28 Ocak 2011 Cuma

"kalbimi allah'a kadar fırlattım" çobanoğlu

"evlerde lacivert gözleriyle artis gibi anneler"osman konuk


KIR DÜĞÜNÜ


80lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da
İnsanları sömürgecilerine benzeten
Keten takımlar, tango, fiyonklu masa örtüleri
Dersu uzaladan dersler çıkarmak
Gelin Bilkentte iç mimari, baba koçta genel köle
...Her gramı çok değerli elli iki kilo anne
Zaten amaç elli iki yıl sonra
Hiç bakılmayacak fotoğraflarda en iyi yeri kapmak
Bir Kutlu hikayesine giremeyecek tipler işte
Damat her şeyi kaydediyor
El kamerasıyla gerdeğe girmek deyimini bilmiyor çünkü
Oluyor böyle şeyler salaklık endüstrisinde

Dilekler tekrarlanır, müzik tekrarlanır
Belki yakışırdı beyaz bu kadar tekrarlanmasa
O kötü gülümsemeye verilmez bu kadar para
Gelin habersiz; bu düğün daha önce de yapıldı
Yeminli örnek deyimini bilmiyor çünkü

Benimle tekrar edin!

İlk beş sene çocuk istemeyecekler
İkinci beş yıl nasıl geçti anlamadan
Üçüncü beş sene de çocuk onları istemez
Bir sürü albüm, bir sürü diyet kupürü, bir sürü
Ankastre mutfağında aval aval bakınarak
Bu bakınma daha önce de yapıldı
Gelinliği faize sevim den annesi şahit
Oysa he şey çok özel olacaktı geline göre
Her şey çok genel oldu sonucu niye

Bağlamı farklı ama eren le konuştuyduk
Arjantine aşık olur, almanyayla evleniriz

OSMAN KONUK


allahım umutlarımı bağışla

masanori takahashi

16 Ocak 2011 Pazar

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

"allahım yaşamak ne kadar uzun sürdü bu sene?"

SONRA ŞAİR OLMAK GÜLDÜRMEK İÇİN BİR KADINI

KENDİME BİR ÇAKMAK ALDIM




“temiz hava diyordu doktorlar illa temiz hava”

Sonra sessiz çiçekler. Taşlar için yağmur.

“ gülmüştüm bense ormancının verem olduğunu duyduğumda”

Kasten yanlış anlaşılmış bir yalnızlık. Göğüslerinden mürekkep damlayan bir kadın…

“ devletin ona verdiği o yemyeşil üniformasıyla”

Kaderimi anlamaya ramak kaldı. Susmak için erken.

“ bir kertenkele gibi gidip geliyordu koridorlarda “

Herkes yüzümün bir parçasını dinliyordu. 

“ ben de oradaydım göğsümde hırlayan o köpek de “

ben kendi ölümümü tekrar ederken kelime kelime.. lime lime.

“ ve biliyordum elbette “

kemiklerimin, kelimelerimin gölgesi hayatken…

“ baba yarısıdır ölüm, götürür bizi parka “

kırmızı bir çakmak… Bendeki en yeni şey… Biraz daha hayat…

“ geri getirmez ama kalırız oracıkta.”


Öldüğümüzde, tıpkı uykudaki gibi, yarım kalmış bir düş olacak. Kimseye anlatamayacağız onu. Öbür tarafa sarkan bir düşü görürken ölmüş olacağız…



                                                                         

afrika... afrika...



zenciler  için  ıslanınca beyazlaşan alfabe
zenciler için karanlıkta bembeyaz harlem
zenciler için karanlıkta beyazlaşan harlem

gece bize yatak kılmıştır yalnızlıkla günahı
kocaman ellerimiz karanlığı yoklayıp yoğurmuştur
mükedder olan,yani yazılan bir rahim doğurmuştur
yani acıyan,terleyen bu kara rengimizi yani
korkunç çamurlar olarak yağıyorsak dünyaya
kendi rengini yayıyor açıkdenizlere birdenbire
bir mürekkepbalığı okyanusu düşman kılmıştır
kendine

malcolm x 
kalın kenarlı gözlükleriyle dizilerde
yalnızca yedi kez dönmek gerekiyor dönülecek
yerde
uyanıp gözünü oğuşturmak için aydınlığa
birdenbire

malcolm x seni
taze bir dal olarak
yatırıyorum şiire

ben çocukken
resimlerin
dış politika sayfalarında gazetelerin
uçaklardan da uzundu bacakların
ve kocaman gözlüklerin
bembeyaz bir papa ve bembeyaz gökdelenler
büyütülmüş alabildiğine, küçültülmüş ekmek

bir elinde sayfaları çürütülmüş incil var idi
altüst edilmiş bir afrika öbür elinde



cumali ünaldı hasannebioğlu


"ebedî vakansta/ çocuk olamayacaksın artık/ allâsmarladık" a.halet çelebi

"hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka" c.s.

perspektif



Benim şiirlerde çizdiğim resim
Sen miydin hiç görmemiş gibiyim.

Bu pastel renkler, bu siyah fon
Aslında var mıydı, hiç bilmiyorum

O evler bu kadar geri planda mıydı
Işıkları olmasa da gecede
Bir siyahın ortasından damlamış yeşil.
Çekmez miydi bakışları hiç bilmiyorum.

Sen onları çizerken ben
Neredeydim, olmamış gibiyim hiç.


Behçet Necatigil

15 Ocak 2011 Cumartesi

kuşetli vagon

                                                                 


Yolu kayıp günlerin, gözlerin izi kayıp
Geçip gidiyor rayda yaralı şimendifer
İstasyon evlerinin camlarından çok ayıp
Bir yüzü aralıyor kadınsız uzun günler

Adı kötüye çıkmış bir kedinin tüyünde
Sıcak bir ev saklayıp yolluğunu açıyor
Tayini hiç çıkmamış, kızları evden kaçmış
Böbreği Sarkamış’da iflas eden kondüktör

Yüzerek geçtikleri sularda ölü balık
Hiç kimse alışamaz bundan sonra kendine
MADAMI ÇOK SEVMİŞTİM DİYOR İÇİNDEN BİRİ
DURDUK YERDE BİR SARA GELİYOR NÖBETİNE

HEPSİ KÖTÜ TİRYAKİ MÜSTAFİ AKCİĞERDEN
GİRDİKLERİ TÜNELİN ÖBÜR UCU MUALLÂK
DELİREN KEMANCIYA ANNESİNDEN NASİHAT
HER GÜN AYNI SAATTE “GESİ BAĞI”NI ÇALMAK

UZAMIŞ BİR SAKALA KÜSÜYOR KIRIK AYNA
TEDİP EDİP DURUYOR YÜZÜ USTURA RÜZGÂR
ÖMRÜ ÇÜRÜĞE ÇIKAN İNCE SESLİ OĞLANI
ESİR EDİP VURUYOR KOYNUNDAKİ URUMLAR

DALGANIN TEŞNESİDİR HÜKÜMDARSIZ BİR KAYIK
NASILSA KOPUVERMİŞ HAYATI TUTAN SİCİM
YILDIZLARDAN ÇOK ÖNCE UYKUSUNU KAYBETMİŞ
GÖRMEDİĞİ RÜYAYI HAYRA YORAN MÜNECCİM

PÜRÜZSÜZ BİR BELLEKTE KAYBOLUYOR NASİHAT
SIĞINACAK TEK TABYA BİLE BIRAKMIYOR KAR
NE GİTTİKÇE ARTIYOR ZİYAN AKLIN ZARARI
NE AKILA GELİYOR GERİYE DÖNDÜKÇE KÂR

ALİ AYÇİL

DIŞARIDA



                                                                                       



"ah senin başın ne güzel ağrırdı öyle"

14 Ocak 2011 Cuma

"yitik cennet"

            

" Ah! Düşüşsüz insan! Benden övgü bekleme. Düşüşün tadını almayan insan! Senin, yücelerin serinliğinden, arılığından ne haberin vardır? Ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! Sana ışıklar ve aydınlıklar ne der? Ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin? Ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelale borçlu olduğunu biliyor musun? Sessiz ve dilsiz duran mezartaşı!  Kitabendeki çizgiler, iniş ve çıkışı derinleştikçe seni tarihin içine yerleştirir, farkında mısın?"

 

SEZAİ KARAKOÇ


gerçek hayat



Sevgilim olur musun?

Birden bir rüzgâr
Birden bir intihar resmi oluyor
Anlaşılmaz kavgalar oluyor
Başımı çeviriyorum
Sen varsın

Yok mu
Sekerek yaşadık daha ne olsun
Öbür çocuklar önden gittiler
Uğultular duyuldu
Merkezinde patlamalar oldu bir yerin
Ben beynimin diplerinde yaşadım
Senin kıyametini
Seni düşününce hatırladım
Yırtarak geliyor gözlerin senin
Ne varsa dünyanın kabuğunda
Söylemek istediklerime doğru

Bilmiyorsun
Biz uzak dağların birinden geldik
Gözyaşlarını emdik dünyanın
Yaşamadık ama yaşasak ne olurdu
Bir türlü hayatın ortasında cevapsız kaldık
Başkalarıyla birlikte
Baktık ne diye
Geçiyor kendi adımlarıyla
Birden bir rüzgâr

Belki geç olmuştur anlamıyorum
Karanlık gündüzün karanlığıdır belki
Yine de öyle olsun ki
Faşist ruhlarımız olsun sevgilim
Dağıtan
Ellerimizi yangınlara
Bir şeyden sonra
Sana gökyüzünü uzatıyorum
Sana gökyüzünü uzatıyorum        
Bencil temaslar
Yani yaralı dokunuşlar
Uzatıyorum sana
Son sözüm var

Ben yoksam
Sen de olma

İBRAHİM KİRAS

"dünyadaki gözüme çarpmadın sen şimdiye dek"


JOHN MAYNARD KEYNES’TEN NEFRETİMİN YİRMİ SEBEBİ


5.
Seni dünya gözüyle bir daha görmek! Bunu da nereden çıkardın?
İçimde boşuna arama bulamazsın böyle bir isteğin kırıntısını
Bilmez idiysen öğren duymadıysa iyi açılsın kulağın
Dünyadaki gözüme çarpmadın sen şimdiye dek
Baktın. Nasıl bakmayı optik okumakla öğrenmedinse
Yaşadın. Hiçbir zaman vesikaya bindirmedin yaşamayı
Kurduğun vaki değil polislerle bir ahbap çavuş ilişkisi
Dudaklarında bir gülümseme yaklaşmadın banka personeline
Kaç litre süt sağdıysan
Sattığının hepsi o kadardı
En beğendikleri pilavda kullanıldı
Senin ayıkladığın pirinç
Alış verişe çıktığın günler
Haddini bildi çarşılar
Esnafı kendine getiren senin suallerindi
Sen arşınlıyorken bambaşkaydı kaldırım
Üstünkörü geçmedi seninle geçirdiğimiz hiçbir saat
Lopsa loptu tartaklanan okşanan rafadansa rafadandı.

Dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin
Biri sıkıysa çıksın da seyrettiğimi söylesin aval aval olan biteni
Meselâ sen beraberliğimiz boyunca kaval dinlediğime tanıklık edebilir misin
Ah sen yanımda yokken bak bakalım tuz yalamışa benziyor mu dilim
Yüz veririm sanılmasın keşiş yalnızlığının tafralarına
Yoktur seyislerin bilgiç edalarında hevesim
Ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime
Ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla geçirdim
Spekülasyon henüz arsa üzerindendi
Akideydi inanca müteallik bir şeydi şeker
Havraydı
Sinagog denilmezdi
Etiyopya oldu çıktı Habeşistan olarak bildiğimiz yer
Hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle
Bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
Neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
Uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
Kovalamam peşini davet etse bile eteklerin
Hepsi yerin dibine geçsin daüssıla malihulya nostalgia
Sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca
Görüneceksin ahret gözüme
Ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan
Azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle
Zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu İS yazılmış
(İsmet değil İsa da değil İsa’dan sonra)
Zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurmam konusunda
Koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların
Gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa
Bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip
Şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa
Uyluk kemiğimi bu sebepten kırdılar
Ben de diz çökmedim bahane bu ya

Seni dünya gözüyle bir kez daha görmek isteyen
Biri varsa buna şiir şahittir ben değilim.



İSMET ÖZEL

12 Ocak 2011 Çarşamba

Dostumuz Emrah SERBES İki Dişimizin Arasına Paslı Bir Çivi Çakmış Gene


  
 kapanış konuşması

İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.

Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.

Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.

Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.

Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.

EMRAH SERBES

"miskin, geveze,entelektüel"


DENGELER ADINA

Yaşasın Konfederasyon
Yaşasın kamçılar ve köleler
çünkü siyahları sevsem de
LINCOLN'in bir yalancı olduğunu biliyorum
dengeler adına vuruldu kim vurulduysa
çiftçiler, Marilyn Monroe, Bağdat
dengeler adına bırakıldım kendimle baş başa
burada, Şehremini'de
ve bir hallaç pamuğuna dönüşmüş olarak

kimim ben
nereden gelip nereye gidiyorum bunun ne önemi var
Mossad besliyor kafka'yı
ZEN'i Amerika finanse ediyor
çünkü hepimizi uyuşturup
ortadoğu'yu ateşe vermek istiyorlar

ikilem,
üçlem ve dörtlemler
alternatif çöplüğüne döndü
üçüncü dünyanın beyinleri
"Hiç Akletmez misiniz?"
"Hay
ır etmeyiz..."

