Bazıları ilk kez bu kitapta yer alan şiirlerden oluşan 4. şiir kitabım Cennetlik Şiirler, baskısı uzun zaman önce tükenen ilk kitabım Fena'yı da içeren 2 kitaplık gürül gürül bir toplam.
"Suyu seveni derin batırın ırmağa."
(S.U.'yu seveni de.)
Bazıları ilk kez bu kitapta yer alan şiirlerden oluşan 4. şiir kitabım Cennetlik Şiirler, baskısı uzun zaman önce tükenen ilk kitabım Fena'yı da içeren 2 kitaplık gürül gürül bir toplam.
Roman Sanatı
Günler, aylar, yıllar karmakarışık ve istemeden geçer. Yaşadıklarımız dağılır ve yapışır mevsimlere. Peki bu kadar mıdır? Hayır! Roman dediğimiz o harikulade sanat bütün bu yaşananların büyük bir fotoğrafını veya kamera görüntüsünü alır ve onun ömrünü uzatır. Bu görüntü veya fotoğraf-isterseniz siz göstergebilim deyin-yazarı da aşacak bir evren inşa eder. Belki de bu yüzden Milan Kundera “Harika romanlar her zaman yazarlarından biraz daha zekidir.” der. Çünkü yazarın hafıza ve dil gücü yazarken en üst noktaya ulaşır. Bize muhteşem sanatı da sunan bu deha dakikalarıdır. Size bahsedeceğim romana gelince ise romanla ilgili söylenmiş belki de en anlamlı söz Fyodor Dostoyevski’ye aittir.”Bir roman bir şiir eseridir. Yazmak için, insan ruhunun ve izlenimin huzuruna sahip olması gerekir.” der. Tam da bu noktada Şair Süleyman Unutmaz’ın Şule’den çıkan “Meleksiz Olduğum Her Güne Senin Kanatlarınla Başlıyordum” romanı hem anlatı hem şiirsel üslup yönünden hem de postmodern romanın özelliklerini az da olsa içinde barındırdığından buna çok güzel bir örnek olabilir düşüncesindeyim.
Roman ve Gerçeklik
Romanların hayatlara dokunan tarafları çoktur. Roman hayatın aynası demişler bu yüzden. Bu romanı okuduğumda evrende binlerce insanın benim gibi yazarla bu yaşlarda bu yürüyüşlere çıktığını hayal ettim. Mavi gök altında aynı anda milyonlarca kelime bu cümlelere yürüdü, dizildi zannettim. Aynı anda sadece bu romanda seçilen mekan “Van” gibi yüzlerce şehrin bu hayalle çalkalandığını, sarsıldığını hissettim. Hepimiz öyle ya da böyle kolay okunan, bize direkt nüfuz eden, okuyunca hemen içimizde yazarın bizzat romandaki anlatısına kaptırarak onun gibi konuşan romanları sevmez miyiz? İşte bu romanı büyük yapan da bence bu. Yaşadıkça yazılan, roman olmak için yazılmayan, yazıldıkça roman olan vasfı beni sevmeye ve yücelmesi gerekenlere götürdü. Elma dedim, düş; masal dedim, anlat; deniz dedim, köpür; dil dedim, dökül; bahçe dedim, yeşer; kül dedim, yan; buz dedim, eri!
“Sen yürürken pek çok şeyden vazgeçerdik. Kahvaltıdan, çiçeklerden ve kitaplardan vazgeçerdik. 70’lere doğru akardı tüm müzikler. Çam ormanlarına soğuk yağmurlar yağardı, balkonlar üşürdü. Yürümekten vazgeçerdik. Sen yürürken ay ışığı her yerde bulurdu bizi.”(S.96)
Roman, Sevim Burak’tan bir alıntıyla başlıyor. Bu alıntı romandaki kahramanın ruhunu çok iyi özetliyor aslında. Yazma eyleminin, yaşamanın kimseden emir almadan mümkünlüğüne, insanın kendisi oldukça bu eylemin gerçekleşebildiğine, insanın kendi atomlarının ancak kendi eliyle paramparça edebileceğine inandırıyor bizi. Ve ilk bölüm adından sonra Cahit Zarifoğlu’nun Berdücesi-1962 yer alıyor. Cahit Zarifoğlu şiirindeki o muhteşem iç konuşma daha sonra yazarın kahramanın iç sesine eklenerek devam ediyor. (Bu arada romana şiirle başlamak, romana en güzel giriştir sevgili okuyucu!) Cahit Zarifoğlu ile Süleyman Unutmaz’ın şu ortak yönünü söylemeden geçemeyeceğim. İkisi de zamanın birer kahramanı. İkisi de toplumun içinden geçtiği müzikle, sinemayla, sporla, magazinle hayatlarına perde çekmeden akıp gidiyordu/akıp gidiyor.
Yazımın başında dedim ya, bu roman sayfaları yaşanırken yazılan yazdıkça yaşanan özelliğe sahip ve okuyucuya ulaşmadan yirmi yıl önce kaleme alınmış bir roman. Başlıklar halinde açılan kah günlük, kah mektup, kah anı, kah gezi yazısı olarak karşımıza çıkan yazılar iç dünyası itibariyle kahramanın ruhunda, kalbinde ve hafızasında bir bütünlüğe sahip. İlk yazı “Unutmak“ 30 Eylül Pazartesi 2002 tarihli bir yazı. Bir sürü umutla, günün akışı içinde her zaman ve her yerde aslında her istediğimizi, her varlığı hayal ettikçe var edebileceğimize değiniyor. Bir romanın giriş cümlesi beni çok ilgilendiriyor. Romana giriş kapısı harikulade olmalıdır. Rengiyle, modeliyle, ağırlığıyla romandaki bütün kahramanları, mekanı, dahası bütün unsurları taşıyabilmelidir. “Sonra O’nu gördüm. Teselli Burcu’nun bütün yıldızları parladı...” Bu ilk cümleyle kahramanın yanında yer almak istiyor insan hemen. Kahramanla yürüyüşe çıkıp şehrin asıl ruhundan geçmek, şehrin bütün parçalarında düşünmek, aşkın sindiği her ışık noktasına tanık olmak için sabırsızlanıyor insan. Yazar, kendi ruhundaki yansımaları ne kadar şehirle yan yana getirse de okuyucuyu daha çok kahramanın iç dünyasında yaşatmaktan vazgeçmiyor. Yansımaların sebebi değişik mekanlar, objeler, eşyalar, olaylar olsa da yazar okuyucunun yakasını bırakmıyor, kendi içindeki savaşa dahil ediyor, hepimizin meselesi bu diyor, sadece benim meselem değil diyor. Hepsinin adına ortak duyguları haykırıyor, yankılanan her şeyi yeniden yeniden okuyucuya fısıldıyor. Kahraman zamanın akışının farkında, sine sine yaşıyor zamanı, bilincinde olmanın heyecanıyla, ona hem hükmedercesine hem onun altında ezilircesine, hem güçlü hem zayıf ,hem umutlu hem bedbin… İkinci başlık “Hayalden Elbiseler” 5 Eylül 2002 tarihli. Yazar burada kahramanın kendi içinde yarattığı kıza öyle muhteşem elbiseler giydiriyor ki sanki seminerde gördüğü o sevgili aslında kahramanın içinde daha kanlı canlı, daha parlak, daha yaşayan bir hal alıyor.
“ Beyaz bir gömlek, kırmızı keten pantolonun var, biraz kısa. Kemikli, beyaz, sarımsı bir yüzün. İnce kolların… saçlarını siyah bir tokayla ensende toplasan da yelpaze gibi dökülüyor saçların… Sol kolunda gümüş bir saat, sağ elinin yüzük parmağında yüzük! ”(S.24)
Roman ve Kurgu
Yazar, hayalle gerçeğin iç içe bazense paralel olduğunu hem de gerçekle hayalin insan üzerindeki etkileri bakımından çok da farklı olmadığının altını çizercesine devam ediyor diğer başlıklı bölümlerle. Bazı bölümlerin girişlerinde düşüncenin merdivenlerine çıkarıyor okuyucuyu yazar.”Beklenti, beklenilen hiçbir şey olduğunda bir var olma biçimi haline geliyor. Bunu kim bilebilir? Kim beklemesini bilir? Bir bekleyişte kaybolmayı…”
Yazar, romanda birkaç kişiden bahsetse de aslolan kendisidir onlar ise figüran. Onlar raslantılar sonucu kısacık görevleriyle varlar, çay getirmekle, yol tarifi etmekle, onları sorgulamakla… Bir varlığın yokluğu daha çok hissettirir onun varlığını. Romanın kahramanı sevdiği kişiyi uzaktan çeşitli var olma biçimlerinin vasıtasıyla(düşünmek, hissetmek, hatırlamak vb.) kendi dünyasında hareket ettirerek yaşatıyor. Geçekten de onun( sevdiğinin) yanında olması hayali olsa da gerçeğinden bir farkı olmuyor. Nihayetinde gerçek ya da hayal kavramlarının içini dolduran da yine insan değil midir?
Postmodern Sanat
Postmodern sanat klasik anlatımların dışına çıkarak birçok imkanı anlatıya taşıyan, çok amaçlı bir sanattır. Romanlarında kurgulanmış bir olaya yer verilmez. Bu romanda da Süleyman Unutmaz bir olayı anlatma derdine düşmemiştir. Yazar, olay anlatmak amacıyla yola çıkmaz, olayın oluşturduğu izlenimlerin ve duyguların peşindedir. Karamsarlık, yalnızlık, bohem, hakikat arayışı olmazsa olmazlarıdır postmodern romanın. Zaman, kronolojik işlemez, geçmişe ve geleceğe, hatta anın geçmiş ve gelecekle iç içe olmasına inanır gerçek yaşamda olduğu gibi. Postmodern romanda yaşanan anlar vardır ve bu anlar tek başına birer evrende geçer. Neden-sonuç ilişkilerine gerek duyulmaz. Binlerce nedenin ve sonucun binlerce karmaşık hali yaşanır durur bu çağda çünkü. Romanlarda bütün bakış açılarına yer verilir. Ayrıca postmodern roman metinde mutlak doğru ve yorum yerine okur sayısı kadar doğru ve yorum vardır. Yazar, okurun aktif olmasını ister, ona göre okur en önemlisidir. Asıl kahraman okurdur. Aynı zamanda yazar anlatımın bir kurmaca olduğunu hissettirir. Yazar olmadık yerde metni nasıl kurguladığını anlatır. “Yazar, burada niye oturduğunu bilmediği bir masada, niye kendisiyle konuştuğunu bilmediği bir garsonla, niye içtiğini bilmediği bir kuşburnuyla, niye sevdiğini bilmediği kahverengi boğazlı kazağıyla terler terler terler.” Bu üstkurmaca tekniği okuru ve yazma dürtüsünü üst seviyelere çıkarır. Bu romanda yazarın amacını roman yazmaktan ziyade roman kurmak olduğunu söylemiştik başta. Belki de posrtmodern sanatta benim de en çok benimsediğim bu özellik, roman yazarının yazma serüveniyle var oluşsal bir akış içinde olmak. Romanda yer yer günlük, anı, mektup(en çok da günce ve mektup)vb. türlerin anlatım özelliklerinden yararlanılmış, anlatımın tadı epey zevklendirilmiştir. Bu pastiş tekniğiyle yazar okuru sürükleyici bir yolculuğa bağlamıştır. Yazar, postmodern romanlarda görülen iki eğilime de yer vermiş hem seçkinci-elitist hem de sıradan-popülist okura hitap etmiştir. “Uzak” başlıklı son metin Şoför Cevdet ile yapılan yolculuk, Erçek Gölü’nün efsane tadındaki anlatımı, tabiatın insana hükmettiği bölüm de romanın finalini renklendirmiştir. Son metinlere kadar aslında kahramanın hayali bir aşkın içinden çıktığını, şimdi ise gerçeğin içinde yol almakta olduğunun farkına varırız.
Roman ve Şiir
Roman, “SEN, SEN VE BEN VE BEN “ anlatı bölümlerinden sonra çok az romanda görülen şiir bölümüne yer verilmiştir. Bu aslında şu demektir, şair roman yazsa da şiirden taviz vermez. Bu tabi ki benim şahsi çıkarımımdır.
Roman ve Eşya
Şiirlerden sonra roman kahramanının özellikle var etmek istediği o somut alem, hayalden elbise, eşya , sigara listelerine yer verilir. Yazarın romanının GARDROP’ udur bu bölüm.
Romanın Oluşumu
Gardrop bölümünden sonra yer alan bölüm başlığı ise A-4 PİLOT V-5 Hİ-TECPOİNT’tir. Bu bölümde peyderpey yazılan eskizlere, çizimlere yer verilmiştir. Düzyazı dışındaki bölümler aslında kelimelerin gücüne rağmen kelimelerin gerçekleri anlatmak da güçlük çektiğini de bize hissettiriyor gibidir. Öyle eşyalar vardır ki sahibinin elinde bambaşka anlamlara bürünür. Öyle objeler de vardır ki hayalden ülkelerin sınırlarını çizer, öyle şiirler vardır ki sadece o’nun için söylenmiştir. Öyle şarkılar vardır ki sadece o’nun için dinlenir.
Roman ve Şarkılar
Romanın son bölümü olan YARARLANILAN KAYNAKLAR-ROMANS şarkı listelerinden oluşur. Şarkı listelerinin sonuna Hakan Savlı’nın “Dünyanın Öbür Ucunda Bir Yerde” şiiri eklenmiştir. Roman bende Yabancı, Beyaz Geceler, Gariplerin Kitabı, hatta inanamayacaksınız Tatar Çölü tadı bıraktı. Umarım sizde de aynı olur. Bütün bu bölümlerle okuru her defasında şaşırtan, bambaşka, şiir tadında, müzik eşliğinde, yaşanmışlıklar büyüklüğünde, gerçek anlamda okurda “tat” bırakan, okuru hem kendine hem romana hem geçmişe hem de o taze aşk duygularına bağlayan, yazıya olan aşkın büyük bir evren olduğunu bize hatırlatan, “Aşık olup yazmanın, yazarak aşık olmanın, yazdıkça aşık olmanın, masumiyetin, güzellik, kelimeler ve şarkılar tarafından zapt edilmenin, gerçek bir hayalin roman-s’ı” bu işte, kısacası bu.
Adem Yazıcı
Karabatak 64
.....
Eyvallah dedikçe büyüyen ağzın büyüyen erkeksi ağzın
Radyodan yayılan nümayiş Siyavuşpaşa Sıraselviler
Hiç yakışıyor mu sana bu sonbahar yaprakları
Olacak şey değil yanında intihar etmem
Kapağını kaldırdığın kitap açtığın sokak çektiğin tiner
İyice anlaşıldı mı?
......
1
Devam et amerika
Devam et savaşlarda
Şu ezelî cımbızla
Devam et kılı kırk yarmada ayırmada
Dünyanın ak tüylerini kara tüylerini yolmada
Devam et düşlerini madde madde saymada
Demiri demirle yoruyorsun
Gülü gülüşü demirle
Ayışığını ağlayışı demirle
Akşamın demirini vuruyorsun sabahın demirine
Şaşıyorum sendeki tabir anlayışına
Bu nasıl evlilik ki bakışlarınla
Her şeyi kırmızı gösteriyor ayna
Ve bin ses kaynaşıyor iki kişi arasında
Ses mi ne sesi
Yabanî atlar kişniyor sanki boşlukta
Her yankı başkasının çocuğunu doğurmakta
Seni beni yakan endüstriyel bir tanda
Şimdi ben seni çoğaltayım kanımdan
Sen beni azalt bu batakta
Görüyorsun
İş hassas ama alet balta
Benzemiyor da İbrahim baltasına
Sanki hiç güneş doğmayacak
Sanki insanın şafağı soğumakta
Oya oya
Oya oya
Hangi seheri getirdin dünyaya
Devam et amerika
Ölüme koşarken arenada
Ölümü koşturuyorsun meçhul krallar adına
Hızlı olabilir misin zamandan
Dünya tacına taht kuran o kurttan
Ne haber Nevada çölündeki karıncadan
Kör müdür topal mıdır
Buğdayı dâneyi yakalamış mıdır
Güneşin altında kavrulmuş mudur
Ben ki duyardım sesini bin mil öteden
Dicle kenarında bir keçinin
Eğilirdim hakkına
Ama felek başköşeye koymuş
Ve sürmüş seni kader balkonuna
2
Baş göğe erdi mi ağla
İnsan gözyaşlarıyla döner aslına
Bir müjde kazanır çıplak ayaktan
Avuç avuç başlar dağıtıma
Yukarıya bak ama
Yukarıdan bakma amerika
Kendini Tanrının kırbacı sanma
Eller alışırsa çoğalırsa büyürse kırbaçta
Binlerce sırt açılır acı güneşte
Bir anda kırbaçlar ülkesinde
Daha büyük kırbaçlarla kırbaç endüstrisiyle
Daha büyük yaralarla cerrah naralarıyla
Ve dünya ayaklar altında sanma
Çoğunu altına almıştır dünya
Çocukların kalbini amerika
Kafesteki aslanların ağzına atma
Bebeklerin bakışlarını çalma kuyulardan
Karşılık bulunmaz bu büyük borca
3
Mahzende yıllanmış insan
Yıllanmış kara şarapla acı kanla
Ölüm bile uykuda sanki
Unutmuş ölüm ilkelerini
Sarhoşluk su gibi ekmek gibi
Gece ve gündüz devrilmiş gibi
Sırtüstü uzanmış şu dünya fili
Bilinmez hangi davada iddiada
Dünyaya meydan okumakta
Arşa yükselen ninniyi
Kapı komşusu duymamakta
Yoksa dağlar mı yutuyor sesleri
Düş faresi mi geziniyor kulakta
Gitme onların üstüne sefil iştahla
Sevgiliye sarılır gibisin amerika
Sarılırken ecel silahlarına
Ayrılığını düşündün mü amerika
Yalnızlığın hiç gelmiyor aklına
Aklını kaybeder insan
En çok onu kullandığında
Kendini evin özü sayma bu kabukta
Az evvel güle baktık tazeydi
Şimdi düşmüş böceklerin ağzına
4
Her ân bir tabut gibi göçmekte
Tabiat her ân bir cenazede sanki
Kim üflüyor bu yılan yelini söyleyin
Kim armağan getirecek İsa'nın nefesini
Dünden getirmediğin müjdeyi
Gelecekte arama
Arama Meryem'i bu insanlıkta
Komşuya bakma komşuya
Kendine bile komşu değil aslında
Kilerin boş komşuyu bekleme boşuna
Komşu kavun karpuz sayımında
Karlar ortasında dehliz karasında
Derken komşu bir akrep çıkar
Başka bir akrep soyuna çalıma
Ne yokuşu görebiliyor yokuşta
Ne varlığı ateş kaynamasında
Su toprağa karışmış komşuda
Yazın göbeğine çakılmış kışın ortasında
Deste deste zaman kumar masasında
Komşu ayakta ama hangi ayakla
Sabahı çiğniyor gece sofrasında
5
Yılan oturmuş kara mücevherler üstüne
Malını satma zifiri karanlıkta
Eski berduş ayın son ışıklarında
Sunacaksan bizim gibi sun sürahiyi
Günışığında çatlamış dudaklara
Satıcının gözlerini görmeliyim amerika
Oynaşırken elleri sini havada
Bu gidişle işsiz kalacaksın amerika
Müşteri girmeyecek açtığın dükkâna
Âh pazaryerinde parlayan dünya!
Ama bizim çarşının malları başka
Mal dediğimizden öte mal dediğimizden başka
Bizde 'gül alır gül satarlar' mesela
Parmak ucundan kan akacak bedeli
Ve bir anne gibi bakacak mesut ve titrek gözler
Ve gülün kokusu evreni sardığında
Anneler emzirir kanlı dikeni bile
6
Bir gül gibi koklayacaksın Roma'yı
Böyle mi demişti kendi kendine
Poz verirken Fatih ressam Bellini'ye
Şimdi gül kokuları mı geliyor öteden
Güller mi geliyor geleceğin bahçesinden
Artan çoğalan doğan doğuran güller
Selâma selâm katan selâm beldesinde
Kırmızı güller kanlı güller Kerbelâ'da
Solgun güller susamış güller
Hep âşık hep yaralı güller
Genç güller ihtiyar güller
Toprağa benzeyen eller gibi güller
Ak toprakların gülleri
Canım Hüseyin'in gülleri
Son nefesini verirken ağzından dökülen
Dökülen güller evrenin gözyaşları güller
Ustamın sepetindeki güller
Bir mısra gibi doğmuş da
Dünyaya inmemiş daha
Bir bakış almamış insandan
Havaya toprağa karışmamış
Sade ruh sade candan
Ustamın güllerine yaraşan
7
Şiir ormanına girip de şuaradan
Var mı bu aslana yakalanmayan
Bir lokma da ben aldım o büyük avdan
İnsanı çeken bir dağ gibi
Sonra bırakan sırtında humma ile
Kimi yükünü attı daha inmeden
Kimi geçemedi üç beş dereden
Dergi figüranı ayırdı bu sınavı
Ayırdı yazık ilahî sınavlardan
Amerika ses ver ustamın çağrısına
Ses ver kulak ver gönül ver gönülden ver
Diriliş bir rozet değildir yakada
Elini sokmaktır ruhun kazanına
Ve zaman kaynamakta altında
Ve geçmişten geleceğe armağan gibi
Bir evren buharı gibi yayılır vücutlara
Uzağı görüyorsun değil mi
Peki ayağın neden şuracıkta tuzakta
Eşyayı parçala sen parçala
Zamana bak toz duman dağılışına
Bazen bir hayvanın kanı gibi
Kara toprağa karıştığına
8
Bir kuş parçalanıyor atomda
Bir çocuk boğuluyor embriyoda
Ve geçmişle gelecek arasında
Ülke bir çekirdek iki parmakta
Hazır mısın ezelle ebed pazusuna
Gök fabrikası çalıştığında
İçi kapandığında dünyanın
Yüzükteki taş oynadığında
Sorabilir misin nedir bu kişneme
İnsan nedir hayat nedir evren ne
Annelerin sütten kesilişi gibi
Kesilirsin yeni kayan sorulardan
Cevaplara uygun sorular uyduran
Sorulardan yeni orular çıkaran insan
Evin nasırı çoğalıyor işte çoğalıyor
Tutacak neredeyse pencereleri de
Ve yakalayacak bir yıldızı burnundan
Gökler de payını alır
Kalplerin yıkıntısından
Yeni bir plân mı bu evrene dair
Ateşin ve küllerin mimarından
9
Gök fabrikası çalıştığında
Kim ne diyecek yarın için
Dünün kayası altında ezilirken
Gök fabrikası çalıştığında
Ay'ı harmanlayıp ufaltıp döktüğünde
Kendinden habersiz insanlar üzerine
Tabiat deposu doldu mu ha!
Bir şeyler görünüyor mu insandan
Sadece bir ses mi gökleri çınlatmakta
Geçmez mi bu kadından erkeğe
Erkekten kadına geçmez mi
İnsanın maddesi mi değişti
Balçıktan kana mı düştü cevher
Ruhun gemisi neyin üstündedir
Rüzgâr neyi beklemektedir
Şu dağlar engel mi ona
Tuzağa mı düştü yoksa
Belli olmaz insan işine
Gemi yola çıkmak üzere
Rüzgârı çevirmeye kalkar tersine
Ama gök fabrikası çalıştığında
İnsan bakar döner bakar ki
Bir işçidir saf yağmurlara
10
Dünyanın uzayan saçlarına
Bir berber mi gerekli
Yoksa bir terzi meleği mi
Yırtılan denizlerine
Sökülen dağlarına
İnsandan fazla bir şey mi
Nedir parçalar içinde kayboluşumuz
Ecza oluşumuz taneler oluşumuz
Birbirine yabancı zerreler gibi
Oraya buraya savruluşumuz
Geceyi döven nedir gündüzü döven ne
Âşikâr bir el mi var evren havanında
Bir fazla bir eksik var şu hayat macununda
Bir Picasso ama anti-Picasso gibi
Noktadan fırlayan balkon gibi
Zamanın çizgisinde kara ben gibi
O ben mi veriyor rengi
Gözleri ayartan ufuklara
Nerede kalpten kalbe geçen
Bakışlar arasında dolaşan
Yaratılış balı
11
Bir sürme sevgilimin gözlerine
Geceden ve gündüzden öte
Ve şimdi bir bakış kazanıyor aşk
Ruhun şarkısını söyleyen vücutta
Öyleyse ne işin var bedenimde
Şeytanın yazlığı olmasın vücut
Ruh tatile çıktığında
Çağın motoru sustuğunda
Araba durduğunda bir uçurum başında
Âh ne çok uçurum var çocuk bahçelerinde
Çocuk oyunlarında ölen çocukların gözlerinde
Çocuk oyunlarında dirilen çocukların gözlerinde
Ve bir yığınak ölü bakışlardan
Yükselir ve görünür ardındaki zindan
Zindanda kelimeler sonsuz kelimeler
Tabiat deposu doldu mu ha!
Bir ses mi yalnızca
Çöle düşüyorum yine
Düşer gibi şiire
Çölde balık beyaz canlı ve parlak
Ay'ı pişirebiliriz güneşten kalan bakışlarımızla
Ve gökteki yıldızları indiririz
Tuza ihtiyacımız olduğunda
Çöl nasıl içiyorsa güneşi
Nasıl yiyip bitiriyorsa her şeyi
Öyle içmiş insanlar ölümü
Yağlı bir yemekten sonra
Ölüm mü bir uzun uyku mu
Ölümden sessiz uykuların uykusu
12
Uyanma vakti geldi mi cin uykusundan
Ruhu deviren gecenin uykusundan
Güne yıkılan sarhoş geceden
Geceyi gece olmaktan çıkaran geceden
Geldi mi geçme vakti kara tünelden
Ben ki gençliği yapan uykularla gelirim
Sen nereden gelirsin
Varlığın beklenen çağrısına
Dediler ben doğdum
Kesildi soru'nun göbeği
Şimdi yalnızım oyunlarda
Uyudum uyandım 'belâ' aynasında
Uyanıklık neydi ki bir ince şeritti
Ruhun şakırtısıydı binbir zincirli
Gerili bir ipti ruhun atladığı
Uçlarını sen ve ben tuttuğumuz
Yumuşak taşlar arasında
Ne kod ne şifre ne kum tanecikleri
13
'Ez Haleb tâ Kaşgar meydan-ı Sultan Sencerest'
Âlemin kalbi dedik meydana
Ve sultana Tanrı'nın gölgesi
Ufuklara dikilmiş gözler
Görmedi inen yağmurları kelimelerden
Kader sözlüğünde ezelden dizilen
America contra natura mı
Natura contra america mı
Hangi kitabı okuyacak insan
Seçtiğin koca amerika
Nicesine koca olmuş dünyada
Gebe bırakacak seni sensiz bir çağa
Kapanıp Musa'nın ayaklarına
Vuruyorsun İsa'ya
İyi bak kendi çocuklarına
Onlar ki yoktu bu oyunda
Bak nasıl bir canavar büyüyor kucakta
Ve nasıl birikiyor geleceğin zehri avuçta
Yaraya yara katma bu vücutta
Nice âhlar dirilir sonra
Newyork'ta Washington'da
Bir kızılderili okunda ya da bir zenci aynasında
Kimse favori değil evren maçında
Ne galipler tutsak oldu mağluplara
14
'Haykırsam sesimi duyan olur mu melekler katından'
Sağırlık tutmuşken insanı candan
Senden büyük Allah var amerika
Gururu varlık sanma ona ışık salma
Parıldatma boşuna parlamaz ezelî tasma
Şiirimi anlamaya çalış amerika
Bak suyun üstündekini sayıyorum yalnızca
Kafan karışmasın diye amerika
İnmedim söz avına derinlere
Rilke'nin 'leopar'ını bırak
Çavuş'un 'kaplan'ına bak
Doğu gibi doğ batı gibi batma
Sen de gurbettesin amerika
Sen de gireceksin tarihin tarihin sandığına
İyi şeyler yazmaya bak amerika
Sayfayı ateşle kanla doldurma
Tarihe yeni giriyorsun daha
Bu yaşlı filin altında kalma
Bir yeniyetmesin kucağında
Ama kim söyler bunu sana
Uzaktan seslenen şairden başka
Öyle bir şair ki ondan
Beklenmeyeni bekler insan
Kuş olmadı darı için
Ve inmedi yukarılardan
Mahşerde toplar kelimeleri
Ve bal damlamakta kanatlarından
15
Tenleri tımardan gayrı
Bir işimiz olmalı dünyada
Bu şekillerden başka şekiller
Gök ırmağında yüzen sesler gibi
Ve renkler içinden geçen tenler gibi
Ruh ne yana dönse
Vücuda bakar gibi
Kendi sularında kabarmışsa bu cin
Kendi derinden bir elbise dikeceksin
Çağ dediğin o büyük kuş
Biraz büyük öteki kuşlardan
Habire tüylerini yoluyor insan
Kim kiminle kaynaşmış birleşmiş
Her biri kendine bir nağme seçmiş
Kimi geceyi açmış ya leyl ile
Kimi mehtaba dalmış son gecede
Kimi sen ve ben demiş şehvetle
Kimi sade biz'de diretmiş
Biz can çekiştiğinde
16
Azizlerin borsada
In God We Trust makamında
Bu koca maske amerika
Ecelin kendisidir aslında icad edilmiş korku tapınağında
Akılla girilir oraya
Kalbini bırakıp bahçede
Ve ruhunu vestiyere para karşılığında
Çıkınca almak üzere
Maskelerin ömrü kısa
Ve ölürler ilk ilk fırtınalar karşısında
Sanki sen seçmedin bu maskeyi
Maske seni seçmiş eritmiş içmiş kar gibi
Ağustos'tan maşrapasıyla
Beden soytarısı çıkar sonra
Gösterir sanatını dünyanın alnında
Ruhun mahzeninden çalınan lâmba
Ruhun gölgesi soytarının elinde
Edison anlamında
17
Ne götürüyorsun amerika gittiğin yere
Yeni bir kelimeyle konuk olmalı evrene
Cehennemden çektiğin lûgattan
Şimdi laf mı vuruyorsun Meryem'e
Saatler binbir türlü işlerken
Kıyamet kurulmuşken akreple yelkovan rasına
Tüm hücrelerinde işlerken zaman
İşlerken suda ve havada bile
Zafer nedir bozgun nedir düşünsene
Kurbanın gözlerini bağlar gibi
Geceleyin düşüyorsun canlar üstüne
Çocuğunun parçalanışını görmesin diye
Annenin büyüyen gözleri
Annelerin gözleri büyümese
Nereden ışıklanacak insan
Nereden görünecek bir meleğe
Meleklerin görünmediği devirde
18
Ağaçlara baktım ağaç gibiydi
Konuşur mevsimlerle herbiri
Kışları mütevazı
Baharları fırfırlı binbir gösterişli
Karıncaya baktım karınca gibiydi
Kuş kuş gibiydi amerika
Köpek köpek gibiydi
Her şey kendi gibiydi
Sudaki balık gibi kaderin içindeydi
Kaderin kendisiydi faksı fotokopisi değildi
İnsana baktım amerika
İnsan gibi değildi sanki
Gözleri isyan pencereleri
Kendi kanından bir aşı mı yaptın tabiata
İbresini mi tuttun iklimlerin
Bir hile mi soktun akreple yelkovan arasına
Göz aynı göz ama bakışta bir çoğalma bir çoğalma
Bir çoğalma sapma kırılma ışıkta
Çoğalmanın cocuğudur savaşlar amerika
Biri bin gösteren evren kamaşmasında
Âh şu ışık kesik başlarla taşınan
Çocukların gözlerine sokulan kanlı başlarla
19
Âh bizi soyan ortada bırakan ışık
Dışarıdan gelen ışık
Akışsız ve yansımasız ışık
Gebenin karnındaki ölü
Bilsek ki dünya içindir ayışığı bile
Bilsek ki güneş bile kımıldamaz tek başına
Ve yıldızlar dünya içindir gök yolculuğunda
Bilirdik ne içindir insan
Âh şu kalplere ulaşmayan ışık
Akıl demirine vuran ışık
Cehennemden sızan ışık
Einstein'ın dilini kesen ışık
Eşyayı çoğaltan gölgeyi oynatan ışık
İnsanı et ve kemikten
Kandan ve tüyden seçen ışık
Ağacı salt ağaç yapan
Dağları taştan ve topraktan sayan ışık
Âh ruhun sofrasında bulunmayan
Gök tabağında durmayan ışık
20
Nehir donmamış kurumamış daha
Ne işin var bu yatakta amerika
Kendi sazımı çalıyorum ben burda
Sesim çıkıyor gürültüye karışsa da
Sesi çıkıyor daha topraktan
Amerika ne işin var bu yatakta
Yoksa sessizlik ihtiyarladı da
Başka sesler mi çınlıyor boşlukta
Çocuklar sesleriyle asılıyor asmalara
Ne üzüm ne şarap ne süt ne anne
Bir başka kırmızı ellerde ve dudaklarda
İlk kırmızı insanlık gereği
Kırmızı olan son hayvan gibi
Nehir donmamış kurumamış daha
Akıyor işte kendi işinde gücünde
Akıyor niçin aktığını unutsa da
Nehirler hatırlamaz diyorlar
Alıp götürür en canlı anıları da
Ve bir şair hatırlayabilir
Baka şairlerin unuttuklarını da
21
Ellerinin titreyişine bakarken
Titreyebilir benim ellerim de
Ellerine baktıkça amerika
Daha çok muhtac oluyorum ellerime
Bunlar nasıl ellerdir nasıl
Ellerin heykelindir amerika
Onu yapan ellerdir değerli olan
Ve onu parçalayacak ilk hamlede
Kader makası çalıştığında canlar üstünde
Dünyayı sırtında taşıyacak çocuk büyüyünce
Bir duâ gibi taşınca göklerden bile
Toprağa düşünce ateş sıcaklığında
Gözlerim kapansa
Ateş bilgin olur avuçlarımda
Ne işin var yatakta
Nehir akıyor daha
Bu nasıl akıştır ki aktıkça
İkimiz de yokuz yatakta
22
Hatıralarıyla geliyor gelecek zaman
Kirpi derisinden mamül elbisesiyle
Yarın nedir amerika
Yarın ısırgan otlarını yabani dikenlerini ayıklamaktır
Dünün tarlasında biten
Mahzendeki küfe bir göz atsana
Göklere çıkmadan önce
Gökler inmeden meleklerle
Hani bir kelime yok lûgatında
Usta bir ciltçiden çıkmış evren kitabı
Cilt sağlam ve murassa
Bilmiyordum bu denli mahir olduğunu
Cilt sanatında
Gözlerim yoruluyor
Onu elime aldığımda
Boşluk gibi kelebek kanatlarında
Aşktan söz edebilirdim bu arada
Kitap açılmışken sisli aynada
Bir nispet yapabilirdim resim sanatına
Renkten öte parıltılarla
23
Yıldızların birbirine düştüğünü gördün mü
Hiç trafik kazası yaptıklarını
Bindikleri ilk arabayla
Faili meçhul bir cinayet içinde gördün mü yıldızları
Kadınları dul bırakmaz yıldızlar
Ve çocukları annesiz
Göklerde yanlış yoktur
İnsanoğlunun balçığında kalmış o
Ve dünyanın mayasında
Ve geceler zümrüdüanka
Yıldızların ayrı ayrı parlayışında
Bir gece daha ekliyorum
Binbir gece masallarına
Kardeştir tüm masal geceleri
Sanki hikâye ezelden başlamış da
Sanki bir kuş uçuyor sonsuzlukta
24
Aradan çıkarıyorum seni amerika
Yeniden başlıyorum aramaya
Baktım aradıkça bulduğumu unutuyorum
Buldukça aramayı
Ceylanın peşine düşen
Göze almalı ona yakalanmayı
Ayaklar için şimdi nasıl da ışık gerekli
Dikkatli gözlerden başka bir ışık kalbi
Işık hallerini yaşayan büyüsüz bir zaman cenneti
Çölün güneşten ağzına girdim mi
Uyandırabilir miyim Descartes'ı uykusundan
Elini alabilir miyim varlığa çektiği kılıçtan
Ve yeni bir matematik çıkarabilir miyim
Evren mağarasından
Neydi o mağaranın içindeki neydi
O mağara ki uzun bir yol değildi
Bir nokta kadar kalpte
Ve bir siyah katre gözbebekte
Yarını çekebilir miyim rastladığım kuyulardan
Akrep ve yılan aşıp geçtiğim çöllerde
Yarının kendisi akrep olmadan
Gelecek yılanın kaftanın giymeden
Bir şimşek çakışı yeter mi
Bir ân yeter mi bir ân
Ve bir nefes o uzak rüyâdan
25
'Hurry up please it's time'
Bizim acelemiz yok bay Eliot
Acele girince aramıza kovarız onu
Gitmezse tutar dikeriz karşımıza
Taşlamak üzere incilerle yakutlarla
Yüklü hazinemizden
Hiç acelemiz yok
Ve ustamız gemi işinde hâlâ
Tufansız oturmuş dağlar başına
Gülüyor kendi matemlerini hazırlayanlara
Ve kendi matematiklerini kuranlara
Ve ruhları fırtınanın kokusunu almayanlara
Ve ustamız çalışıyor amerika
Biz çalışıyoruz yerle gök arasında
İlk sular parlamaya başlar sevinçle
Bir ıslaklık bir ıslaklık ki
Tohumun ilk habercisi sanki
Yoksa bir acele postası gibi mi
Hayır hayır bizim acelemiz yok bay Eliot
Bu nisan olmazsa başka nisan
Sade nisandan bakmaya insan
26
Savaş ve barış mı
Tahtırevalli oynayan iki şeytan mı insan kaderinde
Dünyanın tavanı mı dövülen
Bir görüntü mü örsle çekiç arasında
Bir dev mi çağırıyor bu fırtına
Savaş ve barış mı
İki gamze mi bu canavarda
Yaz ve kışın raksı mı iki yanakta
Bu ses kimin sesi bu nefes kimin nefesi
Benden ve senden başka biri mi var dünyada
Gel sen bana söyle
Üstüne yıkılmadan öğle
Acı meyveler halinde
27
Zeytin ağacının ağladığını görmüş düşünde Seferis
Bizse binlerce kez ağladığını gördük hurma ağacının
Şeker kamışının konuştuğunu büyük ağızdan
Öğle güneşinin ikindi güneşinin gerçeğinde
İnsanın canına söylediği destanı duyduk
İnsan kaderine dokunan öte müziğini
Düşte değil gerçeğin kendisinde
Düşlerin lâmbasını tutan gerçeğin beyaz ellerinde
Ağladığını gördük aslanın bile
Virane bir köpek kulübesinde
Yine de gözlerinden anlıyorum geleceği
Gözyaşları düşse de gül bahçesine
Leylâ'nın ağladığını gördük
Mecnun çıkmadan sefere
Hangi yağmurlar yeter çöle
Gözlerden kopan o yakutlardan başka
Her damlası bir yıldız gibi düşer kalbe
28
Şiir yazmak istediğin zaman
Kendi şiirini yaz hür sayfalara
Dut yaprağına yaz yesin diye kurtlar
Zeytin çekirdeğine yaz
Hurma dalına
Ciğerinin kanıyla yaz soğumadan
Kurumayan gözyaşlarıyla
Damla damla yıldızlarla
Gök defterine yaz
Yazılanı yaz hiç yazılmamış gibi
Avcı ol kartalın kanatlarına yaz
'Cebrail kanadı' olsun her biri
Yazarken kuşları yaralama
Toprağa ağaçlara vurma
Ve ceylan gülümseyecek
İnsanlara dokunduğunda
Ve sevgilinin avuçlarına döktüğün şiir olsun
Okunacak hatıralar kışında
Ve bir merhaba şiiri yaz
İsimleri öğrenmeden
Kendi şiirindir kuşların şiiri
Kendi şiirindir balıkların şiiri
Kendi şiirindir ağaçların şiiri
Taşın toprağın şiiri
Göklerin şiiri
Şiirine bak evren çantasında
Göreceksin bütün varlıklar gebe
Narın içindeki düzen ateşi gibi
Yalnızlığın yakutunu indiriyor başıboşluğun boynuna
Şiir okumak istediğin zaman
Kendi şiirini yaz yaratılış levhasına
29
Çok şey söylendi dumanlar için
İnsanlar içindir içindedir içindendir
Dumanlar bakışlar içinse peki
Niçindir ve nedendir bir duman öncesi
Hangi eldir henüz çekmemiş kendini
Hangi vücuttur girmiş çıkmış düşleri
Bir ev yanmışsa başka bir eve bulaşmışsa
Bir bekleyiştir duman göklerde dağılsa da
Bizi ziyarete gelen renk
Bugün ben geldim diyecek
Evlerin konuşması bitince
Sözler kesilince birinden ötekine
Başka bir konuşma başlar
Sessiz bir haykırışın dalgın sesiyle
Evlerin dili uzar uzar da
Bir rüzgâr fırlasa şimdi evren garajından
Kurtulsak şu bizi içine çeken tablodan
Kurtulsak dünyadan kurtulsak tabiattan
30
Çölün kalabalığını gör muhteşem yalnızlığında
Bir sestir her zerre aç kumlarda
Gece bir sestir ışıklı bir kelimedir ay lûgatında
Beyaz bembeyaz bir ses damlarda çatılarda
Serin bir sestir ateşte benzer annelere
Güneş bir sestir yalnızlığın sesi
Çöl yemişi şairler için
Kurulmuş göklerin tahtına
Öfkeli bir ağa gibi
Bakılmaz gözlerinin içine
O zaman bir sestir geceyi bekleyişin kendisi
Çölü yağmurlarla tanıştıran ses
Seslerden başka bir sestir
Taştan topraktan olmayan bir ses
Rüzgârdan şimşekten kopmayan bir ses
Sesleri yutan bir sestir çöl ilahileri
Bakışları eriten kaynatan bir ses kazanı
Ateşi eksik olmayan törende insan sesi
Sesten öte seslerin bitimsiz ilahisi
Ey güzel bu sesle geldin sen
Bu sesle varoldun geçtin etten kemikten
Ve can buldun kantara girmeyen cinsten
Sesi bırakma sen yazıya bakma
Geceleyin bozulur gündüz yazılan
31
Son seyirciler değildi firavunlar
Pehlivanlar güreşirken meydanda
Ey seyircisini çoğaltan çağ
Hangi güçle hangi ateşle tutuşmaktasın
Hangi alevlerle başın dertte
Güneş ki batarken renkten renge girmekte
Güneşi batıran dünyanın kafasında
Ne bir rüzgâr esmekte
Ne bir sessizlik fısıltısı
Ama usta her an yeni bir depreme çalışmakta
Kalplere yığılan evren tozu dumanı
Şeytan bilgisiyle kaya gibi durmakta
Anneler öyle bir âh çeker ki
Yeniden bir bebek gibi doğurur âlemi
Bir bebek yeni damlamış hakikatten
Zan yok gözlerinde
Cihana bakıyor kalpten
32
Ölüm dudaklara konduğunda Kerbelâ'da
Şahid olacaksın binlerce tebessümün doğuşuna
Gözleri bilge kılan o toprak
Ölümü sevmeyi öğretmiştir oğula
Bu yaşamak sana göre değil amerika
Bu ölüm sana göre değil
Mekik dokuyacağına yıldızlar arasında
Kan versene bizi bağlayan damarlara
Ölüm ki dünün işleyip hazırladığı yastık
Yarının karyolasında
Onu daha fazla işleme
Ve sen sanıyor musun ki ölüler
Hep aynı şarkıyı söylemekteler
Diri olmak birliğin sesi için
Bin canı birleştiren o büyük davul
Patlamaya başladığında
Uzak ve yakın düşer o ezelî oyuna
Sen ve ben düşeriz
33
Selvi gölgeli bir ikindidir kadın orda
Öğlenin kara gözlerinden nar gibi düşen
Orada çocuklar İbrahim'in çocukları
Putlara taş atmakta babadan kalma sanatla
Bebekler İsmail neşesinde çöl ortasında
Onları alıp götürecek bir anne yoksa da
Ateşlerden kurtaracak bir anne
Suyu bulacak bir anne yoksa da
Mancınık dönecek sonunda bir kaderle
Dönecek onu döndüren onu kuran ruha
Bir füzenin ömrü bittiğinde
Bir karıncanın incinen ayaklarında
Büyük kokular yayılacak gençkızlardan
Büyük kokular içinden gelecek kızlar
Sen ateşlerden geçerken amerika
Ankalar geliyor gelecek yağmurlarla
Ve bir kez daha iniyor cennet
Hüseyin toprağına
Ve bir destanla kopuyor fırtına
Ve aşkla kaynıyor insanlık kaynağında
Asıl şimdi hüseyin için
Şimdi çağırmak o güzel ismini
Şimdi anmak o ebedî gençliği
Şu ihtiyar kayadan taşlar kopup dururken
34
Bir ip de sen çekiyorsun ateş topundan
Çözüldü su ve toprak görüyorsun
Herkes ve her şey bir işte kâinatta
Belirli bir zamana kadar sayımda
Âh şu babaanne âh şu anneanne
Sıcaklığı arttıran binbir örüşte
Her şey bir şekil sanki evren dantelasında
Herkes kaybolan bir ses ezelî soruda
Büyük Reis'in kanı oturmuş ciğerine
Ve Manitu dağından tüten dumanın
Son işareti
Ara sıra susacaksın baban gibi
Nice canları boğsa da
Ülkenin kurudu siyah mürekkebi
Kurumaz ama toprağından yayılan nefesi
'Coach'lar beyaz
Oyuncular zenci
Göklerden yücedir gerçi
İnsandan insana değişmiş terazi
35
Eylül'e denk düşen ilhamlarla
Kesik kesik ilhamlarla geldi
Kuşlar gibi konan yağmurlarla
Orda burda bir eser bir nişane bir hatıra
Yetti şiir dolabının açılmasına
Amerika'yla işim yok aslında
Onun benimle işi olmasa
Baktım bal yok bu petekte
Gül toplanmamış henüz etekte
Yazı mı tüketeyim bahar gelmeden
Yıldız mı avlayayım felek dönmeden
Sanki mısrada beyitte rahat
Sanki yirmidört ayar değil saat
Zehire kanmamış gerçi hüner
Sözler bir uzun ömür sürer
Şekil almamış elmas yetenekte
Işıksa yar oldu olmadı bu tünekte
Şairler bile güler şairin kaderine
Batağa saplanınca konu yerine
Yeryüzü vehimleri göklerde parlamaz
Bu karanlığa aynalar dayanmaz
Kadere baktım atlas fincanda
Amerika çıktı bu kırık falda
Kalbim sen bir çığlık ısmarla
Gelen seher ağlamalarına
Necat Çavuş
20
Nehir donmamış kurumamış daha
Ne işin var bu yatakta amerika
Kendi sazımı çalıyorum ben burda
Sesim çıkıyor gürültüye karışsa da
Sesi çıkıyor daha topraktan
Amerika ne işin var bu yatakta
Yoksa sessizlik ihtiyarladı da
Başka sesler mi çınlıyor boşlukta
Çocuklar sesleriyle asılıyor asmalara
Ne üzüm ne şarap ne süt ne anne
Bir başka kırmızı ellerde ve dudaklarda
İlk kırmızı insanlık gereği
Kırmızı olan son hayvan gibi
Nehir donmamış kurumamış daha
Akıyor işte kendi işinde gücünde
Akıyor niçin aktığını unutsa da
Nehirler hatırlamaz diyorlar
Alıp götürür en canlı anıları da
Ve bir şair hatırlayabilir
Başka şairlerin unuttuklarını da
necat çavuş
amerika
Bir aşkın en şiddetli anı hangisidir? Muhtemeldir ki O’na ilk rastladığınız an duyduğunuz aşkın en müthiş anıdır. Kişi bu delilik safhasında tüketir, tükenir. Geriye başka bir şey kalır, bambaşka.
Süleyman Unutmaz, “Meleksiz Olduğum Her Güne Senin Kanatlarınla Başlıyordum” romanına “ilk görüş” anı ile başlıyor. Maşukun yazarın hayatına girişiyle dünya ayrı bir renk apayrı bir eksen kazanıyor. Ve bu kazanım diğer bütün renkleri siliyor, bütün eksenleri kendine kaydırıyor. Bu roman seviden deliliğe kayan bir aşkın romanı. Romandan şiire kayan bir eser. Öyle cümleler var ki değme şiir bu kadar hırpalamaz okurunu. Misal de vereyim: “Ne söylersem söyleyeyim bir sessizlik etmiyor.” diyor yazar. Sessizliği çoğaltacak nice sözler söylüyor yine de.
“ve yüzün kelimelerden tanınmaz hâle geldiğinde /ve Allah seni teslim aldığında.”
Kitabın “İçimdekiler” kısmında yedi ana bölüme ayrıldığını görüyoruz. Bu bölümlerden ‘Sen’, ‘Sen ve Ben’ ile ‘Ben” bölümleri romanımızın ana hikayesinin anlatılıp nihayete erdiği kısımlar. Anlatmak derken daha çok sayıklamak, nöbetler halinde hatırlamak desek sanki daha uygun düşer. Dördüncü bölüm ‘Şiirler’ yazarımızca maşuka yazıldığı zannedilen on adet şiirden mütevellit. Evet hikâyeden sonra bir şiirler bölümü var. Ama hikâyenin başında da Cahit Zarifoğlu’nun “Berdücesi-1962” şiiriyle ilk bölümün açıldığını, hikâye kısmında da şiirlere rastladığımızı es geçmeyelim.
“yoksa saçları bütün saçları dünyaya akıyor”
Beşinci bölüm ‘Siyah Dışındaki Renklerden’ Gardrop başlığıyla maşuka ait kıyafetleri ve nesneleri listeliyor. Altıncı bölüm ‘A-4 / Pilot V-5 Hi-Tecpoint’ ise yazarın romanı yazarken kullandığı el yazıları ve eksizlerin siyah beyaz fotoğraflarından oluşuyor. Yedinci ve son bölümde ise ‘Yaralanılan Kaynaklar’ ismi altında Romans başlığında yüz doksan üç şarkı ve bir de şiir bulunmakta.
Şarkıları dinlemek isteyenler içinde amme hizmetinde bulunmuş şair:
https://www.youtube.com/playlist?list=PL0Dn2yG23p_LJfp3idHC4GQNyFNYdfzX6
Meleksiz Olduğum Her Güne Senin Kanatlarınla Başlıyordum romanı İçimdekiler’den Yaralanılan Kaynaklar’a dek tamamıyla orijinal, nevi şahsına münhasır bir kitap. Kitabı ilk elime aldığımda bana şöyle dedirtti: Süleyman Unutmaz ne yazmış böyle! Şiir gücüyle zenginleşmiş bir roman. Ya da romana öykünmüş bir şiir. Her okuyucu kendi kararını vermekte hür. Romanda başka karakterler de var. Ama kahramanımız o kadar âşık ki diğer herkes çok silik kalıyor. Kahraman yazarımız aşkını, âşık olduğu kadına bin bir türlü ifadeyle yazıyor. İsimsiz mektuplarını bir şişe içinde denize bırakmasa da kızın okulunun milli eğitimdeki resmi evrak kutusuna bırakıyor. Aşkını A4 kağıtlarda Pilot kalemle yazılmış sayfalarda yaşıyor. Ama o aşkı okuyucuya yaşatmıyor, sadece şahit tutuyor. Ben ve bir çoğumuz bu şahitlikte kendi aşklarımızı, dalışlarımızı, bekleyişlerimizi, adımlayışlarımızı, görülmeyişlerimizi, umursanmayışlarımızı anımsıyoruz. Nasıl olsa çoğumuz bir Cumhuriyet Caddesi adımlamışızdır. Söyleyemediklerimiz yedeğimizde. Küçük kentlerinde Anadolu’nun âşık olmadan vakit nasıl geçer?
Meleksiz Olduğum Her Güne Senin Kanatlarınla Başlıyordum bir susuş romanı. Susulanların kağıtlara aktığı bir hikâyenin. Güzel sessizliğin romanı. Öyle ya en çok söylenmeyenler dahil aşka.
“Böyle zıt anlamlı iki ayrı hayat, eş anlamlı iki ölüme doğru akacak.” Süleyman bunları biliyor, unutmaz.
Muhammed Emin Avcı
dünyabizim.com