22 Mart 2025 Cumartesi

marengo ve napolyon



Napoleon Bonaparte’ın birçok ikonik tablosunda ona eşlik eden meşhur atı Marengo’nun serüveni en az efendisininki kadar maceralı, göz alıcı ve trajiktir.

Napoleon'un kişisel ahırındaki yüzden fazla attan biri olan Marengo, büyük zaferlerinin hemen hepsinde imparatoru taşımıştır; 1800'de ismini aldığı Marengo'da, 1805'te Ulm ve Austerlitz'de, 1806'da Jena'da, 1807’de Friedland’da, 1809'da Wagram’da. Kariyeri boyunca tam sekiz kez yaralanmıştır, Napoleon’un muharebe alanlarında yirmiye yakın atını kaybettiği düşünüldüğünde Marengo’nun bu açıdan şanslı olduğu söylenebilir.

Napoleon uğura inanırdı, Marengo da onun uğurlarından biriydi. Moskova'dan felaketle geri çekilmesiyle sonuçlanan Rusya Sefer’i boyunca imparator yine Marengo’nun sırtındaydı ancak zorlu kış şartlarını ve çetin Rus steplerini aşmak için uğurdan çok daha fazlası gerekliydi. Napoleon Marengo’dan vazgeçmedi; sürgüne gönderildiği Elba Adası’ndan kaçtığında Marengo'nun eyerine geri döndü. Waterloo’da imparatoru bir kez daha Marengo taşıdı ama Rusya Seferi’yle birlikte talihinin döndüğüne inanan Napoleon son derece haklıydı; Waterloo onun son ve en büyük yenilgisi oldu.

Muharebe günü akşam karanlığı çökerken Napoleon Marengo'yu yaralı bir şekilde, La Belle Alliance (Brüksel kentinin birkaç kilometre güneyinde bulunan bir han) yakınlarında bırakarak arabayla kaçtı. Marengo bu tarz bir terk edilmeyi şüphesiz hak etmemişti. İngiliz teğmen William Petre, Marengo’nun üzerindeki imparatorluk damgasını fark etmeseydi aç askerler tarafından biftek kızartması yemeğinin ana malzemesi olması işten bile değildi. Petre bu adil olmaktan uzak akıbet yerine onu sağlığına kavuşturdu ve savaş ganimeti olarak İngiltere'ye götürüldü. Marengo bir süre Londra'da, Waterloo Rooms'da sergilendi. İlgi büyük oldu, Napoleon'un meşhur atını görmeye gelen yetişkinler için giriş ücreti bir şilin, çocuklar için altı peni olarak belirlendi. Zamanla Marengo'ya İngiliz halkının gösterdiği ilgi azaldı ve Teğmen Petre onu William Angerstein adında son derece zengin bir subaya sattı. Angerstein, Marengo'nun cesur yürekli yarış atları yetiştirebileceğini düşünüyordu, bu yüzden damızlık olarak kullanmaya karar verdi. Marengo cesur yürekli ve sağlam yapılı olmasına rağmen, kendisi gibi atlar yetiştirme konusunda biraz başarısız oldu, doğurduğu tayların hiçbiri yarış pistinde iyi değildi. Waterloo'da olduğu gibi, bu da Marengo'nun sonu olabilirdi neyse ki Angerstein’ın Weeting Park'taki kır malikanesine yerleştirildi.

Marengo, 1831 yılında Doğu Anglia'nın tatlı otlarında, bir savaş atı için olağanüstü bir yaşam süresi olarak sayılabilecek 38 yaşında öldü ve geride tıpkı Napoleon gibi efsanevi bir yaşam öyküsü bıraktı.

picasso


 

17 Mart 2025 Pazartesi

BELA MAKAMI

 




"(tanrım!

perdeleri çektim

yani emirlerinizi beklerim)"


Ankara İç Savaşında Üç Hainin Portresi

Ahmethan Yılmaz


ORADA

Çıktım ve bekledim. Güneşi ayağımın altında ezercesine… Gökyüzü de ben de aynı yerdeydik aslında. Üzerimde adını unuttuğum bir renk. O rengin akşamı. Senin ışığın henüz burada olgunlaşmadı. Yeni yetme ağzımda sözlerinin tamamı. İçime çektikçe yok oluyor diyebilirim. Hızlıca kayıp gittiler yarına doğru.

Çıktım ve bekledim. Zihnimde bir kamaşma. Uyuşmuş etimin altında binbir gecenin intiharları. Elimi belime koydum manzaraya doğru. Kısılıp kalmış sesimi yokladım. Nerdeyse gece olacaktı içimde. Öyleyse neden bu yakınma. Yarın, ağaçlara iliştirdiğimde ruhumu, eski bir yazıyı yaşar gibi yapabilirdim. 

Çıktım ve bekledim. Aklımdan çıkamıyordum bir türlü. Sonra sessizliğimden taşan sular yokluğun yankısı olana dek zamanın ayak diretmelerinde boğuldular. Sular boğuldular. Kuzey vaktiydi. Bazı hayvanları düşündüm. Kırmızı kırmızı çoğalıyorlardı.

Çıktım ve bekledim. Böyle olması mı gerekiyordu. Tanrı! Ne kadar anlamsızdım! Bu kadar mıydı biriktirdiğim. Bir bıçak boşluğu kesiyordu. Çocuk duvara topu vurup duruyordu. Demek ki ben vardım. Ses bize ulaştığında daha çoktu. Ona dedim ki: uzaklaş buradan.

Çıktım ve bekledim. Az önceyle aramda büyük bir mesafe oluştu. Ayağımın altındaki taşlardan bana haberler geldi. Yürümelisin dedi biri bana. Önce ağzını boşalt. Yani yaşansa da yaşanmasa da aynı kapıya çıkan bir var olma dilimi. Parmaklarımın boğumunda kemikle iç içe…

Çıktım ve bekledim. Daha varmamıştım şimdiki zamana. Aşınmışlığımla, suda bekletilmişliğimle, kaybolmuşluğumla, avuçlarım varlığını zapt edercesine, kemiklerimi toprağa gömmüşlüğümle… Daha önce bunları kim yaşadı da ben oldu, tanıştım ve düşüncelerim yürüyüşümü kovalarken…

Acelemiz vardı. Telaşımızı mülkümüz bilip, hepimiz bir cümleyi bir ana yetiştirme telaşında, hayatın içinde bir yerlerde arar gibi kendimizin göz değmemiş yanlarını, sonra kalır gibi, kasılıp, boğuk, katı ve çok sonraları trajedi denilecek biçimde…

Bitmek bilmiyordu ve gene başlayacaktı. Çıkacaktım ve bekleyecektim. Ancak bir el kolumdan beni çekerse, dese ki: orada, senin hep bir başlangıcı tazeleyişinde, kendini kontrol altında, tanrıdan ve şeytandan gelen karmaşık seslere kulak yetiştirdiğin yerde, bunların hepsi anlamsız… Elini uzatırsan kırılıp dökülürüz.

Çıktım. Uykumun tozlarından havalanAN vehimler…

Bekledim. Orada, bazen zincirlerimi parlatışımın sıkıntısında, bazen yarım kanatlı uçma niyetlerimde, bazen de parmak uçlarımın gittikçe inceldiğini dehşetle fark ederek…


........


14 Mart 2025 Cuma

soyut bahçe


Ağacı üstünde elma, şehvetidir kadının-
Parıltılarla asılı, güneşten maskarası.
Ağaç, kesmiş soluğunu kadının;yeltenip
Yükselip üstüne dal dal, dilsizce dilli sesi
Çıkıverir gözlerine bir karartı perdesi.
Kadın tutsak ağaca ve yeşil parmaklarına.
Ve kendini ağaç sanar düşüncesinde kadın.
Rüzgâr kucaklayıp örer taze damarlarını,
Kaldırır onu göklere, uçarı maviliğe,
Ellerinin ateşini boğup gün ışığında.
Hiç anısı yok kadının, korkusu, umudu yok
Ayaklarındaki ottan ve gölgelerden öte.

hart crane

anneannemin aşk mektupları

 



Belleğin yıldızlarından başka
Gökte yıldız yok bu gece.
Oysa belleğe ne çok yer var
Yumuşak yağmurun gevşek kemerinde.

Annemin annesi
Elizabeth'in
Tavan arasının bir köşesine sıkışıp 
     kalmış
Ve orada kar gibi eriyecek kadar
Sararıp eprimiş
Mektuplarına bile yer var.

Bu kadar geniş bir boşlukta
Yumuşak adımlarla yürümeli insan.
Burası tümüyle görünmeyen
Bir tel ak saça asılı,
Havada bir ağ ören kuş dalları gibi 
     titriyor.

Ve ben soruyorum kendime:

"Yankılardan başka bir şey olmayan
Eski havaları çalacak kadar uzun mu parmakların:
Sessizlik ezgileri kaynağına taşıyıp
Sonra anneannene getiriyormuş gibi
Yeniden sana getirecek kadar
Güçlü mü?"

Gene de elinden tutup anneannemi
Anlayamayacağı pek çok şey arasından geçirirdim.
Bu yüzden ayağım sürçüyor. Ve yağmur
Acıyan tatlı bir gülüşle yağıp duruyor.

Hart Crane

brooklyn köprüsüne ön şiir

 




Kaç tan ağarması, üşümüş dalgacıklı tüneğinden
Martının kanatları değecek ve döndürecek onu,
Ak gürültü halkalarına dökerek, kurarak çok yukarda
Özgürlüğü zincirli körfez suları üstünde - 

Sonra, kesiksiz bir kıvrılışla, yüzüstü bırakıp gözlerimizi
Dosyalanıp kaldırılacak dolu yaprakları açan
Yelkenler gibi birden görünüverecek:
-Asansörler bizi yaşadığımız günlerden indirinceye dek...

Sinemaları düşünüyorum, panoramik göstericileri
Kalabalık çökmüş üstüne çakıp sönen bir görüntünün
Hiç kapatılmamış,ama yeniden abanan üstlerine
Başka gözlere aynı perdede daha önce söylenmiş;

Ve sen, liman boyunca, gümüş yürüyüşlü
Güneş adımını almışçasına, gene de bırakmışsın
Bir devinimi yürüyüşünde hiç kullanmadan,- 
Özgürlüğün duruyor seninle alttan alta!

Bir yer altı treni lombozundan, hücresinden ya da aralığından
Tımarhanelik biri koşturur korkuluklarına,
Eğilip orada bir anlık, kabararak hırçın gömlek,
Düşer suskun bir kervandan alaylı bir söz.

İniş Duvarı, öğle sızar kirişten sokağa,
Göğün asetileninin sökük dişi;
Bir öğleden sonra boyu bulut-uçuşlu maçunalara döner?..
Kabloların soluk alır Kuzey Atlantik dinginliğini

Ve Yahudilik cenneti kadar karanlık,
Senin ödülün... Kutsar seni, bağışlar sana
Zamanın yükseltemediği adsızlığı:
Titreşimli erteleme ve gösterdiğin bağışlama.

Ey rübap ve sunak, ateşlenen öfkeden,
(Nasıl salt uğraşı senin uyumlu tellerini sıraya dizer!)
Yalvaç'ın andının korkunç eşiği,
Paryanın yakarışı ve çığlığı sevginin - 

Yeniden senin hızlı parçalanmamış deyimini
Yalayıp geçen trafik ışıkları tertemiz iç çekişleri yıldızların,
Boncuklar diziyor yoluna - Yoğunlaştırılmış sonsuzluk:
Ve gördük kaldırıldığını gecenin senin kollarında.

Payandaların yanında gölgenin altında bekledim;
Yalnız karanlıkta açıktı gölgen.
Kentin kızgın yükleri çakılmıştı hep,
Kar demir bir yılı örtüyordu şimdiden...

Ey altındaki ırmak kadar uykusuz,
Denizi kemerleyen, ovaların düşlü çimi,
En aşağılık bir zaman yayılıyor üstümüze, iniyor
Ve bir söylence veriyor Tanrı'ya büklüntüsünden.


Hart Crane
(1899 - 1932)






11 Mart 2025 Salı

malaga'da güneş



Tanrı, diyordu Hostegesis, sineklerde 

ya da pirelerde göstermez kendini; 

İsa, diye ekliyordu, rahminde durmamıştır 

Meryem'in - kalbinden inmiştir yeryüzüne, 

bunları söylerken güneşe ve gökyüzüne, 

suya ve toprağa, inanılmaz güzellikteki 

gözlerine karşısındaki rahibenin 

ve siyah kumaşın altında hızla inip 

kalkan göğüslerine bakıyordu 

bir noktadan ötekine yolunu ezbere 

tanıyan bir kılavuz gibi hareket eden 

gözbebekleriyle: Tanrı, diyordu, 

bazı yerlerde varlığını gösterirse 

bazı yerlerde yokluğunu duyalım ister. 

Ağır ağır batıyordu Malaga'da güneş.


Enis Batur 

1 Mart 2025 Cumartesi

İNANMAK İSTERKEN ANLADIĞIMIZDA BAŞIMIZA GELENLER




İNANMAK


Sündürülmüş bir şarkının arka odalarında sen
Söndürülmüş bir şarkının sen
Göğe uçan balkonların senin terliklerinde fiyat etiketi sen
Ağlamaktan dökülmüş ağaçların rimellerin sen
Türk gölü avuçlarından su içiyor sen

Battaniyene iyi davran
Pul pul biberler vur mektuplarına
Öğleden sonra şehre var
Karşıya geç gölgeni topla şehirden
Şehir bir ıslık olsun yapışsın diline sen

Denizler yürü gemiler kirala savaşlar çıkar
Aklımın çatısından anlamın çatısına

.........