Hangi
burçta doğdunuz? Şu veya bu! Burç yorumlayıcılarının, yıldız fallarına bakarak
insanlara, yakın gelecek müjdeleri vermelerine ya da yaklaşan bir felâkete
karşı onları uyarmalarına inanmam ya; şiirdeki burçların, olasılıklardan ötede,
az değişir bazı gerçeklerin göstergesi olduğu görüşündeyim.
Bence
her şair, şiir hayatı boyunca, üç burçtan: Gurbet, hasret ve hikmet
burçlarından geçiyor, ilki gurbet burcudur; şair önce bir süre bir gurbeti
yaşar. Sanki Robinson gibi, ıssız bir adaya düşmüştür. Sağda solda eline
geçirdiği öteberiyle kendine bir barınak yapar. Bir korunma içgüdüsü, onu,
bulduklarıyla bir yapı, bir çatı kurmaya ve varlığını böylece kanıtlamaya
zorlar. Tam bilincinde değildir yazdıklarının ve bu dönemde raslantının payı
büyüktür. Beğenisi sağlam temellere oturmamıştır. Beğendikleri, iyi şairler de
olabilir, kötü şairler de. Gününün ustalarına raslamışsa, bu onun için bir
şanstır. Onlar gibi yazar; onlardan farksız da, onlardan iyi de yazabilir. Ne
var ki özentidir, taklit ve kendini arayıştır bu dönem ürünleri. Yeri, zamanca
kendine yakın bir kaç kuşak içinde bir şairin tekrarıdır. Gurbet burcudur bu.
Burada ne kadar kalınacağı şairine göre değişir.
Sonra
sıra ikinci döneme, hasret burcuna gelir. Şair, kendi şiirini özlüyor,
gurbetlerde oyalanmanın zaman kaybından başka bir şey olmadığını gördü.
Yazdıklarında ne kadar kendisi, ne oranda başkaları olduğunu gördü. Kendine
özlemiyle dolmuştur. Yoğunlaşır, belirginleşir bu özlem. Şimdi şikâyetleri,
tedirginlikleri kişisel biçimlere girer, kendi bakış açısını, kendi yazış
biçimini bu süreçte bulur. Saplantıları, inançları dikeyinde derinleşir.
Sularda halkalar eşmerkezlidir, kıyılara daha sert çarpar. Şair, büyülenmiş
gibi, içinde uzayıp giden kendi kervanının peşinde, asıl bu hasret döneminde,
önleyemediği bir güçle kendini, kendi dünyasını aktarır bize.
Zaman
geçer, birden görür: Çevreyi, dünyayı dilediğince bir biçime sokmanın zorluğunu
görür. Mutluluk (çapı belli bir çevrenin ya da çok geniş bir alanın, diyelim
dünyanın mutluluğu) hâlâ gerçekleşmemiştir. Bunu anlar. Anlar kî, kendi küçük
özlemlerini bile gerçekleştirememiş, yakın çevreyi bile değiştirememiştir.
Gösterdikleri, hatırlattıklarıyüzde kaçuygulanmış, sözüne dereceye kadar
geçerli olmuştur; görür, yazdı da ne oldu!
O
zaman hikmet burcuna girer. Hikmet çapraşıktır ve çok az değişir. Geçmişin
büyük şairlerini o zaman anlar. Niçin her biri bir yerde kötümser olmuş,
dışımızdaki zamanın içimizdeki vakti nasıl çabuk tükettiğini algılamanın
acısıyla niçin her biri Yunus`laşmış, Hayyam`laşmış, Galip`leşmiştir. Şair,
hikmet döneminde daha çok, değişmez alınyazısına geçer. Kader ki alın-yazısı
değildir, en ileri uygarlık kesimlerinde de vardır. Ve insan bıkar.
Özlemiştir, olmamıştır, bıkar. Şimdi neye sığınacaktır: Hikmet burcuna geçer.
Şikâyetlerin, isyanın şiiri; zamanla yerini, kabulün, benimsemenin, vazgeçişin
şiirine bırakır.
Sözlüklere
baksanız, nedir hikmet; Bilgelik, gizli neden, insanlarca Tanrı nın anlaşılmaz
amacı. Ve bütün büyük şairler, bir gün gelmiş, hattâgünlersiz aylarsız,
önceden, hikmet burcuna girmişlerdir. Ve kalan, galiba daha çok, hikmet burcu
ürünleridir. İnsanın en şaşmaz falını hikmet burcu gösteriyor; çünkü gurbetler
geçici, hasretler geçici ve ebedî insan hikmet burcunda yaşıyor.
Ali
Şir Nevaî, hayatının dört döneminin şiirlerini dört ayrı divanda toplamış;
çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık şiirlerini derleyen bu
kitaplarına, sırasıyla «garip, seçkin, güzel, faydalı» sıfatlarını taşıyan
adlar koymuştu. Çocuklukla gençliği tek kavram olarak alırsak, bu düzenlemeden
çıkacak sonuç da, şiirin üç burcu demektir: İnsan önceleri «gurbette yabancı»,
sonra «hasrette güzel» şiirler yazar. Bir ömrün muhasebesi niteliğinde
şiirlerse «hikmette faydalı» şiirlerdir.
Burçlar
dedik, on iki takımyıldızın ortak adı, yani bir gökbilim terimi. Ya kale
bedenlerindeki çıkıntı yapılar? Yuvarlak, dörtköşe veya çok köşeli kale
burçları? Şiirin bu yanı üzerinde de biraz durabiliriz:
Nabi, «Kalmamış» redifli ünlü gazelinin sonunda şöyle diyor: «Niyaz ehli, gam askerlerinin saldırısından nereye sığınsın? Himmet kalesinde ne burç kalmış, ne mazgal, ne siper.» Şair de bir «niyaz ehli»dir; uman, bekleyen bir insan; gam askerleriyle savaşan biri. Gam yani onu kaygılandıran, düşündüren sorunlar. Bu şair, kemiren, aşındıran zamana ne ile karşı koyacaktır?
Nabi, «Kalmamış» redifli ünlü gazelinin sonunda şöyle diyor: «Niyaz ehli, gam askerlerinin saldırısından nereye sığınsın? Himmet kalesinde ne burç kalmış, ne mazgal, ne siper.» Şair de bir «niyaz ehli»dir; uman, bekleyen bir insan; gam askerleriyle savaşan biri. Gam yani onu kaygılandıran, düşündüren sorunlar. Bu şair, kemiren, aşındıran zamana ne ile karşı koyacaktır?
Şiir
kaleleri bir bir çöküp yıkılırken, yalnız gerçek şiirdir ki, hangi yıldız
burcunda olursa olsun, çok sağlam bir kale gibi, uzun süre dayatır zamana,
hattâ sonsuza kadar. Gerçek şiir, kolay kolay dişleri düşmüş, sırıtan bir sur
kalıntısı olmaz.
Evet,
şairlerin çoğu gurbeti ve hasreti yeter görürler kendilerine. Güçlerini bu
kesimlerde gösterirler. Aradıklarını onlarda bulmuş gibidirler, fazlası
ilgilendirmez onları. Şu var ki olgun, ergin okuyucunun gözü daha çok sonuncu
burçtadır, hikmet burcunda. Çünkü insan, daha önce kalmasa bile, sonunda
yalnız kalıyor. Yalnız, kalan nedir, bunu saptamalı! Gurbetler mi, hasretler
mi, hikmet mi? Doğu nun İslâm klasiklerine bakarsak, gurbetleri, hasretleri
bize yalan geliyor. Ancak hikmete bağlıysa o gurbetler, o hasretler; düzenli
yanıp sönüyorlar karanlıkta deniz fenerleri gibi. Kurdukları hisarların
harcında mıcır yok, hikmet var; hikmetlerle kalmışlar.
Behçet
Necatigil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder