13 Ekim 2014 Pazartesi

şiir burçları


                                    

Hangi burçta doğdunuz? Şu veya bu! Burç yorumlayıcıla­rının, yıldız fallarına bakarak insanlara, yakın gelecek müjde­leri vermelerine ya da yaklaşan bir felâkete karşı onları uyar­malarına inanmam ya; şiirdeki burçların, olasılıklardan ötede, az değişir bazı gerçeklerin göstergesi olduğu görüşündeyim.

Bence her şair, şiir hayatı boyunca, üç burçtan: Gurbet, hasret ve hikmet burçlarından geçiyor, ilki gurbet burcudur; şair önce bir süre bir gurbeti yaşar. Sanki Robinson gibi, ıssız bir adaya düşmüştür. Sağda solda eline geçirdiği öteberiyle kendine bir barınak yapar. Bir korunma içgüdüsü, onu, bulduklarıyla bir yapı, bir çatı kurmaya ve varlığını böylece kanıtla­maya zorlar. Tam bilincinde değildir yazdıklarının ve bu dö­nemde raslantının payı büyüktür. Beğenisi sağlam temellere oturmamıştır. Beğendikleri, iyi şairler de olabilir, kötü şairler de. Gününün ustalarına raslamışsa, bu onun için bir şanstır. Onlar gibi yazar; onlardan farksız da, onlardan iyi de yazabi­lir. Ne var ki özentidir, taklit ve kendini arayıştır bu dönem ürünleri. Yeri, zamanca kendine yakın bir kaç kuşak içinde bir şairin tekrarıdır. Gurbet burcudur bu. 

Burada ne kadar kalınacağı şairine göre değişir.

Sonra sıra ikinci döneme, hasret burcuna gelir. Şair, kendi şiirini özlüyor, gurbetlerde oyalanmanın zaman kaybından başka bir şey olmadığını gördü. Yazdıklarında ne kadar ken­disi, ne oranda başkaları olduğunu gördü. Kendine özlemiyle dolmuştur. Yoğunlaşır, belirginleşir bu özlem. Şimdi şikâyet­leri, tedirginlikleri kişisel biçimlere girer, kendi bakış açısını, kendi yazış biçimini bu süreçte bulur. Saplantıları, inançları dikeyinde derinleşir. Sularda halkalar eşmerkezlidir, kıyılara daha sert çarpar. Şair, büyülenmiş gibi, içinde uzayıp giden kendi kervanının peşinde, asıl bu hasret döneminde, önleye­mediği bir güçle kendini, kendi dünyasını aktarır bize.

Zaman geçer, birden görür: Çevreyi, dünyayı dilediğince bir biçime sokmanın zorluğunu görür. Mutluluk (çapı belli bir çevrenin ya da çok geniş bir alanın, diyelim dünyanın mutlu­luğu) hâlâ gerçekleşmemiştir. Bunu anlar. Anlar kî, kendi kü­çük özlemlerini bile gerçekleştirememiş, yakın çevreyi bile değiştirememiştir. Gösterdikleri, hatırlattıklarıyüzde kaçuygu­lanmış, sözüne dereceye kadar geçerli olmuştur; görür, yaz­dı da ne oldu!

O zaman hikmet burcuna girer. Hikmet çapraşıktır ve çok az değişir. Geçmişin büyük şairlerini o zaman anlar. Niçin her biri bir yerde kötümser olmuş, dışımızdaki zamanın içimizdeki vakti nasıl çabuk tükettiğini algılamanın acısıyla niçin her biri Yunus`laşmış, Hayyam`laşmış, Galip`leşmiştir. Şair, hikmet dö­neminde daha çok, değişmez alınyazısına geçer. Kader ki alın-yazısı değildir, en ileri uygarlık kesimlerinde de vardır. Ve in­san bıkar. Özlemiştir, olmamıştır, bıkar. Şimdi neye sığınacak­tır: Hikmet burcuna geçer. Şikâyetlerin, isyanın şiiri; zamanla yerini, kabulün, benimsemenin, vazgeçişin şiirine bırakır.

Sözlüklere baksanız, nedir hikmet; Bilgelik, gizli neden, in­sanlarca Tanrı nın anlaşılmaz amacı. Ve bütün büyük şairler, bir gün gelmiş, hattâgünlersiz aylarsız, önceden, hikmet bur­cuna girmişlerdir. Ve kalan, galiba daha çok, hikmet burcu ürünleridir. İnsanın en şaşmaz falını hikmet burcu gösteriyor; çünkü gurbetler geçici, hasretler geçici ve ebedî insan hikmet burcunda yaşıyor.
Ali Şir Nevaî, hayatının dört döneminin şiirlerini dört ayrı divanda toplamış; çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık şiirlerini derleyen bu kitaplarına, sırasıyla «garip, seçkin, güzel, faydalı» sıfatlarını taşıyan adlar koymuştu. Çocuklukla gençliği tek kavram olarak alırsak, bu düzenlemeden çıkacak sonuç da, şiirin üç burcu demektir: İnsan önceleri «gurbette yaban­cı», sonra «hasrette güzel» şiirler yazar. Bir ömrün muhase­besi niteliğinde şiirlerse «hikmette faydalı» şiirlerdir.
Burçlar dedik, on iki takımyıldızın ortak adı, yani bir gök­bilim terimi. Ya kale bedenlerindeki çıkıntı yapılar? Yuvarlak, dörtköşe veya çok köşeli kale burçları? Şiirin bu yanı üzerinde de biraz durabiliriz:
Nabi, «Kalmamış» redifli ünlü gazelinin sonunda şöyle di­yor: «Niyaz ehli, gam askerlerinin saldırısından nereye sığın­sın? Himmet kalesinde ne burç kalmış, ne mazgal, ne siper.» Şair de bir «niyaz ehli»dir; uman, bekleyen bir insan; gam as­kerleriyle savaşan biri. Gam yani onu kaygılandıran, düşündü­ren sorunlar. Bu şair, kemiren, aşındıran zamana ne ile karşı koyacaktır?

Şiir kaleleri bir bir çöküp yıkılırken, yalnız gerçek şiirdir ki, hangi yıldız burcunda olursa olsun, çok sağlam bir kale gibi, uzun süre dayatır zamana, hattâ sonsuza kadar. Ger­çek şiir, kolay kolay dişleri düşmüş, sırıtan bir sur kalıntısı ol­maz.

Evet, şairlerin çoğu gurbeti ve hasreti yeter görürler ken­dilerine. Güçlerini bu kesimlerde gösterirler. Aradıklarını onlarda bulmuş gibidirler, fazlası ilgilendirmez onları. Şu var ki olgun, ergin okuyucunun gözü daha çok sonuncu burçtadır, hikmet burcunda. Çünkü insan, daha önce kalmasa bile, so­nunda yalnız kalıyor. Yalnız, kalan nedir, bunu saptamalı! Gur­betler mi, hasretler mi, hikmet mi? Doğu nun İslâm klasikleri­ne bakarsak, gurbetleri, hasretleri bize yalan geliyor. Ancak hikmete bağlıysa o gurbetler, o hasretler; düzenli yanıp sönü­yorlar karanlıkta deniz fenerleri gibi. Kurdukları hisarların harcında mıcır yok, hikmet var; hikmetlerle kalmışlar.

Behçet Necatigil


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder