22 Eylül 2020 Salı

j. alfred prufrock’un aşk şarkısı


 S'io credesse che mia risposta fosse

a persone che mai tornasse al mondo,

questa fiamma staria senza píù scosse.

Ma per cio che giammai di questo fondo

Mon torno viva alcun, s'ioda il vero,

senza tema d'infamia ti rispondo.

 

Gidelim öyleyse, sen ve ben,

Akşam gökyüzüne baştanbaşa yayılınca

Bir masa üstünde eterlenmiş hasta gibi;

Gidelim, belirli yarı-terkedilmiş sokaklardan

Mırıltılı yalnızlıklarına

Bir gecelik ucuz otellerdeki tedirgin akşamların

Ve bıçkı tozu serpilmiş, istiridye kabuklu lokantaların:

Sokaklar ki sinsi amaçların yarattığı

Sıkıcı bir tartışma gibi arkadan gelir

Götürmek için ezici bir soruya sizi…

Ah, sorma 'o nedir?' diye

Gidelim haydi ziyarete.

 

Kadınlar odada gidip gelmede

Konuşaraktan Michelangelo üstüne.

 

Sarı sis ki sırtını vermededir pencere camlarına,

Sarı duman ki gemini sürmededir pencere camlarına

Gecenin dört bucağına diliyle yalanmış,

Lâğımlar içindeki gölcükler üstünde oyalanmış,

Boşvermiş bacalardan düşen kurumların üstüne düşmesine

Taraça yanından kaymış, ansızın bir sıçrayış yapmış

Ve yumuşak bir ekim akşamı olduğunu görüp

Bir zamanlar evin etrafına kıvrılmış, uykuya dalmıştı.

 

Ve gerçekten bir zamanı olacaktır

Sokak boyunca akıp giden o sarı dumanın

Pencere camlarına sırtını sürerekten;

Bir zamanı olacaktır, bir zamanı

Karşılaştığın yüzleri karşılayacak bir yüz hatırlasın;

Bir zamanı öldürmek ve yaratmak için,

Bir zamanı tüm işlerine ve günlerine ellerin

O eller ki bir sorun uzatıyor önündeki tabağa;

Bir zamanı senin, bir zamanı benim

Bir zamanı yüz türlü düş ile düşüncenin

Kızarmış bir dilim ekmek gibi, bir çay almadan önce.

 

Kadınlar odada gidip gelmede

Konuşaraktan Michelangelo üstüne.

 

Ve gerçekten bir zamanı olacaktır

Meraklanmanın, 'Yeltenir miyim?', 'Yeltenir miyim hiç?'

Bir zamanı dönmenin, merdivenleri inmenin,

Saçlarımın ortasında kel bir nokta ile-

(Diyecekler ki: 'Saçları nasıl da incelmede!')

Sabahlık ceketim, yakam çeneme uzanmış direngen

Kıravatım zengin ve sade, gelişigüzel bir iğnenin tuttuğu-

(Diyecekler ki: 'Kolları ve bacakları ne kadar cılız!')

Yeltenir miyim

Altüst etmeye evreni?

Bir dakikanın terslediği

Kararlar ve yeniden gözden geçirmeler için

O dakikada bir zaman var.

 

Çünkü bilmişimdir onları, bilmişimdir hepsini-

Bilmişimdir akşamları, sabahları, öğleden sonraları.

Ölçmüşümdür hayatımı kahve kaşıklarıyla:

Bilirim ölümcül düşüşlerle ölen sesleri

Öteki odadaki müziğin etkisiyle

Öyleyse nasıl farzetmeliyim?

 

Gözleri de bilmişimdir, bilmişimdir hepsini-

Gözler ki biçimsel bir deyim içine mıhlarlar sizi,

Biçimleştirilip mıhlanırsam ben de bir toplu iğne ucunda,

İğnelenirsem ve solucan gibi kıvrılırsam duvarda

O zaman nasıl başlayabilirim

Tükürmeye kırıntılarını günlerimin ve yönlerimin?

Ve nasıl farzedebilirim?

 

Kolları da bilmişimdir, bilmişimdir hepsini-

Kollar ki bilezikli, ak ve çıplak

(Ama lâmba ışığı altında, açık kahverengi saçlarla örtülü!)

Lâvanta mı dersin bir tuvaletten

Beni bu kadar konu-dışı söyleten

Kollar ki masaya yaslanan, üstüne şal örtünen.

Öyleyse nasıl girişmeliyim?

Nasıl başlamalıyım?

 

                              * * *

Diyeyim mi ki alaca karanlıkta dar yollardan geçtim de

Pipolarından yükselen dumanı seyrettim

Gömlekli yalnız insanların pencerelerden sarkan?..

Âdi bir istakoz kıskaçı olmalıydım

Durgun denizlerin katlarına sığınan.

 

                             * * *  

Öğle sonu, akşam, öyle rahat uyuklamaktadır!

Uzun parmaklarla okşanmış, pürüzsüz

Uykuda… yorgun… ya da yapmacıksız hasta,

Uzanmış döşemeye yanıbaşımızda sayıklamaktadır.

Çaydan pastadan, dondurmadan sonra asıl

Zamanı kriz noktasına zorlıyacak takati bulursam nasıl?

Ağladımsa, oruç tuttumsa, ağlayıp dua ettimse de

Gördümse de kafamın (hafifçe kelleşen) bir ceviz tepside taşındığını içeri:

Peygamber değilim ben -bunda büyük bir dâva da yoktur

Gördüm büyüklük anımın yanıp söndüğünü esnediğini

Gördüm öncesiz uşağın paltomu tuttuğunu kişnediğini

Ve kısacası korkmuştum.

 

Bir değeri olacak mıydı, her şeye karşın

Fincanlar, reçeller, çaylar sonunda,

Porselenler arasında, söyleyişler arasında,

Bir değeri olacak mıydı

Bir gülüşle meseleyi ısırıp koparmanın

Dünyayı bir top gibi sıkıştırmanın

Onu ağır meselelere yuvarlamanın:

"Ben Lazarus'um, ölümden döndüm

Gördüklerimi anlatmaya, her şeyi anlatacağım" demenin

Bir değeri olacak mıydı

Eğer biri, başucuna bir yastık uzatıp

Demiş olsaydı; "Amacım o değildir aslâ.

Amacım o değildir aslâ."

 

Bir değeri olacak mıydı, her şeye karşın,

Bir değeri olacak mıydı,

Günbatımından, kapı önlerinden, dağınık sokaklardan sonra,

Okunan romanlardan, sürünen eteklerden, fincan ve tabaklardan sonra-

Bu ve daha ne kadar fazlası?-

İstediklerimi söyliyebilmek imkânsız

Ama sihirli bir fener sinirleri perdeye yansıtıyor apansız:

Bir değeri olacak mıydı

Eğer biri, bir yastık uzatarak ya da bir şal atarak

Ve pencereye doğru bakarak, demiş olsaydı:

"Hayır o değildir aslâ,

Amacım o değildir aslâ."

 

Yooo! Prens Hamlet değilim ben, olmak da istemem;

Ben bir saray mabeyincisiyim, öyle ki görevim,

Bir olayı şişirmek, birkaç sahne yaratmak

Kuşkusuz prense kolay bir yol bulup anlatmak,

Saygılı, basiretli, titiz,

Belâgatlı, ama birazcık kalın kafalı;

Bazan, gerçekten gülünç

Bazan, basbayağı zırdeli.

 

Yaşlanıyorum… Yaşlanıyorum…

Pantolonu paçalarını katlanmış giyeceğim, sanıyorum.

 

Saçlarımı arkadan mı tarayıp açacağım? Yiyebilir miyim şeftaliyi?

Beyaz fanilâ pantolon giyip dolaşacağım sahili iyi

Denizkızları şarkılarla döküyorlar içlerindeki sevgiyi.

 

Bana da şarkılar söyliyeceklerini ummasam da

 

Dalgaların sırtında dolaştıklarını gördüm ummanda

Dalgaların ak saçlarını tarayaraktan

Rüzgârla suların ağarıp karardığı an

 

Oyalandık sarayında denizin

Kendimizi yosun duvaklı su perileri dünyasında bulduk

Uyandırıncaya dek insan sesleri bizi, ve boğulduk.

 

 

T. S. Eliot



Çeviri: Osman TÜRKAY

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder