Bülent Parlak
18 Kasım 2014 Salı
17 Kasım 2014 Pazartesi
16 Kasım 2014 Pazar
ben var ölmek, ülkü tamer
Ben var ölmek
İstemek bir boyalı tebeşir
Karalamak ölümü
Ondan sonra gidilir
Bir uzansam çatıya
Kuş uçursam ilmikten
Ağzında cam kırığı
Keser ipimi birden
Dokusam kadehimi ince bir arsenikle
Kandırır tezgahımı, dostluk kurar mekikle
Suda görsem kendimi bakarım ayna olmuş
Ne kemik tarağı var, saçımdaysa üç yüz kuş
Ben var ölmek
İstemek, vişne renkli bir balta
Tırnaklarımı kesmek
Sonra atlamak, ata
pişmanlık
Mantes'da
"Saval Baba" olarak bilinen Bay Saval yeni kalkıyordu yatağından.
Dışarıda yağmur yağıyor. Hüzünlü bir sonbahar günü; yapraklar dökülüyor.
Yağmurla birlikte usul usul düşüyorlar. Daha yoğun, daha yavaş başka bir yağmur
gibi düşüyor yapraklar.
Bay Saval'in keyfi yok. Şömineden pencereye, pencereden şömineye gidip geliyor. Yaşamda, bazen, iç karartıcı günler vardır. O artık altmış iki yaşındadır ve yaşamında bundan böyle hep karanlık günler olacaktır. Yalnız, evde kalmış, kimsiz kimsesizdir. Ne acı böyle yapayalnız, gerçek sevgiden yoksun ölmek!
Bay Saval'in keyfi yok. Şömineden pencereye, pencereden şömineye gidip geliyor. Yaşamda, bazen, iç karartıcı günler vardır. O artık altmış iki yaşındadır ve yaşamında bundan böyle hep karanlık günler olacaktır. Yalnız, evde kalmış, kimsiz kimsesizdir. Ne acı böyle yapayalnız, gerçek sevgiden yoksun ölmek!
Bomboş,
çırılçıplak yaşamını düşünüyor. Geçmişini, ta çocukluğunu, evini, ailesiyle
birlikte yaşadığı evini; lise yıllarını, gezintilerini, Paris'te hukuk
yıllarını hatırlıyor. Sonra da babasının hastalığı ve ölümünü. Annesinin yanına
geri dönmüştü. Yaşlı kadın ve genç adam, birlikle, herhangi bir beklentileri
olmadan sessiz sedasız sürdürmüşlerdi yaşamlarını. Daha sonra, o da ölmüştü. Ne
kötü şey şu yaşam!
Şimdi
yalnız kalmıştı. Ve çok yakında sıra onundu, o da ölecekti. Kaybolup gidecek ve
her şey bitecekti. Artık yeryüzünde Bay Saval olmayacaktı. Ne korkunç şey bu!
Diğer insanlar yaşayacaklar, birbirlerini sevecekler, güleceklerdi. Evet,
insanlar eğlenecekler, ama o olmayacaktı. Ne garip ölümün önüne
geçilemeyeceğini bile bile neşelenmek, eğlenmek, gülmek. Ölüm olası bir şey
olsaydı bari, bir umut kapısı olabilirdi hiç değilse. Ama yoo… kaçınılmazdı
ölüm, tıpkı gündüzün ardından gecenin gelişi kadar kaçınılmaz.
Dolu bir yaşamı olmuş olsaydı hiç değilse! Bir şeyler yapmış, serüvenler yaşamış, büyük zevkler tatmış, başarılara, her türden doyumlara ulaşmış olsaydı! Hiç, ama hiçbir şey yapmamıştı. Uyumak, aynı saatlerde yemek yemek ve yatmaktan başka hiçbir şey. Ve böylece altmış iki yaşına kadar gelmişti.
Dolu bir yaşamı olmuş olsaydı hiç değilse! Bir şeyler yapmış, serüvenler yaşamış, büyük zevkler tatmış, başarılara, her türden doyumlara ulaşmış olsaydı! Hiç, ama hiçbir şey yapmamıştı. Uyumak, aynı saatlerde yemek yemek ve yatmaktan başka hiçbir şey. Ve böylece altmış iki yaşına kadar gelmişti.
Diğer
erkekler gibi evlenmemişti bile. Neden? Evet, neden evlenmemişti? Oysa
evlenebilirdi çünkü fakir sayılamayacak kadar mala mülke sahipti. Acaba eline
fırsat mı geçmemişti? Belki de! Ama fırsatları insan kendisi yaratmaz mı!
Uyuşuktu. Evet bütün sorun buydu. Uyuşukluk onun en büyük derdi, kusuru, en
kötü yanıydı. O kadar çok insan uyuşukluğu yüzünden yaşamını boşa harcar ki!
Bazı insanlar için kalkmak, hareket etmek, adım atmak, konuşmak, sorunlara kafa
yormak ne büyük iştir!
Sevilmemişti bile, hiçbir kadın aşkından mest olup göğsünde uyumamıştı. Beklemenin o tadına doyulmaz sıkıntısını, sabırsız bir elin o kutsal ürpertisini, coşkulu bir tutkunun hazzını hiç yaşamamıştı.
Sevilmemişti bile, hiçbir kadın aşkından mest olup göğsünde uyumamıştı. Beklemenin o tadına doyulmaz sıkıntısını, sabırsız bir elin o kutsal ürpertisini, coşkulu bir tutkunun hazzını hiç yaşamamıştı.
Dudaklar ilk kez karşılaştıklarında, sarmaş dolaş dört kolun tek varlığa, birbirleri için çıldıran iki kişinin son derece mutlu tek bir varlığa dönüştüğü sırada, gönül nasıl da insanüstü bir mutlulukta dolup taşar.
M.
Saval, üstünde sabahlığı, ayaklarını ateşe uzatmış oturuyordu. Hiç kuşkusuz,
başarısız olmuştu yaşamında, gerçekten başarısız. Ama, aslında o sevmişti.
Gizlice, acılar içinde ve her işte olduğu gibi uyuşuk uyuşuk sevmişti. Evet,
eski bir arkadaşı olan Sandres'ın karısı, kendisinin de eski dostu, Bayan
Sandres'ı sevmişti. Ah, keşke onu, genç kızken tanımış olsaydı! Ne yazık ki çok
geç karşılaşmıştı onunla, o evliydi. Hiç şüphesiz evlenmek isterdi onunla! Onu
daha ilk günden ve hiç vazgeçmeden öyle sevmişti ki!
Onu her gördüğünde nasıl heyecanlandığını, her ayrılışlarında nasıl hüzünlendiğini, onu düşünmekten gözüne uyku girmeyen geceleri hatırladı. Sabahları hep, akşamkinden daha az âşık uyanırdı. Neden acaba?
Onu her gördüğünde nasıl heyecanlandığını, her ayrılışlarında nasıl hüzünlendiğini, onu düşünmekten gözüne uyku girmeyen geceleri hatırladı. Sabahları hep, akşamkinden daha az âşık uyanırdı. Neden acaba?
O,
bir zamanlar ne kadar güzel ve şirindi. Sarışın, kıvırcık saçlı ve güleçti!
Sandres ona göre bir adam değildi. Şimdi, elli iki yaşındaydı Bayan Sandres.
Mutlu görünüyordu. Ah keşke o zamanlar, o da, kendisini sevmiş olsaydı! Peki
ama neden sevmemişti ki Saval'i, Saval onu, Bayan Sandres'ı bu denli sevmişken?
Hiç
değilse bir şeyler olduğunu tahmin edebilseydi. Hiçbir şey sezmemiş, hiçbir şey
görmemiş, hiç anlamamış olabilir miydi? Anlasaydı ne düşünürdü acaba? Eğer
onunla konuşsaydı, cevabı ne olurdu?
Saval daha binlerce soru sordu kendi kendine. Yaşamını yeniden kafasında canlandırıyor, birçok ayrıntıyı yeniden yakalamaya çalışıyordu.
Sandres'ın
evinde, karısının genç ve olağanüstü çekici olduğu zamanlarda, birlikte
geçirdikleri uzun akşamlar aklına geliyordu.
Kadının, kendisine söylediği sözleri, sesinin tınlamasını, o anlam yüklü sessiz gülümsemeleri hatırlıyordu.
Kadının, kendisine söylediği sözleri, sesinin tınlamasını, o anlam yüklü sessiz gülümsemeleri hatırlıyordu.
Seine
nehri boyunca yaptıkları üçlü gezintileri, Sandres kayma kamlıkta memur olarak
çalıştığından, sadece pazar günleri, kırlarda yedikleri öğle yemeklerini
hatırlıyordu. Ve birden, çok net olarak, nehir kıyısında küçük bir koruda,
onunla birlikte geçirdiği bir öğleden sonrayı hatırladı.
Yanlarına
paketlerde erzaklarını da alarak sabahleyin çıkmışlardı evden. Canlı bir
ilkbahar günüydü. İnsanın aklını başından alan o günlerden biriydi. Her şeyin
güzel koktuğu, herkesin mutlu göründüğü günlerden. Kuşların daha neşeli öttüğü,
kanatlarını daha hızlı çırptıkları günlerden bir gün. Güneşin sıcaklığıyla
kavrulan suyun kenarında, kavakların altında, otların üstünde yemeklerini
yemişlerdi. Hava ılıktı, öz su kokularıyla dolu bu havayı zevkle içlerine
çekiyorlardı. Gerçekten güzeldi hava o gün!
Yemekten
sonra Sandres sırtüstü yatıp uyuyakalmıştı. Uyandığında söylediğine göre,
"ömrünün en tatlı uykusunu" çekmişti.
Bayan Sandres, Saval'in koluna girmiş ve birlikte kıyı boyunca yürümüşlerdi. Ona yaslanmış, gülerek şöyle demişti: "Sarhoşum, sarhoş mu sarhoş." Renginin uçtuğunu hissedip, bakışlarının fazla ileri gitmesinden, elinin titremesiyle sırrının açığa çıkmasından korkup, iliklerine kadar titreyerek bakmıştı kadına.
Bayan Sandres, Saval'in koluna girmiş ve birlikte kıyı boyunca yürümüşlerdi. Ona yaslanmış, gülerek şöyle demişti: "Sarhoşum, sarhoş mu sarhoş." Renginin uçtuğunu hissedip, bakışlarının fazla ileri gitmesinden, elinin titremesiyle sırrının açığa çıkmasından korkup, iliklerine kadar titreyerek bakmıştı kadına.
Kadın,
uzun otlardan ve su zambaklarından kendine bir taç yapmış ve "böyle
hoşunuza gidiyor muyum?" diye sormuştu.
Cevap vermediğini görünce, – çünkü ne diyeceğini bilememişti, ama dizlerine kapanabilirdi – kadın gülmeye başlamıştı. Hoşnutsuz bir gülüşle suratına şöyle haykırmıştı: "Koca aptal, sen de! İnsan bir şey söyler!"
Cevap vermediğini görünce, – çünkü ne diyeceğini bilememişti, ama dizlerine kapanabilirdi – kadın gülmeye başlamıştı. Hoşnutsuz bir gülüşle suratına şöyle haykırmıştı: "Koca aptal, sen de! İnsan bir şey söyler!"
Söyleyecek
tek söz bulamamanın sıkıntısıyla neredeyse ağlayacaktı.
Şimdi
bütün bunlar bir bir, ilk günkü netliğiyle aklına geliyordu. Ona neden böyle
demişti ki: "Koca aptal, sen de! İnsan bir şey söyler!"
Kadının
kendisine nasıl da sevgiyle yaslandığını hatırladı. Eğik bir ağacın altından
geçerlerken, kulağını yanağının üstünde hissetmiş ve kadının bu teması kasıtlı
olarak yaptığını düşünmesinden korkarak, birden geri çekilmişti.
"Artık
dönme zamanı gelmedi mi?" dediğinde, kadın öyle garip bir bakış
fırlatmıştı ki ona. Evet, gerçekten çok tuhaftı bakışı. O zamanlar hiç
düşünmemişti, ama şimdi iyi hatırlıyordu bunu.
"Nasıl isterseniz, dostum, eğer yorgunsanız dönelim."
O,
"hayır yorgun olduğumdan değil, ama Sandres belki uyanmıştır" diye
cevap vermişti.
"Eğer
kocamın uyanmış olmasından korkuyorsanız başka tabii ki, dönelim öyleyse!"
Geri
dönerlerken kadın suskundu ve artık koluna yaslanmıyordu. Neden?
Bu
"neden"i daha önce hiç sormamıştı kendine. Şimdi, hiç anlamadığı bazı
şeylerin farkına varır gibiydi.
Yoksa?..
Yoksa?..
Bay
Saval kızarmaya başladı, şimdi, otuz yaş daha gençken Bayan Sandres'in ona:
"Sizi seviyorum!" dediğini işitir gibiydi. Perişan bir halde doğruldu
yerinden. Bu mümkün müydü? İçine düşen bu kuşku ona acı veriyordu. Kendisi bunu
fark etmemiş, görmemiş olabilir miydi?
Ah!
Ya bu doğruysa, ya böyle farkına varmadan mutluluğu elinden kaçırdıysa! Kendi
kendine, "bunu öğrenmek istiyorum, böyle şüphe içinde kalamam, bilmeliyim!"
dedi.
Hemen,
alelacele giyindi. "Ben altmış iki, o ise elli sekizinde, ona böyle bir
şeyi pekâlâ sorabilirim," diye düşündü.
Ve evden çıktı.
Ve evden çıktı.
Sandres'ın
evi yolun öbür tarafında, kendi eviyle neredeyse karşı karşıyaydı. Eve vardı.
Tokmak sesinden hemen sonra genç hizmetçi kız açtı kapıyı.
Hizmetçi
kız karşısında onu görünce şaşırdı: "Hayrola, Bay Saval, bu saatte siz,
bir şey mi oldu?"
"Hayır
kızım, git hanımına kendisiyle hemen konuşmak islediğimi söyle," dedi
Saval.
"İyi
de, hanımefendi kış için armut reçeli yapıyor, şu an fırında ve giyinik değil,
anlarsınız ya…"
"Evet,
ama çok önemli olduğu söyle ona."
Genç hizmetçi içeri gidince Saval büyük adımlarla, sinirli sinirli dolaşmaya başladı salonda. Aslında kafası hiç de karışık değildi. Ah! ona bir yemek tarifini sorar gibi soracaktı. Altmış iki yaşındaydı artık!
Kapı
açıldı ve o göründü. Yanakları dolgun, gülüşü donuk, kocaman, yuvarlak ve
şişman bir kadındı o artık. Elleri vücudundan uzak, elbisesinin kollarını
yukarıya kadar kıvırmış, çıplak kollarından şerbetler akarak geldi. Endişeli
bir sesle: "Neyiniz var dostum, hasta değilsiniz ya?" diye sordu.
"Hayır
sevgili dostum, benim için son derece önemli, içimi kemiren bir konuda bir şey
sormak istiyorum size. Bana dürüstçe cevap vereceğinize söz veriyor
musunuz?" dedi adam.
Kadın
gülümsedi.
"Bakın! Ben, her zaman açık sözlüyümdür."
"Söylüyorum işte. Sizi ilk gördüğüm günden beri sevdim. Bunun farkında mıydınız?"
Gülerek,
geçmiş zamanlardakini andıran bir ses tonuyla cevap verdi. "Hadi sen de,
koca aptal! İlk günden gördüm bunu!"
Saval
titremeye başladı. "Biliyor muydunuz?.. Peki…" diye mırıldandı Saval.
Ve sonra sustu.
"Peki?..
ne?" diye sordu kadın.
"Peki…
ne düşünüyordunuz?.. ne… ne… olurdu cevabınız?" diye yeniden konuştu Saval.
Kadın
daha çok güldü bu kez. Şerbet damlaları parmaklarından akıp parkeye
dökülüyordu.
"Ben mi?.. Ama siz bana hiçbir şey sormadınız ki. Bunu söylemek bana düşmezdi!"
Bunun üzerine adam, kadına doğru bir adım attı.
"Peki
öyleyse, Sandres'ın kırda, yemekten sonra uyuyup kaldığı günü, hani dönemece
kadar birlikte gittiğimiz günü hatırlıyor musunuz?"
Bir
süre sustu. Kadın da gülümsemiyordu artık ve onun gözlerinin içine bakıyordu.
"Tabii
ki hatırlıyorum."
Titrek
bir sesle konuşmasını sürdürdü adam.
"Peki… eğer… eğer o gün… ben atılgan davransaydım… ne yapardınız?"
Mutlu ve pişmanlık duymayan bir kadın edasıyla gülümsedi ve hafif alaylı, net bir sesle ve dürüstçe şöyle dedi:
"Kabul ederdim, dostum."
Sonra
arkasına dönüp hızla reçellerine doğru gitti.
Saval
sokağa çıktı. Büyük bir felaketten sonra yeryüzüne inmiş gibiydi. Yağmurun
altında, hızlı adımlarla, sağına soluna bakmadan, nereye gittiğini bilmeden,
ırmağa doğru yürüyordu. Kıyıya vardığında sağa dönüp, ırmak boyunca yürümeye
devam elti. Bir iç dürtüyle uzun süre yürüdü. Giysileri yağmurdan sırılsıklam
olmuş, şapkasının şekli bozulmuş, paçavraya dönmüştü. Çatı gibi sapır şapır
sular akıyordu üstünden. O dosdoğru gidiyordu, devam ediyordu yoluna. Anısı
yüreğini yakan, çok önceleri, bir gün, birlikte öğle yemeği yedikleri o yerde
bulmuştu kendini.
Orada,
çıplak ağaçların altında oturdu ve ağladı.
Guy de Maupassant
14 Kasım 2014 Cuma
ben ve uzun heceleri kent
Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam
Sana uzun heceli bir kent vereceğim
Girilince kapıları yitecek ve boş!
Sana uzun heceli bir kent vereceğim
Girilince kapıları yitecek ve boş!
Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
ece ayhan, zambaklı padişah
bölge
Evler
ve insanlarla ağaçlar mimarın yaptığı
hepsini görürsün kahvenin penceresinden
yakında öyle yaşlanacağım ki her zaman olduğu gibi
başlayacağım çalışmaya özelliklerimin tarihini.
hepsini görürsün kahvenin penceresinden
yakında öyle yaşlanacağım ki her zaman olduğu gibi
başlayacağım çalışmaya özelliklerimin tarihini.
Fakat
doğanın yüzü ılık
dünyanın
sonuna kadar.
İlkbahar günleri bulanık anı kokarlar,
el, nefes almayı hızlandırır.
orman bir akademidir barbarların tahrip ettiği,
rüzgarda işitilir
yokedilen kuşların türküsü.
İlkbahar günleri bulanık anı kokarlar,
el, nefes almayı hızlandırır.
orman bir akademidir barbarların tahrip ettiği,
rüzgarda işitilir
yokedilen kuşların türküsü.
Milyonlarca
karahindiba-güneşinin kokusu
sonunda uyanıyorum
dünyaya açıklama gerekmez
Köpek havlar: defolur.
Buraya ayakkabılarınla gelme.
sonunda uyanıyorum
dünyaya açıklama gerekmez
Köpek havlar: defolur.
Buraya ayakkabılarınla gelme.
Pentti Saarikoski
kaçışa gazel
Birçok
kere yitirdim denizde kendimi
Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım
Dilim sevgiyle,acıyla dolu.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Bazı çoçukların kalbinde yitirdiğim gibi.
Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım
Dilim sevgiyle,acıyla dolu.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Bazı çoçukların kalbinde yitirdiğim gibi.
Kimse
yoktur duymasın öpüşürken
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.
Çünkü
aranır alında güller
O katı görünüşlü kemiklerin,
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.
O katı görünüşlü kemiklerin,
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.
Bazı
çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya; suyu bilmeden,
Beni çürütecek,ışık yüklü ölümleri.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya; suyu bilmeden,
Beni çürütecek,ışık yüklü ölümleri.
Federico
Garcia Lorca
13 Kasım 2014 Perşembe
piyanolu ases
Ben piyano çalıyorum sen orada kaç yıl
Saçlarını at sevmeyi değiştiriyor çünkü
Ellerini at gözlerini at dudaklarını at yoksa
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa
Saçlarını at sevmeyi değiştiriyor çünkü
Ellerini at gözlerini at dudaklarını at yoksa
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa
Senin gökyüzün benim gökyüzümden piyanolu
Kirpiklerini at gözlerini öpüyorum çünkü
Kaşlarını at ağzını at kulaklarını at
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa
Kirpiklerini at gözlerini öpüyorum çünkü
Kaşlarını at ağzını at kulaklarını at
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa
Ben senin dişlerinle gülüyorum daha ne
Senin yıldızların her gece Beethoven li
Piyanoyu al seni düşünmeyi tutuyor çünkü
Ben seni sevdalıyorum sen orada kaç yıl
Senin yıldızların her gece Beethoven li
Piyanoyu al seni düşünmeyi tutuyor çünkü
Ben seni sevdalıyorum sen orada kaç yıl
Salah BİRSEL
bendedir
Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan, Kime ne, aşılmaz duvar bendedir, Süslenmiş gemiler geçse açıktan, Sanırım gittiği diyar bendedir. Yaram var, dövemez havanlar merhem; Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem. Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem; Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir. Necip Fazıl Kısakürek |
12 Kasım 2014 Çarşamba
9 Kasım 2014 Pazar
sessizlik
Biz o kadar ağladık ki beraber,
Gözyaşları doldurdu avucumu şimdilik.
Şimdilik uzun uzun, bambaşka bir sessizlik
Yavaşça alçalarak, yavaşça bizi dinler.
Etrafta kalan sesler kesildi birer birer.
Hatırlamaz olmuşum, her şey uzakta, silik.
Yalnız senin vücudun... Ah içte bir içimlik
Bir su gibi ellerin avucumda serinler.
Vücudunun gölgesi bak yerde gölgemle bir,
Yeni bir nefes gibi sessizlik göğsümdedir.
Sessizlik içerime doluyor yudum yudum.
Dolu bir yelken gibi göğsümde genişleyiş,
Ve öyle için için, ve öyle geniş geniş.
Ben hiç bir şey duymadan, ben yalnız seviyorum.
ziya abi
6 Kasım 2014 Perşembe
tırtıl
Yeryüzünün sahibinin adını anarak çoğalıyor
Azami kırk gün yürüsün bu çağla renginde zamanla
Koysun gördüklerini belleğin simsiyah köşesine
Koşsun kendi rüzgarını geçen atların ülkesine
Bin nefes versin ayrılmadan gündüzle gece
İçinde birliği yaşatan yapraklarını emerek
Sallanan saçlarında damıtsın ıslak hevesleri burkarak
Kessin tepelerden inerken şehrin aynasına çarpıp
Çakal seslerine demir seslerine su seslerine karışarak
Toparlan tırtıl kollarımdan karıncalar göçüyor sana
Bin ah işitip öyle varacak yanına kelebek kanatlar
Al beni kıskandır doğmamış çocukları sütlü otları
Çarp bir cin yüzü gibi musallat aynalara
Uzak böceklerin iplerinden doku
İlmek at geç yavaş yavaş konuşmasına insanlığın
Kireç beyazı alnına hastaların ulaşsın
Yansın su demlenen çay kaşığında kiremit
Kaldırımda kadın kaldırımda erkek kaldırımda yılgınlık
Canın beyaz demiştin unutuşun kara
Ciltli kitaplar domino taşları kazıyor aklını
Zencefil kokusuyla baygınsın nasılsa
Dünya döndükçe uzasın tırtılın yolu
Sürsün kem gözlerden ırağa aynı anda
Hürlüğün dört duvar arasında yanan kağıtla
Durmadan sabır damlar çeşmelerden sarnıçlardan yüzümüzden
Bilmeden söz söylesem tırtıl yürür tırnaklarımdan içeriye
Bir daha boyana boyana pörsür şehir
Sen tırtıl gibi başkalaştın kurt
Eğlen ve çiziklerinden cumaları ayır
Topla kendini, yürü çarşılara
Ömrünü uzatamayan bir kelebek olmaya
Bu kısa pantolonlu çocuklar bu tene çakılan güneş
Ayıp şeylerden kızaran yüz ve büyükse tırtıl
Namlularını çevirsin vakitsiz derinlerden
Taşrada kaşlar dağların omzunda küllerin altında seni kim harlasın
Tırtıl kendini toplayıp bıraksın aklığa
Bir odanın kapısı çarpıyor diğer tarafa geçiyorsun
Birdenbire her şey kaşla göz arasında
Adem YAZICI
sergey yesenin / kandırmak istemem kendimi
Kandırmak istemem kendi kendimi,
Ama sisli yüreğimde hep bir kaygı var.
Bilmiyorum niçin bana, O Yesenin rezili
Bilmiyorum niçin bana, O şarlatan diyorlar.
Bilmiyorum niçin bana, O şarlatan diyorlar.
Ne bir cani ne de bir haydutum ben,
Masumları kurşuna da dizmedim, dizdirmedim.
Yoldan geçenlere durmadan gülümseyen
Bir sokak serserisiyim o kadar.
Masumları kurşuna da dizmedim, dizdirmedim.
Yoldan geçenlere durmadan gülümseyen
Bir sokak serserisiyim o kadar.
Sabahtan akşama değin gezinmekteyim
Moskova yollarında muzip ve mağrur,
İnsan sevmeyen başıboş köpekler,
Ayak sesimi işitir işitmez durur.
Moskova yollarında muzip ve mağrur,
İnsan sevmeyen başıboş köpekler,
Ayak sesimi işitir işitmez durur.
Kardeşçe başını eğip selamlar beni,
Karşılaştığım her uyuz beygir.
Gönül yoldaşıyım tüm hayvanların.
Hastadır, bir şiir yazarım iyileşir.
Karşılaştığım her uyuz beygir.
Gönül yoldaşıyım tüm hayvanların.
Hastadır, bir şiir yazarım iyileşir.
İstemiyorum kadınların hoşuna gitmek.
Ahmakça kaygılarla çarpmamalı bu yürek.
Hüznümü boğmak üzre bana katırların
Önüne serpilmeye bir avuç arpa gerek.
Ahmakça kaygılarla çarpmamalı bu yürek.
Hüznümü boğmak üzre bana katırların
Önüne serpilmeye bir avuç arpa gerek.
Bambaşka bir düzenin kanunuyum ben.
İnsanlara da dostluk duymam, asiyim.
Hazırım en güzel kravatımı hemen
Boynuna takmaya şu sersefil köpeğin.
İnsanlara da dostluk duymam, asiyim.
Hazırım en güzel kravatımı hemen
Boynuna takmaya şu sersefil köpeğin.
Ancak böyle düzelir, bulurum keyfimi,
Dağılır içimde sis, bir güneş doğar.
Ve işte bundan bana, O Yesenin rezili
Ve işte bundan bana, O şarlatan diyorlar.
Dağılır içimde sis, bir güneş doğar.
Ve işte bundan bana, O Yesenin rezili
Ve işte bundan bana, O şarlatan diyorlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)