Süleyman Unutmaz. 1977
doğumlu. Dergâh, Kitap-lık, Aşkar, Natama, Mahalle Mektebi, İzdiham, İtibar, Yedi
İklim, Edebiyat Ortamı, Kaşgar, Karabatak ve
Hece’de yayımlanan şiirlerini, Köpeklerin Kalbi adıyla ikinci
kitabı olarak okuyucuyla buluşturdu. Bu bağlamda oldukça velud bir şair. İstanbul’da
yaşadığını ve aynı zamanda öldüğünü söylemeyi ihmâl etmeyen bir şair aynı
zamanda Süleyman Unutmaz.
Köpeklerin Kalbi, yayın dünyasına hızlı ve emin adımlarla giriş yapan Ketebe
Yayınları’ndan çıktı kısa süre önce.
Sadece şiir başlıklarına
bile şöyle göz ucu ile baktığımız zaman, yürünmemiş bir yoldan bildiğimiz
adımlar ile yürümek isteyen kavi bir şair ile karşı karşıya olduğumuz hissine
kapılıyoruz . Seri Katil Yetiştirme Kursları, Konçerto Aranjuez, Monitörün
Suratına İnen Balta, Allah’ın Dünyanın Avlusuna Bıraktığı Çocuklar, Bana Bakıp
Ağladığın Oldu mu Baba?, Dar’ül Harpte Duyulan Tek İnilti, salihat-ı nisvandan
kübra hanımefendi’ye…
Kitabı bitirince, üzerinizde
tek kelimeyle bir yorgunluk kalıyor. Süleyman’ın bütün şiirlerine sinen yorgun
olma hâli size de sirayet ediyor hâliyle. Fakat şair bu yorgunluğu ile birlikte
bir bezginlik ve bıkkınlık taşımıyor. Ses düzeyini çok iyi ayarladığı bir
isyanı taşıyor Süleyman daha çok. İnsan olarak dünyaya düşmüş olmanın yorgunluğunu
bütünüyle kılcallarında hissediyor. Köpeklerin kalbine sığınması, insandan bir
kaçış hikâyesi mi? Belki de…
Yıllardır süregelen
şiirin biçimsel özellikleri tartışmalarına kulaklarını tıkayarak söylenen
şiirleri okuyoruz Köpeklerin Kalbi’nde. Serbest nazımda söylenmiş
şiirlere on dörtlü hece ile söylenmiş şiirler yol arkadaşlığı ettiği gibi,
beyitler halinde söylenmiş şiirler de karşılayabiliyor bizleri. Dolayısıyla
Süleyman’ın bir biçim derdi olmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Kitaptaki
şiirlerin uzun zaman aralıklarını ihtiva ettiğini şairin ağzından duymuşluğum
var. İlk başta bu biçimsel çeşitliliğin, Süleyman’ın poetikasında zaman
içindeki değişikliklere işaret ettiği düşünülebilir. Fakat bu uzun zaman
aralığına rağmen, şiirlerin bütünlüğünde bir kopmanın olmamış olması, poetika
değişikliğini çürütmeye yetecektir. Biçimden ziyade mana derinliğinin peşinde
koşan bir şiir anlayışı var Süleyman Unutmaz’ın. Onun, Necip Fazıl’ın şiirine
olan hürmetini biliyorum. Dolayısıyla, Üstâd’ın şiirlerinde bulduğumuz kaya
gibi sert olma durumunun takipçisi aynı zamanda Süleyman. Bu sağlamlığı
başarmış olmanın iç huzuruyla, çok daha güvenli bir şekilde şiir söylemeye devam
ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Köpeklerin Kalbi beş bölüme ayrılmış. Toplam kırk bir şiirin bu beş bölüme
dağılımı ise şu şekilde. İlk bölüm Allah’ın En Güzel Yalnızlığıydım’da
yirmi bir, ikinci bölüm Yokuş Yol’a’da on, üçüncü bölüm Eski Gökyüzü’nde
sekiz, dördüncü bölüm Edip Cansever’e Birinci Mektup’ta bir, beşinci
bölüm Kelimeler’de yine bir şiir mevcut. Dünyaya gelip, sözü çoğaltarak
söyledikten sonra gittikçe tıkanan nefesimiz ya da gittikçe azalan sözümüzle
doğru orantılı okunacak bir tercih olduğunu düşünüyorum bu taksim tasarrufunun.
Son bölümdeki tek şiir olan Dünyanın Sonundaki Şiir’in şu tek dizeden
oluşması bunu doğruluyor bir bakıma. Kelimeler yalan… Dördüncü bölümdeki
diğer tek şiir olan Edip Cansever’e Birinci Mektup adlı şiirin ikincisi,
üçüncüsü yazılacak mı ilerleyen zamanda ya da tek şiir olarak mı kalacak, onu
şimdiden merak etmeye başladım bile. Süleyman Unutmaz’ın, Edip Cansever ile
kurduğu bu ünsiyet ve ona sunduğu iç döküm, şairleri yine şairlerin
anlayabileceği gibi bir sonuca mı çıkıyor acaba? Şurası kesin ama… Şairler,
kendisini anlayabilecek bir şair olarak çağdaşını değil, geçmiş zamanlardan bir
sesi daha yakın buluyorlar kendilerine. Cansever’le aynı çağda yaşamıyor
olmanın ağırlığı, ancak ve ancak Cansever’in hâlâ yaşıyor olmasıyla ilintili.
Süleyman Unutmaz ya da Edip Cansever… Bu iki isim yerine başka isimler koysak
da değişmeyen tek gerçeklik sanırım bir önceki cümlemde duruyor.
Anne ve baba imgesi
üzerinden bakacak olursak Süleyman’ın şiirlerine, her ne kadar baba imgesini
kullansa da, hatta Bana Bakıp Ağladığın Oldu mu Baba? adında müstakil
bir şiiri olsa da, anne imgesinin gözle görülür bir ağırlığı var onun
şiirlerinde. Şiir’in umumî manada anne’ye yatkın olması durumu onun şiirlerinde
de baskın bir hâl alıyor. Bunu en net biçimde Eskiden Oğul şiirinde
görüyoruz. Şiir baştan sonra anne ile örülmüş. Annemin bana kül tablası
hediye etmesinden korkardım / Annem bunu yaptı o an durdum ve düşündüm ve geçti
/ Bu hayattan kurtulamadık ikimiz de / Paramparça o bende ben şiirde. Necip
Fazıl’ın, Süleyman Unutmaz için öneminden yukarıda bahsetmiştik. Görülen o ki,
Necip Fazıl için anne, şiirde ne ifade ediyorsa, o ifade Süleyman için de
ayniyle geçerli. Şairler için, taşıdığı imge ile birlikte anne ve nispeten baba
ne kadar vazgeçilmez ise, bu gerçeği tahakküm eden diğer bir gerçeklik de
şüphesiz ki Allah. Allah lafzı, Süleyman’ın şiirlerinde sıklıkla geçiyor. Tanrı
kelimesini tercih ettiği dizeler ve kullanımlar da yok değil. Süleyman’ın biçim
derdinin olmadığını söylemiştik zaten. Allah, yalnız mıdır? Yarattığı kulun bu
yalnızlık denkleminde yeri nedir? Rilke’nin Ne yaparsın Tanrım ben ölürsem dizesi
sanırım bu sorulara bir cevap olarak kullanılabilir. Süleyman’ın, Allah ile
olan münasebeti, Rilke’nin ortaya döktüğü kurgunun biraz yakınında sanki. Bu
bağlamda Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Ve Allah’ın elleri kalbimde durur dizesinin
etrafa yaydığı ışık ile daha da görünür olan bir yolda yalnız yürümeyi
kendine şiar edinmiş bir Süleyman Unutmaz portresi ile tanışıyoruz. Bu
tanışıklık, Süleyman’ın yalnızlığı’nı örter mi, ya da şairler bu
yalnızlıklarını örtecek bir kumaşın peşinde midirler, orası ayrı bir mevzu. Allah’ın,
Kur’ân’da da sıklıkla zikredildiği gibi, hakkıyla işiten ve gören
olması, bir bakıma Süleyman Unutmaz’ı, Allah’ın En Güzel Yalnızlığıydım’a
çıkarıyor.
Kesik kesikmiş gibi
söylenen dizeler ile oluşturduğu bütüncül şiir, Süleyman’ın sahip olduğu
isyanın tam olarak orta yerine düşüyor. Kan değil bin yıllık uykusudur o Allah’ın seslerinin / Kan değil yaşamak
pusuda bir kurt ağzından dumanlarla / Kan değil sende öldürülmüş tanrılar
kovulmuş efsaneler / Kan değil ağzındır kelimelerden yapılmıştır… Özellikle
kitabın ilk bölümü olan Allah’ın En Güzel Yalnızlığıydım’daki şiirlerde
kendini iyiden iyiye hissettiren o yorgun isyan, ilerleyen sayfalarda yerini
sade bir yorgunluğa bırakıyor. Islığımı kesmeden sokaklarda o poyraz /
Karanlığa kapanan kapısına bakmışım / Kış günü evlerini içine çeken baba / Ben onu
yalnızlığa resim sanmışım… ya da şu: Paramparça olsun ki ezelden
verdiğin zar / Ne cennet ne cehennem! Sadece yok olayım / Kalmadı bende mecal
ne eyvah ne ağ-u zar / İndir bana bana sesini Yeterdir olmayayım…
Süleyman Unutmaz,
Mallarme’nin şiir, kelimelerle yazılır görüşü çerçevesinde, kelime
yelpazesini oldukça geniş tutarak söylüyor şiirlerini. Şiirlerin içindeki kelimeler, sözünü ettiğim o
yorgunluğun içinde dahi canlı ve diri. İşbu hâl, Süleyman’ın şiirini tahkim
eden en önemli unsur. Kelimelerle yaptığı bu yolculuk esnasında buluşlar,
şaşırtmacalar ve parlak söyleyişler ile selamlıyor okuru. Anlamını
bilmediğim kelimelerden korkuyorum / Tanrı’nın bilançosu olmaktan… diyen
şair kelime olan münasebetini de böylelikle izhar ediyor. Moraran kemiklerim
lazere yakalandı dizesiyle bir buluş’un devreden ikramiye gibi çoğalarak
dizesiye bir dikkat’in; Şimdi faşistler kadar yalnız Allah gibi
uykusuz dizesiyle bir gerçekliğin şirini söylüyor Süleyman.
İstanbul’da yaşayıp
öldüğünü söyleyen bir şair demiştik Süleyman Unutmaz için.
Şiirlerinde Galata,
Balat, Üsküdar, Kurtuluş, Beyoğlu, Beylerbeyi ile birlikte soluk alıp veren
müşahhas bir İstanbul görüyoruz. Dolayısıyla şairin, mekân ile kurduğu
ilişki ütopik değil…
Bir şiirinde feysbuku da
Allah yarattı diyerek güncelin kalbine
dokunan şair ne dese “beğen”irsiniz. Şöyle dese mesela beğenir misiniz?
Artık hiçbir şeye
benzemez benim göğe bakışım
Matematiği bıraktım
Sana ve Allah’a sessizce
inandım
Nadir Aşçı
İtibar 87
Aralık 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder