29 Mayıs 2011 Pazar

veda hutbesi




“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah’dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.”
“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.  İnsanlar! Bugünleriniz nasıl  mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.
Ashabım!  Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’da sizi yaptıklarınızdan  dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lakin  anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in torunu Iyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç   şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.
Mü’minler!  Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar  kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar!  Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.
Ey insanlar!  Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında  en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.  Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine  suçlanamaz.
Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
-  Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
-  Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.
-  Zina etmeyeceksiniz.
-  Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? ”
Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:
“Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!”
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:
“Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!

28 Mayıs 2011 Cumartesi

tek oğlumun mezar taşı’ndan




Ben senin halkının direndiği bir şey biliyorum
Onların dar kulübelerde inşa ettiği cennetlerde  
Onları birbirine bağlayan bir şey biliyorum
İkiyi bir yapan üçü bir yapan
Bir orduyu tek bilekte tek yumruk yapan bir şey biliyorum
Ben onları açıkta gördüm meydanda sokaklarda
Daracık basık boyası kalkmış odalarda
Onlarda değişmeyen bir şey biliyorum
Her sabah uyanınca küçük bir muharebe etmeden
Her sabah bir zaferle ayrılmadan yataktan
Her sabah yeniden teslim olmadan teslim olunacak olana
Eşiği çiğnemezler biliyorum
                                                                               
Hayriye Ünal

26 Mayıs 2011 Perşembe

Federico Garcia Lorca İçin Ode


Korkudan ağlasaydım ıssız bir evde tek başıma
Gözlerimi söküp aç hayvanlar gibi kemirseydim
Seninçin yapardım onu, portakal ağaçlarının yasını duyuran
Yiğit türküsü için şiirinin

Seninçin hastaneleri maviye boyuyorlar
Okullar ve deniz kıyısı kentleri büyüyor senin için
Seninçin yaralı melekler tüylerle kuşanıyorlar
Gelinlik balıkların pul pul giysileri senin için

Uçuyor deniz kestaneleri göklere doğru
Seninçin dikimevleri kara zarlarıyla
Kaşık ve kanla dolduruyorlar
Yitik kurtelaları yutup öpüşlerle intihar ediyorlar
Ve beyazlar giyiniyorlar

Şeftali sarısına bürünüp uçtuğun zaman
Güldüğün zaman fırtınalı pirinç tarlalarının gülüşüyle
Türkü söylemek için dişleri, şahdamarları
Boğazı ve parmakları yerinden oynatırsın
Ah o güzelliğin için ölebilirim
Ölebilirim kırmızı göllerin kıyısında
Ki orada güz ortasında sen yaşamıştın
Yere yıkılmış bir kısrakla
Kan lekeli bir tanrıyla

Mezarlıklarda ölebilirim
Ki onlar akarlar külden nehirler gibi
Sular ve gömütlerle
Geceleri suya batmış çanlar arasında
Nehirler kışlalar gibi doludur
Hasta askerlerle ölüme doğru akan nehirler
Mermer sayılar, çürük taçlar ve cenaze yağlarıyla

Ölebilirim seni görmek için
Geceleri sellere kapılmış haçları seyreden
Ayakta ve ağlayan seni
Nehrin kıyısında ağlıyorsun
Bırakılmış ve yaralısın
Ağlamayı ağlarsın gözlerin dopdolu
Yaşlarla, yaşlarla, yaşlarla

Geceleri bırakılmış ve yalnız
Kara bir huniyle
Gölge, duman ve unutulmuşluk yığarsam
Trenlere ve gemilere
Kemirilmiş küller yığarsam
Seni sütüyle emziren ağaçlar için yapardım
Topladığın altın suların kuş yuvaları için
Kemiklerine dolanmış şarap için yapardım
O şarap ki sana gecelerin gizemini söyler

Islak soğan kokan kentler
Seni bekler
Usulca türkü söyleyip geçmen için
Saçlarına yuva kurar yeşil kırlangıçlar
Spermaların sessiz gemileri seni izler
Sümüklüböcekler, haftalar
Bükülmüş yelken direkleri, vişneler
Solgun yüzün onbeş gözüyle birden görününce
Ağzın kana bulanınca

Resmî daireleri islerle doldurursam
Ağlayarak kırıp parçalarsam saatleri
Sadece seni görmek için yapardım
Evine yazın gelişini çürümüş dudaklarla
Ölümcül giysilerle gelişini birçoklarının
Yaslı görkem bölgelerinin gelişini
Ölü sapanların ve gelinciklerin
Gömüt kazıcılarının ve atlıların
Gezegenlerin ve kanlı haritaların
Küllerle kaplı dalgıçların
Uzun bıçaklarla delik deşik
Bâkireleri sürükleyen maskelileri
Kökler gelir, damarlar, hastaneler
Kuyular ve karıncalar
Örümcekler arasında ölmüş
Bir subayı taşıyan yatakta geceler gelir
İğrenmenin gülleri gelir ve iğneler
Sarışın bir gemi
Rüzgârlı bir gün gelir çocuklarla
Ben gelirim sonra Norah ve Oliviero
Vicente Alexandre ve Delia gelir
Maruca, Malva Marina, Maria Luisa ve Larco
La Rubia, Raphael Ugarte
Cotapos gelir, Rafael Alberti
Carlos, Bebe, Manolo Altolaguirre
Molinarı
Rozales gelir, Concha Mendez
Ve adını unuttuğum ötekiler

Bırak da seni süsleyeyim bir taçla
Sen, sağlığın ve gelinciklerin çocukluğu
Sen saf gençlik, özgür kara bir ışık gibi saf
Söz aramızda Federico
Şimdi kimseler kalmadı kayalar arasında
Bırak da basit olsun sözlerimiz
Sen ve ben gibi basit
Şiir neye yarar çiyler için yazılmazsa
Bu gece için yazılmazsa neye yarar
Ya da korkunç acılarla kıvrandığımız günler için
Bu günbatımı için yazılmazsa
Şurda hızla atan yüreğiyle
Kendini ölüme hazırlayan
Şu yaşlı adamın durduğu

Yıkık köşebaşı için yazılmazsa neye yarar?
Ama geceler var, Federico
Geceler yıldızlarla doludur
Bir nehrin üstündedir yıldızlar
Yoksul halkın üstüste yattığı
Evler gibidir tıpkı
Camlarında kurdelalar sallanan

Birileri öldü belki
Kimi işini yitirdi dairelerde
Hastanelerde, asansörlerde
Maden ocaklarında
İnsanoğlu acı çeker de
Her yerde bir amaç gizli, ağlamalar heryerde

Yıldızlar sonu olmayan bir nehirde
Camlarda ağlamalar vardır
Gözyaşları kapı eşiklerini eskitir
Odalar sırılsıklam olur gözyaşlarından
Dalgalar gibi gelir vurur kilimlere

Federico
Dünyayı gördün sen, sokakları gördün
Acı sirkeden tattın
Ayrılıkları gördün tren istasyonlarında
Trenler ki dumandan tekerlekleriyle
Yol alır
Sadece taşların, rayların ve ayrılıkların
Olduğu yere

Heryerde sorular soruluyor
Heryerde
Bir kör adam var üstü başı kanla kaplı
Bir başkası var ki gazapla bilenmiş
Yüreksizin biri var
Ezilmiş yoksulun biri var
Çivilerle kaplı bir ağaç var
Haydutlar var sırtında övgüler taşıyan

Yaşam bu, Federico
Hepsi bu kadar
Erkeğin erkekçe sunacağı
Hüznün arkadaşlığından başka ne var?
Şimdiye dek çok şey öğrendin
Başkaları da sırası gelince öğrenecekler
Yani öğrenmek isteyecek olanlar.

Pablo Neruda

galt's'ray





içim açılıyor
pilav kokan koridorlarda

grand-courr'a çıkınca
içim kapanıyor

ebedî vakansta
çocuk olamayacaksın artık
allâsmarladık
neuf-cent-dix-neuf


asaf hâlet çelebi

16 Mayıs 2011 Pazartesi

michiganlı ölmüş şair theodore roethke'yi okurken katlanan sadelik: kasım 1975




bir düşe uyanıyorum ve ağırdan alıyorum şiddetimi
öfkemi bağırıyorum baskın getirilmiş işbu sevinçte
fakirlik içre öğreniyorum o gidilmesi gereken yeri

hissederek yaşarız. burada bilinmesi gereken ne ki?
oluşumu dinliyorum yakalarken sağırdan sağıra teni
bir düşe uyanıyorum ve ağırdan alıyorum şiddetimi

sizler güya birliktiniz yitik oğula, şimdi neredesiniz?
cumhuriyet sahtesi gömük bilinç sizi! iliği kustum
usunçla ve giderken öğrendim o gidilmesi gereken yeri.

tek şiir hayatı da yener ama nitedir tabiatın sesçili
bir rüzgar ağsın gözlerden rengarenk yıldızlı merdiveni
o uyansın bir düşe yeniden ve ağırdan alsın şiddetini

işlek maddenin ayrıksı mizahı yansır keskin imgelemde
kokulu ayna ve sevdançin, öylece açık yeryüzünü al
sonra safran kan kesmiş giderken öğren o gidilen yeri

söz söz değildir yetke küllenmedikçe. bunu bilmeliydin.
uzak düşen her sır düşmektedir. ve nicel bize yakındır.
bir düşe uyanıyorum ve ağırdan alıyorum şiddetimi
giderken öğreniyorum gidilmesi pek gereken o yeri

mustafa ırgat

15 Mayıs 2011 Pazar

demangeaıson - iki kanat


 
Hayatsız kalmıştım. Birden Dürin
Chopin’in yedi numaralı valsiyle
balkonda belirdi.

Cildi çürüyen İstanbul’un üstünden korkulu göz
Sonbahar üstüne çöktü. Süsünden öldü şehir
hüznünden oldu. Bir de o gün Şevki bey
biraz çekil kardeşim demesin mi Chopin’e
ravii meçhul
ama inanmak serbest
ben kimseye yetim olduğumu
söylemedim üstelik
vesayet altında falan değilim. sadece
hayatsız kalmıştım. Büyüyünce geçti.

                                      İKİ KANAT
                                         

Bizim ahşap evimizin kapısı Kastamonu’da
iki kanatlıydı. Biri
hep kapalı dururdu kanatların
ardında demir dayak.
Gece olur
Karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat.
Boyasızdı tahta kapı
bu yanıyla güvenirdim ona.
Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla
Malenkof! diye bağırmışım, öfkeden patlayarak.
zavallı arkadaşım
Hiçbir şey anlaşılmayan bu telaffuz karşısında
Şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.

Sonra kızlar geldi
bir kanadı açılmayan
boyasız kapının önündeki betonda
rond yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa raspa ras
Kore’ye mektup yas.


                             İSMET ÖZEL

                                            

14 Mayıs 2011 Cumartesi

"are you my angel?"

senin bıraktığın yerden allah-u ekber


               


I.
Geceye koyuldum.

Yıldızları dürüp kaldırmı
şsın
Çözdüm indirdim
Aya gayri ihtiyari baktım, yıkanmı
ş ağlıyordun
Mintanımı de
ğiştirdim, gürze gül çaldım
Şems derlerdi inanmazdım
Sen kın dedin, inandım

II.
Yol sürüyor.
Geceyi felç eden sessizli
ği yaka cebimden söküyor
Ve ayaklarıma ilave ediyorum
Sanki akdeniz benim o
ğlum değil
Künye kayıp
Fünye çekili
Gönyeyi kaptırdı
ğım çingeneyse
Çoktan Buhara'yı yakmı
ş olmalı
Ki bu, lüzumundan fazla para harcıyoruz demektir.

III.
İşi bıraktım
Artık aynaya da bakmıyorum
Çünkü
İlan etmek;
Seccadeyi aynı anda kendi gırtla
ğına da uygulamaktır.

IV.
Seni seviyorum.



Ah Muhsin Ünlü

10 Mayıs 2011 Salı

HUCURAT


                                  

     “ Ey iman edenler! ( Düşünce, söz ve davranışlarınızla ) Allah’ın ve rasulünün önüne geçmeyin.” Hucurat 1.

    Ellerini taşın altına koymak varken, taşı anlattılar elleriyle, dilleriyle. Çuvala sığmayan mızrağın ucundaki parıltı onlara bakıyor şimdi.

  “ Buna karşılık ey peygamber, sana evinin odalarının dışından seslenenler ise, onların çoğu düşüncesiz ve makul davranıştan yoksun kimselerdir.” Hucurat 4.

    Ha, siz içinden Allah geçen cümlelerle dolu aşklar yaşadığınız için aşklarınızı sahih mi sandınız?

   Yoksa nefsinizin kör gözlü göklerinden inen yağmurlarında ıslandığınızı mı sandınız?

   Siz, birkaç dizelik nefesi olan aşklarda boğulmayı marifet mi sandınız?

    “ Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve rasulüne gönülden iman etmiş olup, sonra da imanlarında asla şüpheye düşmezler. Onlar, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla daima cihad içindedirler. Onlardır (iman iddia ve ikrarında) sadık olanlar.” Hucurat 15.

  Namaz kılanlar mutsuz değillerdir.

  “ ( İyi birer mümin olduklarını iddiada devam eden o insanlara ) de ki “ Gerçekten Din’e bağlı olup olmadığınızı siz mi Allah’a öğreteceksiniz.” Hucurat 16.

  Ben ki yalnız olduğumu sanırdım. Ama şimdi hakikaten yalnız olduğumu anladım. Yalnızlığım sanki iki yıldız arasına gerilmiş ateşten bir yazıya bakıyor. Kendini okuyan bir yalnızlık bu…

 “ Müslüman olduk diye seni minnet altına almak istiyorlar. De ki: “ Müslümanlığınızla beni minnet altına almaya çalışmayın. Eğer ( iman ve Müslümanlık iddianızda ) samimi iseniz, size iman yolunu gösterdiği için asıl Allah sizi minnet altında tutar.” Hucurat 17

  Edebiyat tabelası asılı dükkânlarında kayboluşlarını süsleyenlerin işporta malı ürünlerini parlatıp durmalarını, onların zoraki acılarını ve sayıklamalarını ciddiye almayın. İyi niyetlerimizin ve omuzlarımızın üzerine kurdukları derme çatma kulübelerini yakın onların! Çünkü biz onların Allah’tan kaçarken şeytana tutulduklarını gördük.
   
 Bir adım öteye çıkıyorum, Namaza…

5 Mayıs 2011 Perşembe

kavşakta


artık gelince biliyorum, önceleri korkardım
şöyle ufak bir şey, sudan kaçmış ayışığı
otuzbe
şbin atlının dağdan gelen yankısı
önceleri açılıp gider sanırdım her
şeyi
her
şeyi açılıp gider sanırdım, bir kez şiire konmuşsa
menek
şeler, bademler, büyük adamlar, kutsal olan ne varsa
şimdi bir çekiç ve bir alan yetiyor çaresizliği anlamaya
örne
ğin bir eczanede bir koku duyuyorum
tamam.

oysa ben eczaneye bir ilaç için girmi
ştim
sirozluyum, yada mitral darlı
ğım var, ülserliyim belki de
niyetim bin yıl direnmektir bu halde bile
romaymı
ş, bizansmış, cumhuriyetmiş, bilmem neymiş, bahane
turuncu bir çiçek açarmı
ş bir yerde akşamüzerleri
eskiden büyük adamlar geçmi
ş topuz gibiymiş her biri
(o koku)
hangi budala söylüyor artık bu sözleri
el ettim birisine, bir ba
şkasına giymediğim şapkamı çıkarttım
ne da
ğları tanıdım, ne denizleri ne ötekiyi ne beriyi
daha demin uyanmı
ştım, az önce, baktım
vakit ak
şam.

hayrola yunus kazım, hayrola karlı da
ğlar
hayrola karlı da
ğlar, hayrola yunus kazım
geceniz bereketli olsun, gününüz sa
ğlam
ben geldim gittim i
şe yaramayan şeyler topladım
kancalı i
ğne, balık oltası, tabanca, bomba filan
da
ğ gölgesi, köşebaşı, odun ve duman
bu arada ba
şağı tanrı bildim, mührümle onayladım
a
ğaçlara ve otlara çocuklar gibi baktım
kurda kozaya öyle, kalem ka
ğıda öyle
derken bir ihanet gibi vurdu gözüme her
şey
anlatamam.

ilaç milaç bok püsür.
şuramda bir şeyler var
sahiden bir
şeyler var
haykırmadan anlatamam.


TURGUT UYAR

4 Mayıs 2011 Çarşamba

pantolonlu bulut


Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.

Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...

İster misiniz
ten kudurtsun beni,

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!

İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...
                                                                                                               
VLADİMİR MAYAKOVSKİ