4 Şubat 2021 Perşembe

INSIDE LLEWYN DAVIS VE ÖTEKİLER


  Bilmem kaçıncı kez izledim bu filmi. Sonra hemen filmi özlemeye başladım. Filmi izlemeyi ve filmi özlemenin neye karşılık geldiğini anladım ama özlemeye devam ettim. 

  Özlediğim kahramanımızın uyuduğu ve ısındığı anlardı. Yaptığı yolculuklardı. Yüzündeki dertli hallerdi. Ne olursa olsun gururunu muhafaza gayretiydi, küçük tavizler müstesna. Coenlerin her filmine adete denge unsuru olarak koyduğu garip kişilerdi.  Bunlar sayesinde kahramanımızı daha iyi kavrıyorduk ve bu hep böyleydi. Burada da bir kaç tane var onlardan. Eski Amerika manzaralarının ve arabalarının bana verdiği roman ve serüven duygusuydu. Oscar Isaac muhteşem bir sadelikle ve güçle canlandırmıştı karakterini. Bunu çok sevdim. Yoksulluğu, üşümesi, yatacak yerinin bile olmaması, kahverengi kadife ceketi, dağınık saçı ve kesmeye ne olursa olsun yanaşmadığı sakalları... Eski sevgilisinin taarruzlarına karşı yüzündeki rahatsız ifadeyi bir öfke patlamasıyla bozmamasıydı. Musakka yediği evde dayanamayıp öfkelenmesi ve oradaki nazik ve dümdüz insanları azarlamasındaki kendince haklılık komiktir de. Bir de şu var: Kardeşinin satılan evin parasından ona koklatmaması, hoyratlığı karşısında bile tek laf edememesi, etmemesi Llewyn'in... Bu hala canımı sıkıyor.

  Şu uyuma ve ısınma duygusu... Beni en çok ilgilendiren bu. Bir kaç gündür filmi açıp açıp orasından burasından izliyorum. "60'larda  Amerika'da geçen bu yoksul folk şarkıcısının hikayesi beni neden çekiyor?" sorusunu sorup sorup cevaplayarak izliyorum filmi her gün. Belki benim de uzun ve soğuk bir yolculuktan sonra kardeş ve sıcak bir evde, dost bir evde uyumaya ihtiyacım var. Belki de çok sıkıldım ve film tam zamanında bana kucak açtı. Belki değil, bunların hepsi de doğru. Ayrıca bir hikayede kaybolmak istiyorum, filmde ya da romanda. 

  Adamımız yerde uyumuştur. Eski kız arkadaşının evinde ve her şey iğretidir. Sabah uyandırılır o salak asker tarafından. Ona bakışları soğuk, tepeden ve gergindir. Orada espri de yapar. Sonra sigara yakıp cam kanarındaki kanepeye oturur. O an beni mutlu eder. Gerçekte yani filmin gerçeğinde Llewyn elbette huzursuzdur. Ama ben, onun o bir kaç saniyelik rahatlığına bırakırım kendimi. Ki bu kısacık an da zaten kedinin camdan dışarı fırlamasıyla bozulur ve Llewyn kedinin peşinden koşmak zorunda kalır. Aynı duygu uzun ve yorucu bir kış yolculuğundan sonra kardeşinin evinde, yeğeninin odasındaki yatakta uyandığı an için de geçerlidir benim için. Zaten gerisi parasızlık, yolunda gitmeyen her şey ve dertle doludur.

  Bu kadar basit. Bu kadar güzel. Bu kadar.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder