28 Şubat 2021 Pazar
27 Şubat 2021 Cumartesi
26 Şubat 2021 Cuma
17 Şubat 2021 Çarşamba
YER İŞARETLERİ
15 Şubat 2021 Pazartesi
böyle birisi
Dışarı çıktım cin çarpmış büyücü gibi,
uğursuzluk tutkunu, gece daha yürekli;
şeytanı düşleyerek, yaptım tersliğimi
kır evlerinin üstünden, ışıktan ışığa;
kimsesiz şey, on iki parmaklı akıl fukarası.
Böyle bir kadın tam kadın değildir.
Ben böyle birisi oldum.
Sıcak mağaralar buldum ağaçlar arasında,
tavalar, oymalar, raflarla doldurdum
gömme dolaplar, ipekler, bir sürü öte beriyle;
akşam çorbası pişirdim kurtlar ve periler;
yola getirdim yoldan çıkmışı.
Böyle bir kadın yanlış anlaşılır:
Ben böyle birisi oldum.
Arabana bindim, arabacı.
çıplak kollarımı salladım geçtiğimiz köylerde,
son ışıklı yolları keşfederek; hayatta kaldım
ateşinin hala kalçalarımı ısırdığı yere
ve tekerlerin döndükçe kaburgalarımın kırıldığı.
Böyle bir kadın ölmekten utanmaz.
Ben böyle birisi oldum.
Anne Sexton
14 Şubat 2021 Pazar
büyük insanlık
Büyük
insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük
insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük
insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
7 Ekim,
Taşkent, 1958
Nazım Hikmet
13 Şubat 2021 Cumartesi
susamak özgürlüğe / philip larkin
Artık ayrılmak gerek, sevdiğim; ne yıkıcı,
Ne de acı gelsin bu bize. Eskiden
Pek çok ay ışığı vardı, pek çok kendimize acıma;
Bitirelim bunu burda; çünkü gün
Hiç böyle yiğitçe dolaşmadı gökyüzünde,
Yürekler hiç böyle susamadı özgürlüğe,
Dünyaları yıkmaya, ormanları yakmaya.
Tutamayız bunları, biz şimdi kabuklar gibiyiz
Tohumların büyüdüğünü gören bir başka iyiliğe.
Böyle olmasaydı, diyeceğiz; böyle söylenir hep.
Ama çözülsün daha iyi yaşamlarımız birbirinden,
Kendini rüzgârlara bırakmış, ışıklarla ıslak,
Rotaları çizili iki koca gemi, nasıl kopup
Uzaklaşırlarsa el sallayıp bir limandan,
El sallayıp nasıl kaybolurlarsa gözden.
çeviri: cevat çapan
12 Şubat 2021 Cuma
süleymaniye kürsüsü'nde
Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek?
Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!
Ya nazlanırsa? Evet, nazlanırsa yalvarırız…
Niyaza pek yüzü yoktur, hemen kanar yalnız,
Dehâların çoğu ekzantrik ya hani,
Bu ‘personaj’da var bir deli kılıklı mani!
…
Deyip de zangoca başvurdular.
O mecnun da
Mukaddesatına halkın, ibâda, Mabûda
Savurdu pencereden havruz uğratırcasına
Gelip gelip tıkanan levsi pis karîhasına!
Ne var ne yoksa mukaddes onunla bitti demek!
Gençliğe hak veririm… çünkü üç beyinsiz inek
Yazıp dağıttı o isyan beratını;
Çocukların yüreğinden kopardı imanı
Üdebânız hele gayetle bayağ mahlukaat…
Halkı irşad edecek öyle mi bunlar? Heyhat!
Kimi garbın yalınız fuhşuna hasbî simsar;
Kimi İran malı der, köhne alır, hurda satar!
Eski divanlarınız dopdolu oğlanla şarab;
Biradan, fahişeden başka nedir şi’r-i şebab?
Serseri: hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok;
Feylosof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok!
Şimdi Allah’a söver… sonra biraz bol para ver:
Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!
Mehmet Akif Ersoy
10 Şubat 2021 Çarşamba
selâm
Işıktan kuşları bir akşam seherinin;
Gündüzün geceyle buluşan noktasında
Yaklaşıyor musikîsi eteklerinin.
Ve sanki ufkuma baştanbaşa gül rengi
Kanatlarını açmada bir altın devir.
Başlıyor ömrün ve ölümün güzelliği,
Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir;
Selâm, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selâm, senelerce, senelerce evvele,
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye, en iyiye, en güzele.
Geçmiş bir zamanı kalbim bulmak üzredir,
Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar;
Ey hafıza! cömert memenden beni emzir,
Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar!
Uzattığımız bu tası dolduracak mı
Yine bol sularla akarak o çeşmeler?
Yoksa, hiç bulunmayacak kadar uzak mı
Dudakları öpüşlerle dolu geceler?
Ey pembe akşamların karasevdaları!
Güzelliklerine doyulmamış zamanlar!
Ergen yastığının ateşten rüyaları!
Ey, saf kalbimizde doğmuş ve ölmüş anlar!..
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En güzele, en iyiye, en sevgiliye
Selâm, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden,
Selâm, senelerce, senelerce öteye…
Ahmet Muhip Dıranas
9 Şubat 2021 Salı
walt withman'a övgü
East River ve Bronx boyunca
türkü söylüyordu
gençler bellerine dek çıplak,
çarkıyla, yağıyla,
derisiyle, çekiciyle.
Doksan bin madenci
gümüş söküyordu kayalardan
ve merdivenler,
gölgeli resimler çiziyordu çocuklar.
Ama hiç biri uyumuyordu,
hiç biri ırmak olmayı istemiyordu,
hiç biri sevmiyordu iri yaprakları,
kıyının mavi dilini.
East River ve Queensborough boyunca
gençler fabrikalarla boğuşuyordu,
ve ırmağın keçi ayaklı tanrısına
sünnet gülünü satıyordu Yahudiler
ve gök köprülerden, damlardan aşağı
rüzgârla sürüklenen sürülerce yaban sığırı yağdırıyordu.
Ama hiç biri durmuyordu,
hiç biri bulut olmayı istemiyordu,
hiç biri ne ılgınları arıyordu
ne de sararmış göğsünü zilli tefin.
Ay doğunca
makaralar dönüp alaşağı edecekler göğü;
iğnelerden bir sınır kuşatacak belleği
ve çalışmayanları alıp götürecek tabutlar.
Çirkefin New York’u,
tellerin, ölümün New York’u.
Hangi meleği gizliyorsun yanağında?
Hangi pürüzsüz ses bildirecek buğdayın doğrularını?
Lekeli masallarının korkunç düşünü kim?
Hiç gitmedi gözümden, güzel kocamış Walt Whitman,
kelebeklerle dolu sakalın,
ayın eskittiği kadife omuzların,
erden Apollon bacakların,
bir kül sütunu gibi sesin;
sis gibi eski ve güzel
kamışı iğneyle delinmiş
bir kuş gibi inliyordun,
tekelerin düşmanı,
bağların düşmanı,
ve kaba kumaşların altındaki gövdelerin âşığı.
Bir an bile, yiğit erkek
kömür dağlarında, duvar ilanlarında, demiryollarında
bir ırmak olmayı, bir ırmak gibi uyumayı özleyen
göğsünde bilgisiz bir parsın
küçük acısını bırakacak o arkadaşla.
Bir an bile, kanıyla Adem, erkek,
denizdeki yalnız kişi, güzel kocamış Walt Whitman,
çünkü taraçalarda,
katılarak meyhanelerin kalabalığına,
küme küme dökülerek lağımlardan,
bacakları arasında titreyerek sürücülerin
ya da döne döne absentin sahanlıklarında,
oğlanlar, Walt Whitman, seni düşlerdi.
Ayrıca bu da! Bu da! koşuşuyorlar
pırıl pırıl, tertemiz sakalında,
kuzeyli sarışınlar, kum ülkelerinden zenciler,
bağırıp çağıran kalabalıklar
kediler, yılanlar gibi,
oğlanlar, Walt Whitman, oğlanlar
gözyaşlarıyla şaşkın, kırbaca göre et,
çizmesi ya da lokması evcilleştirenlerin.
Ayrıca bu da! Bu da! Lekeli parmakları
gösteriyor düşünün kıyısını
bir yandan yerken arkadaşın
petrol kokulu elmanı
ve türkü söylerken güneş, karınlarında
köprü altlarında oynayan çocukların.
Ama sen ne tırmalanmış gözleri arıyordun,
ne çocukların atıldığı karanlık bataklığı,
ne donmuş tükürüğü,
ne de kurbağa karnı gibi eğri yaralarını
arabalardaki taraçalardaki oğlanların
korkunun kavşaklarında ay kamçılarken onları.
Irmaksı bir çıplaklığı arıyordun sen,
tekerleği yosuna bağlayacak boğayla düşü,
acının atasını, akçiçeğini ölümünün,
gizli ekvatorunun yalımlarında inleyen.
Çünkü doğru, kişinin tadları aramaması
gelen günün kan ormanlarında.
Yaşamaktan uzak durulabilecek kıyıları var göğün
ve bir takım gövdeler kendini yenilememeli şafakta.
Can çekişme, düş, maya ve düş.
Dünya böyle işte, dostum, durmadan can çekişme.
Kentin saatleri altında çürüyor ölüler,
savaş geçiyor milyonlarca külrengi fareyle ağlayarak,
zenginler kapatmalarına
pırlantalar veriyorlar ilerde kararacak,
ve soylu değil, iyi değil, kutsal değil yaşamak.
Kişi, dilerse, sürüp götürebilir isteğini
mercanın damarlarında, göksel çıplaklıkta.
Yarın kayaya dönecek aşklar ve Zaman
dallarda uyuyarak gelen bir meltem olacak.
Bu yüzden sesimi yükseltmiyorum,
koca Walt Whitman,
yastığına bir kızın adını yazan
küçük çocuğa karşı;
ne dolabın karanlığında
gelinlik giyen o delikanlıya karşı
ne orospuluğun suyunu bulantıyla içen
meyhane yalnızlarına karşı,
ne de insanı sevip dudakları sessizce yanan
yeşil bakışlı erkeklere karşı.
Ama sizlere karşı, kentlerin oğlanları,
şişkin etleri, kirli düşünceleriyle,
çamur tortuları, şirretler,
sevinç çelenkleri dağıtan aşkın
uykusuz düşmanları.
Hep size karşı, gençlere
acı zehirle pis ölümü tattıran.
Hep size karşı,
Kuzey Amerika’nın fairyleri,
Havana’nın pajaroları,
Meksika’nın jotoları,
Cadiz’in sarasaları,
Sevilla’nın apioları,
Madrid’in cancoları,
Alicante’nin floraları,
Portekiz’in adelaidaları.
Yeryüzünün bütün oğlanları, güvercin katilleri!
Kadınların köleleri, süs odalarının finoları,
yelpaze sıcaklığıyla alanlara serilen,
ya da sert görünümünde baldıranın pusuya düşürülen.
Bağışlama olmasın! Ölüm
akıyor gözlerinizden
ve külrengi çiçekler yığıyor çirkefin kıyılarına.
Bağışlama olmasın! Dikkat!
Şaşkınlar, temiz yürekliler,
eskiler, bilinenler, yalvaranlar
kapasınlar yüzüne eğlence kapılarını.
Ve sen, güzel Walt Whitman, uyu kıyısında Hudson’un,
sakalın kutba doğru, ellerin açık.
Yumuşak kil ya da kar, dilin çağırıyor yoldaşları
gövdesiz ceylanını beklesinler diye.
Uyu, bir şey kalmadı geriye.
Duvarların dansı sarsıyor çayırları,
ve Amerika boğuyor kendini bir
makina ve gözyaşı selinde
İstiyorum ki savursun en derin gecenin rüzgârı
altında uyuduğun kemerden çiçeklerle sözcükler
ve bir zenci çocuğu bildirsin altınsı beyazlara
mısır başağı kırallığının yaklaştığını.
4 Şubat 2021 Perşembe
INSIDE LLEWYN DAVIS VE ÖTEKİLER
Bilmem kaçıncı kez izledim bu filmi. Sonra hemen filmi özlemeye başladım. Filmi izlemeyi ve filmi özlemenin neye karşılık geldiğini anladım ama özlemeye devam ettim.
Özlediğim kahramanımızın uyuduğu ve ısındığı anlardı. Yaptığı yolculuklardı. Yüzündeki dertli hallerdi. Ne olursa olsun gururunu muhafaza gayretiydi, küçük tavizler müstesna. Coenlerin her filmine adete denge unsuru olarak koyduğu garip kişilerdi. Bunlar sayesinde kahramanımızı daha iyi kavrıyorduk ve bu hep böyleydi. Burada da bir kaç tane var onlardan. Eski Amerika manzaralarının ve arabalarının bana verdiği roman ve serüven duygusuydu. Oscar Isaac muhteşem bir sadelikle ve güçle canlandırmıştı karakterini. Bunu çok sevdim. Yoksulluğu, üşümesi, yatacak yerinin bile olmaması, kahverengi kadife ceketi, dağınık saçı ve kesmeye ne olursa olsun yanaşmadığı sakalları... Eski sevgilisinin taarruzlarına karşı yüzündeki rahatsız ifadeyi bir öfke patlamasıyla bozmamasıydı. Musakka yediği evde dayanamayıp öfkelenmesi ve oradaki nazik ve dümdüz insanları azarlamasındaki kendince haklılık komiktir de. Bir de şu var: Kardeşinin satılan evin parasından ona koklatmaması, hoyratlığı karşısında bile tek laf edememesi, etmemesi Llewyn'in... Bu hala canımı sıkıyor.
Şu uyuma ve ısınma duygusu... Beni en çok ilgilendiren bu. Bir kaç gündür filmi açıp açıp orasından burasından izliyorum. "60'larda Amerika'da geçen bu yoksul folk şarkıcısının hikayesi beni neden çekiyor?" sorusunu sorup sorup cevaplayarak izliyorum filmi her gün. Belki benim de uzun ve soğuk bir yolculuktan sonra kardeş ve sıcak bir evde, dost bir evde uyumaya ihtiyacım var. Belki de çok sıkıldım ve film tam zamanında bana kucak açtı. Belki değil, bunların hepsi de doğru. Ayrıca bir hikayede kaybolmak istiyorum, filmde ya da romanda.
Adamımız yerde uyumuştur. Eski kız arkadaşının evinde ve her şey iğretidir. Sabah uyandırılır o salak asker tarafından. Ona bakışları soğuk, tepeden ve gergindir. Orada espri de yapar. Sonra sigara yakıp cam kanarındaki kanepeye oturur. O an beni mutlu eder. Gerçekte yani filmin gerçeğinde Llewyn elbette huzursuzdur. Ama ben, onun o bir kaç saniyelik rahatlığına bırakırım kendimi. Ki bu kısacık an da zaten kedinin camdan dışarı fırlamasıyla bozulur ve Llewyn kedinin peşinden koşmak zorunda kalır. Aynı duygu uzun ve yorucu bir kış yolculuğundan sonra kardeşinin evinde, yeğeninin odasındaki yatakta uyandığı an için de geçerlidir benim için. Zaten gerisi parasızlık, yolunda gitmeyen her şey ve dertle doludur.
Bu kadar basit. Bu kadar güzel. Bu kadar.
1 Şubat 2021 Pazartesi
ÜŞÜDÜYSEN KALKALIM
Biz bu dünyaya şiir yazmaya mı geldik Esma?
Yıldızların altına sandalye çekmeye mi?
Denizden gökyüzüne bembeyaz ışıklarla İstanbul
Bize kendini hatırlatıp duran Üsküdar sahili
Ne anlıyor acaba bunlardan Esma?
......
Şarkılar da yorulurmuş yaşadıklarımızdan
Sevmek bir gençlik hastalığı – abartmayalım
Üşüdüysen kalkalım