felsefenin soysuz çarkına teslim ederiz ayetleri
öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi
eylemi de aldı içine
eylemi aldı bizden
ve ateşler içinde Bağdat'ın orta yerinde
çırılçıplak kalakaldık işte
dengeler adına silahsız
dengeler adına şahsiyetsiz
miskin, geveze, entelektüel
dengeler adına vuramadı
kim vurmadıysa
dengeler adına
şair yaptılar bizi

Hakan Albayrak

11 Ocak 2011 Salı

vişneler gelecek

bursa'da zaman

                                             

Bursa'da eski bir cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yasta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çesmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşiyor sihrini geçmis zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanin
Güvercin bakışlı sesszilik bile
Çinliyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzim olmuş hengamelerin
Nakleder yadini gelen geçene.

Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çesmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf nesesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

TANPINAR

metafizik




   

vardiya bitince çaylar kürtlerin kahvesinde...

10 Ocak 2011 Pazartesi

MAZRUF







   Zarf diye bir yazıdan sonra mazruf başlıklı bir yazının peşine düşen edebi akıldan hazzetmeyin siz de. Başlığın anlamı yazının aynasına ışığını en doğru açıdan düşürdüğü için böyle oldu. Ve bir kere kelimelere kaptırmayıverin aklınızı, gönlünüzü. Bilesiniz ki işiniz zordur. Bilin ki bunlarda şeytanın esaslı bir payı da vardır. Boş zamanlarını “değerlendirmek” için okuyanlardan değilseniz kastettiğimi anlarsınız. “Boş zaman” diye bir şey icad edenlerin dolu zamanlarını nasıl geçirdiklerini de biliriz çok şükür. Boş zaman yoktur. Bu yalan, kendileriyle göz göze gelmekten alabildiğine korkanların kaçışlarına verdikleri addır. Bu cümlenin tepkisi de bir zihniyetedir ya, bu da ortada düşmanını bulamayan bir savaşçının öfkesidir. Ama o savaşçı ben değilim. Sadece, eğer varsa öyle bir savaşçı onu da çok iyi anlarım.

   Mazruf demek zarfın içindeki demek. Sonradan uydurulmuş Türkçede bilemiyorum zarfın ve mazrufun tam olarak karşılığı var mıdır? Zaten çekilen acıların ya da hislenmelerin ve hüzünlerin “günümüz Türkçesi” denilen kekrelikte, kurulukta pek karşılığı olmuyor. Belki son yüzyıldır çektiğimiz derdin de acının da içi öyle boşaldı ki her şeyi sıkıntı ya da stres kelimesine havale ettik. “Melali anlamayan nesil” durumu.

   Bazen kalakalırsınız oturduğunuz yerde. Öyle bir halde kalanlardan değilseniz kalmalısınız da. Birine sesli sözlü bir şeyler anlatma derdine katılırsınız. Vardır muhakkak yakınlarınızda böyle birileri. Ama havadan sudan ya da mücerret şeylerden ibaret olmadığı için hayat, insanlardan bahsetmek zorunluluğu doğar. İnsanlardan bahsetmekle dedikodu yapmak arasındaki çizgi çok incedir ve dedikoduya geçişler pek kolay olur. Ve siz sevemediğiniz insanlardan bahsederken, onları çekiştirirken şunu da sorar mısınız kendinize: “Benim onlardan ne farkım kaldı şimdi?” Hem dedikodu yapma, hem de mütemadiyen yüz göz olunan birtakım insanlara tenkitler yönelt… Kolay değil.

   Cüneyd-i Bağdadi talebesiyle gece namazı için kalkar. Talebesi, uykuda olanların evlerinin karanlığına bakıp “ Şu gafillerin hallerine bak! Nasıl da uyuyorlar ibadetlerini bırakıp” der. Bunun üzerine Cüneyd  “Keşke sen de kalkmasaydın. Senin onlardan ne farkın kaldı şimdi.” der.

   Bazen de tüm hayatınızın kendi gözünüzde iptal edilişine tanık eder sessiz kalışlarınız. Allah inanıp, bu inancın hayatını kazanmak isterken işinizin namaz kılıp Kur’an-ı Kerim okumakla bitmiş olmadığını fark edersiniz. Çünkü iman da İslam da hayata dağıtılmıştır ki bunları toplayıp tüm hücrelerimize sindirebilelim diye. Zordur, çünkü her nefesi bu şuurla almak ve vermek düşer bahtınıza. Müslümanlık gönüllere ya da evlere hapsedilmiş olmadığı için her anımıza bu pratikleri sirayet ettirebilmek vazifemizdir. Öylece kalakaldığınız yerde her zerrenizle, “olabilmek” kelimesinin baskısı altında gözünüzden düşersiniz. Evvela nasıl düşünmeliyiz ki bize yapışan modern düşünme kalıplarından kurtulalım. Sonra nasıl yaşanmalı ki ömür nimetinin hakkı verilebilsin.
  
   Müslümanlık öyle bir disiplindir ki, öyle kuşatmıştır ki bizi, sevgilerimiz de nefretlerimiz de düşüncelerimiz de beğenilerimiz de hayallerimiz de ondan izlerle doludur. Biz neyi sevdiysek Müslüman olduğumuz için sevmiş, neye kızdıysak Müslüman olduğumuz için kızmışızdır. Günahlarımızda bile içimizde vicdan azabı halinde konuşur Müslümanlığımız. İçimizden hayata attığımız her adımda yarım kalan Müslümanlığımızın yasını tutar akıl sahipleri. Çünkü nefsimizin payını ayırma telaşıyla kolumuzu kaptırdığımız hayata karşı bu yüzden yabancılaşırız. Ama bu ikiliğin içinden çıkamayız da bir türlü. Yabancısı olduğumuz hayatlar ve yabancısı olmak zorunda bırakıldığımız Müslümanlığımız arasında İslam, bizim için hep hasret ve vuslat iklimi olur. Ondan ayrılırız ve yine ona döneriz. Bu ayrılışları ve dönüşleri çoğu kez fark etmeyiz. Bir günün içinde bunlar kim bilir kaç kez yaşanır.

   Onlar ki, Allaha inanmayı özgürlükleri için pranga sayarlar ve bahaneler üretip dururlar. Neden derler Allah korkutuyor. Neden bizi yakmakla tehdit ediyor. Ve sayısız bahanelerle, aslında kıskıvrak yakalandıkları inançlarından kaçıp dururlar. Aslında onlar da bilirler derinlerde konuşanın ne olduğunu. Ama hayatları bundan kaçışlarının içini doldurma çabasıyla geçer. Sistemi anlamadıkları için ateşe layık olmadıklarını düşünürler. Ama ben de derim ki önce kendime ve sonra da onlara: aslında az bile cehennem, az bile birilerini korkutan ayetlerin dehşeti. İnsan bile kızdığında ne tehditler savuruyor ve dünyayı nasıl ateşe veriyor. Kainatı ve içindeki her şeyi yaratan Allahın gazabı ve cezası da büyüklüğü ölçüsünde olmasın mı?!

    İslam çünkü cennetin ve cehennemin ötesinde bir düşünme yoluyla kavranabilecek yaşama ve şükretme sanatıdır. Cennet ve cehennem olmasaydı bile, var oluşumuz ve her şeyin bunca güzel var oluşu Allah’a hamd ve şükür için yeter ve artardı. Ve zaten cennetin ve cehennemin varlığı öyle muhteşem bir dengedir ki onlar olmasaydı zaten eksik olacaktı inanç sistemi. Bakınız, olmasa da olsa da inanıp şükretmek için size iki güzel sebep. Çünkü Allah zincirin en muhteşem halkalarını yarattı cennet ve cehennemin varlığıyla. Her şey böylece yerli yerince düşüncemize sunulmuş oldu.

    Bizler, yani anneleri, çocukları, evleri ve yoksunlukları ve yoksullukları olan, sevgilileri ve hayalleri, kelimeleri, acıları, düşleri olan ve hayatları zekâları olan, yetenekleri, öfkeleri, sevgileri, işleri güçleri olan, var oluş şerefi ve sevgisini taşıyanlarız. İnançları da inançsızlıkları da aslında kırılgan olanlarız da. Kendimizle kalıverdiğimiz de içimizde konuşan kim? Susuyorsak susturan, konuşuyorsak konuşturan kim? Yarattığı onca şeyden korkup da Allah’tan korkmamayı marifet sananlara tepeden bakmamızı sağlayan kim? Hakikat ve adalet duygusunu bize yarattığı an bahşeden, bu iki temelin üzerine şahsiyetimizi bina eden kim?


    Ve ben, tamamlandığını ve “olduğunu” sanan insanların dünyasından, anlayışından, tüm eksikliğimle Allah’a sığınırım…