Piotra ot biçmeye
gidiyordu, ormandan geçti.
Yolda, ormanda, her şey iyi;
ne hoş bir
dinginlik, patikalar fısıldaşıyorlar.
Hava taptaze, yapraklar açmış,
dipdiri bir hava: bir hava ki, soluduğunuzda yirmi yıl düşer
omuzlarınızdan,
saçlardaki
beyazların yok
olduğunu
hisseder insan.
Bütün
bunlar, hepsi iyi, güzel,
ama Piotra bir kenarda Papaz Fedot’la karşılaştı: Uğursuzluk getireceği
kesin. Gerçekten
de ormanın
dibine, yani yarı yola
varınca,
bir bakıyor
biley taşı yok.
Evde kalmış. Hay
aksi! Şimdi ne
yapmalı, eve dönmekten
başka çare
yok: taşsız tırpan
bilenmez. İşte yine
uzun saçlı
Fedot’un uğursuzluğu, başka ne
olabilir: bu durumda en fazla yarım gün kalacak çalışmaya.
Piotra döndü. İlerliyor
-hiçbir şey-, ne
o taze hava, ne yaprakların oluşturduğu ağdan sızan güneş, hayır, artık hiçbir şey
hissetmiyor: öfkesi
her şeyin üzerini örtüyor.
Atını ana
kapıya bağlıyor,
biley taşını aramak
için bahçe ye
giriyor. Ve nerede buluyor? Söylediğimiz
gibi - ahırın
dibinde.
Boynuzsuz inek yerine bağlı, ama süt kovası ters dönmüş: kadın atı sağacakken
gitmiş ve
inek de, düşündüğünüz gibi,
bir toynak darbesi, işte
kova yerde.
— Bu böyle
olmaz, bu böyle
olmaz! Burada kimin efendi olduğunu
Afimya’ya göstermem
gerek, bir kere olması bile
yeter, ona burada yaşamanın şartlarını
belletmeliyim.
Piotra isbaya giriyor. Bir tatsızlık daha: karısı orada
da değil. Küçük
Vasya, henüz iki
yaşında;
anasının tıpkısı,
Katerina’nın ruhu şad
olsun, Vasya yerde oturmuş,
salyaları akıyor.
Yatağın üstündeki
perde kımıldadı.
“Burada mı? Gündüz vakti
burada ne işi var?”
Piotra perdeyi açıyor ve
donup kalıyor.
Afimya yatakta, çırılçıplak,
yanında komşu,
Vanka Selifontov…
Komşu -
Piotra’ya “of” deme vakti bırakmadan
- hamle ediyor, bacaklarından sıyrılıp sıçrıyor,
hop, toz oluyor.
Piotra çarşaf gibi
bembeyaz kesiliyor.
— Afimya, ben seni sevmedim mi, seni hoş tutmadım mı? Sen niye…
Afimya sıçrıyor ve
bağırıyor,
Piotra’yla beraber olduğundan
beri ilk defa bağırıyor:
– Senin sevgin bana yaramıyor ki,
ihtiyar herif! Sen bana çocuk
yaptırabilir
misin? İki yıldır, ölüyorum…
Sense düşünüyorsun ki…
Piotra’nın
boynu, derin çizgilerle
dolu; kan tepesine çıkıyor,
canavarlaşıyor.
Piotra karısını saç örgülerinden
yakalıyor gel
sana göstereyim
gününü.
Afimya bağırmaya
başlıyor,
sonra hırlamaktan
başka bir şey yapamıyor. Ve
Piotra onu yerde sürüklüyor.
Birden bir fikir geliyor aklına, onu
bir köşede dövmeye
başlıyor,
kafası
sekinin üstünde
Afimya susuyor. Ancak o zaman doğruluyor
Piotra: “Ya şimdi
geberirse…” Afimya’yı
itiyor, kapıya yöneliyor.
Kollarını ona doğru kaldıran ve
salyası akan
Vasya yerde…
Evet, o gün, ot
biçerken görmeliydiniz
Piotra’yı: tırpanı bir yıldırım gibi
iniyor, biçiyor
otları, biçiyor.
2
Ve her şey eskisi gibi sürüyor, o lânetli günden beri, her şey eskisi gibi sürüyor. Piotra da gittikçe kötüleşiyor. Afimya’nın biraz soluklanmasına izin verse iyi, hasat zamanı. Herkes biliyor ki emirleri veren buğday. Buğday biçmek, boşa geçirilemeyecek zaman, aptallık edecek vakit yok.
Afimya biçilmiş
yerlerin oluşturduğu
yolları
izliyor, demetleri yığıyor, bir araya topluyor. Buğday altın gibi,
güneş gibi.
Kaynatıyor güneş, yakıyor.
Toprak ağızda,
kurumuş, bir
tadım yaban
karanfili. Biraz su, arabanın altındaki küçük
testide var. Ama Piotra’nın önünden geçmek
gerek, su içmekten
vazgeçse daha
iyi. Afimya biçilmiş
ekinlerin oluşturduğu
yolları
izliyor, Piotra’nın arkasında,
demetleri yığıyor. Ter acı, ekşi, gözlerine
doluyor, gözyaşı
oluyor.
İki
haftadır çalışıyorlar,
iki haftadır
Piotra saçının bir
teline bile dokunmadı
Afimya’nın. Ekin
biçildikten
sonra, aynı gün, bir
Pazar günü,
Piotra yemekten sonra sarhoş oluyor
ve yine, Afimya’yı
neredeyse öldüresiye
dövüyor.
Pazartesi ayılıyor ve
dayağı
erteliyor…
Afimya komşusu
Petrovna’yı görmeye
gidiyor, akıl danışmak için:
kocasının öfkesini
nasıl
dindirmeli? Kimse bilemiyor. Petrovna’nın verdiği tek akıl, kadınları koruyan üç azize dua etmesi. Afimya da Üri,
Samon ve Aviv’e dua ediyor. Dua etmek için secdeye kapanıyor.
Beyhude çaba:
Piotra’nın eli hâlâ ağır.
Afimya’nın tek
tesellisi: âşığı İvanyuşa’ya koşmak. Sarhoş
uykusu, ölü
uykusu. Piotra horlamaya başladığında,
Afimya, Tanrıdan
korkup kuldan utanmadan, Selifontov’a koşuyor. Aşağıda, buğday ambarının arkasında, yaşlı bir asmanın altında onu
bekliyor İvanyuşa; bir
saattir onu bekliyor.
İvanyuşa,
sevgilim, aşkım! İvanyuşa, ne
yapabilirim, mutsuzum?
Hiçbir şey
bilmiyor İvanyuşa,
Afimya’ya akıl
verecek hiç bir şey. İşin doğrusu,
koca yaşadığı sürece ne
yapılabilir ki?
— İvanyuşa,
sevgilim, beni öldürene
kadar dövecek.
Mezara itecek beni, Katerina’sı gibi.
Kadın gözyaşları, yaz
yağmuru:
biraz okşama,
birkaç öpücük… kurur.
Geceyarısı geçti,
Afimya İvanyuşa’yla,
oynaşıyorlar,
as manın altında. Ay
doğuyor,
yaşlı bir
kadın gibi.
Titriyor, gıcır diyor
ve mırıldanıyor,
bir kırık-çıkıkçıdan
farksız; öfkenizi,
mutsuzluğunuzu
ve ızdırabınızı geçirir.
3
Afimya katlanıyor, her şeye katlanıyor, tek söz etmiyor. Ne Tanrıdan, ne de kendini zorla Piotra’ya, bir dula veren ailesinden yakınıyor. Küçüklüğünden beri Afimya yumuşak başlı. Boyun eğmek üzere büyütülmüş.
Onu avutan tek kişi, küçük
Vasya. Elinin altında
olduğu sürece,
ona tokat atma, süpürgeyle
vurma ihtiyacı
duyuyor.
Vasya henüz hiçbir şeyden
anlamıyor, o
ne yaptı
Afimya’ya? Tek yaptığı, ona, Afimya’ya ait olmayışı, o tamamen Piotra’ya, Piotra ile ölü Katya’ya ait. Tanrım, ama,
Afimya belki ona çocuk
veremediği için
sevmiyor kocasını? İvanyuşa’yı bunun
için
bulmadı mı, bunun
için böyle bir
şey
yapmadı mı? Çünkü Afimya
genç, sağlıklı, güçlü; nasıl olur
da çocuk
istemez? Derinlikleri kurumuş toprak
gibi, yağmuru
bekleyen toprak gibi, doğurmak için.
Memeleri mayıs ayında
toprak tepeleri gibi şişkin,
dolu, çiçek açmayı
bekliyorlar, tatlı bir süt
vermeyi bekliyorlar. Bir kadının hayatında
daha yumuşak bir şey var
mı: bütün içini akıtmak,
kanının süte dönüştüğünü
hissetmek, dünyaya
getirmek ve beslemek.
Sonunda Afimya İvanyuşa’dan,
sevgilisinden, bir tanesinden hamile kaldı, gözbebeğinden hamile.
Bir hafta boyunca Afimya inanamıyor, sonra ikinci hafta boyunca, ve bütün bir
ay boyunca. Ama hayır -
ertesi ay, aynı şey:
derinlikleri kapanmış,
diplerinde onu saklıyorlar…
Afimya inanmak zorunda kalıyor, düşüyor,
yerlere kapanıyor,
Meryem Ana’ya şükrediyor:
— Şükürler, şükürler
olsun sana, aziz Meryem Ana, bana, bahtsız, günahkâr bana acıdın…
Meryem Ana tatlı tatlı bakıyor.
Afimya ona sesleniyor:
“Aziz Meryem Ana, sen de, sen de bir bebek bekledin, sen de sevinçliydin,
hatırlıyorsun
değil mi?
Oh, ne mutluluk!”
Durumu bilmeyenler Afimya’yı çıldırmış sanıyor. Ne
önemi
var, yapması
gerekeni yapıyor,
bir kadının bütün görevlerini
yerine getiriyor, sadece, bazen, olduğu yerde dikiliyor, hiç kımıldamadan,
bir direk gibi, öyle kazık kakmış gibi
duruyor.
Kimbilir kaçıncı defadır öyle
duruyor, kendine soruyor:
— Tanrım, gerçekten
bir bebeğim mi
olacak? Tanrım! İvanyuşeçka gibi
ama küçücük, bebecik…
Benim saçlarım gibi,
sarışın mı
olacak? Koşacak,
serbestçe, güzel gömleğiyle,
bağıracak:
“Anne… an-ne…” Tanrım, meme
emecek, buradan, buradan ve burada…
Afimya sokağa çıkarken
dikkat ediyor, küçüğüyle beraber, ağzına
kadar süt
dolu-dökmemek
için. Eskiden
gözleri
canlı, neşeli,
siyah bir alev gibiydi. Şimdi
donuyor, saatin sarkacı gibi,
hiçbir şey
yapamıyor o
saate, sütü için. Gözleri
donuyor, içe dönüyorlar,
dünyayla
aralarında bir
sis perdesi var.
Güzel
Afimyuşka, komşuları ona
bakıyorlar.
— Neyin var canım, gözlerin
niye bu kadar donuk? Hasta mısın?
Kocan olacak şeytan mı seni
bu hale getirdi? Yoksa sen - Tanrı seni korusun! - Yoksa sen… hamile
misin?… Anlarsa kocan seni öldürür…
— Evet canlarım,
evet, hamileyim… Ve Afimya parlıyor,
etekleri zil çalıyor.
— Bir de seviniyorsun, aptal kadın! Söyle, seni yaşlı
Agafya’ya götürelim
mi? Bir öreke
darbesi, her şey
hallolur…
Afimya böyle
tavsiyeleri dinlemeyi bile reddediyor.
Azar azar, zor işlerden
kaçınıyor.
Artık
yerleri silmiyor; kâhyanın
patatesleri çapalamak
için
adama ihtiyacı var,
mazeret buluyor: Tanrım, onu
kaybetmemek için,
onu. Ama işte, öldürme.
Piotruşka,
hamileyim, anlıyor
musun, işte,
Aziz Haç üzerine!
Piotra, şüphesiz,
bir anda ayıldı, anladı:
Afimya onun dişlerinin
gıcırtısını
duyuyor. Ve sonra olanları artık anlamıyor.
Çığlıklar,
bağırtılar
duyuyor. Kendi kendine soruyor: “Tanrım, böyle bağıran ben miyim?”; sonra, önünde
Piotra’nın çizmesini
görüyor,
feci çamurlanmış çizme:
“Yerde olan ben miyim, yoksa o mu sekiye çıktı?”
Ve Piotra karnına
vurduğunda bütün ışıklar sönüyor, büyük bir
“ah“m içinde
her şey
kayboluyor: Piotra, işba, gece.
devamı var....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder