3 Mayıs 2016 Salı

KIYMETLİMİZ İHSAN YÜCE




  Yukarıdaki fotoğrafta İhsan Yüce muhtemelen film çekimi için gittiği bir köyde, köylülerle objektife bakmış, bize bakmış. Hem orada hem değil. Hem Beyoğlu taraflarında kitapçılarda ya da çiçek pasajında vakit geçiren bir adam hem de fotoğrafın çekildiği coğrafyanın adamlarından biri. Hem orada hem değil. Eğer  Beyoğlu ya da Paris’te çekilen bir fotoğrafı olsaydı, İhsan Yüce o fotoğrafta da sırıtmazdı. 

  Mesela alttaki fotoğrafta oldukça şehirli. Oradaki yüzü ve bakışları “gerçek” İhsan Yüce. Çöpçüler Kralı, Kibar Feyzo veya Sultan filmindeki adamla bu adam bir değil…Bu fotoğraftaki baba adam, hayatla hesabını görmüş, huzurlu bir yüzle Salacak'taki eski evinde ailesiyle sofraya oturmuş, her zamanki dağınık saçları yorgun alnına düşmüş bir sanatçı. Buradaki fotoğrafta ağa, muhtar, üçkağıtçı vs. yani can verdiği o karakterler yok ama "onların bazısını ben yazdım, onları ben oynadım ve hepsi de bu yarı yorgun yarı huzurlu göz kapaklarımın altındalar" diyen bir adam var. Bana fotoğrafın söylediği bu.

    
                      

  Oyunculuk başarısıdır gerçek hayatla filmdeki karakterler arası farktır şudur budur…

  Böyle bir adam yaşadı, filmler çekti, senaryolar yazdı, yönetmenlik yaptı, unutulmaz bir ses de bıraktı bize. Çoğu kimse ismini bile bilmez ama yüzüne aşinadır. İsmi jenerikte bile üst sıralarda yer almaz. Kibar Feyzo gibi sağlam bir filmin senaryosu ona aittir mesela.. Hulusi Kentmen, Kadir Savun, Nubar Terziyan, Erol Taş daha çok tanınır karakter oyuncularından. “Yan rollerde” İhsan Yüce kadar harcanmamıştır hiç biri. Hakkını sonradan da olsa vermişlerdir. Ama İhsan Yüce bana kalırsa hala meçhul bir ses, meçhul bir yüz.

  İşte İhsan Yüce’yi anlatmanın damarı burası: Demem o ki İhsan Yüce hem vardı hem yoktu. Vardı, çünkü doğum ölüm tarihi belli, yaşadığı hayatı olan, tiyatro kuran, çocukları olan vs. bir insan. Ama yoktu da çünkü filmlerde yaşayıp ölen, o yüzden hep ekranın içinde yaşayacak olan ve olmadığı için de hiç ölmeyecek olan bir adam. Turgut Uyar’ın Dranas için kullandığı “mutlu bir tesadüftür” benzetmesi İhsan Yüce için geçerlidir. O olmasaydı en azından Kibar Feyzo olmazdı. O olmasaydı, oynadığı karakterleri yine birsi oynardı ama bu kadar gerçek kılamazdı onları…
                                  

                         İhsan Yüce ( Elazığ 1929- İstanbul 15. Mayıs.1991)

  İzmir Atatürk Lisesi ve İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde okudu. Bir süre özel şirketlerde muhasebecilik yaptı. Sanat yaşamına 1952'de İzmir'de Halk ve Çocuk Tiyatrosunda başladı. Bir sezonluk ömrü olan Bizim Tiyatro'yu kurdu. 1965-1966 arasında Lale Oraloğlu Tiyatrosunda çalıştı. 1968 yılında üç arkadaşı ile birlikte Ankara Drama Tiyatrosunu kurdu. Bu tiyatroda Suç ve Ceza ileSahne Işıkları isimli oyunları sahneledi ve ilgi gördü. Gen-Ar, Arena ve Direklerarası Tiyatrolarında çalışmalarını sürdürdü.
  Altın Yumru filmi ile oyuncu olarak sinemaya geçti. Ertem Eğilmez'in yönettiği Senede Bir Gün, Bir Millet Uyanıyor, Sürtüğün Kızı gibi filmlerde oyunculuğunu sürdürdü. Bu arada senaryo yazmaya başladı. Aslıer Film şirketini kurdu, senaristliğini, yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığı Hayat Cehennemi adlı filmi yaptı. 1976 Antalya Altın Portakal Film Festivalinde İşte Hayat filmindeki kompozisyonu ile En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü aldı. 1981 Antalya Altın Portakal Film Festivalinde Derya Gülü isimli filmdeki rolüyle En Başarılı Erkek Oyuncu ödülünü aldı.
  125'i aşkın filmde oynamış olan Yüce'nin resim ve heykel çalışmaları da bulunmaktadır. Şiirlerinin ise çoğu yayımlanmamıştır; en ünlü şiiri Ekmek Şarap Sen ve Ben'dir. 1991 yılında, ölümünün ardından Karacaahmet mezarlığına defnedilmiştir.
  Kaynak :vikipedia.

http://sibiryaberberi.blogspot.com.tr/2016/01/ihsan-yuce-hem-sekspir-hem-turgut-uyar.html




  "İhsan Yüce 1991 yılında vefat ettiğinde, Can Yücel, Salacak’taki cenaze evinde düzenlenen ufak törene katılır. Daha sonra, kendisini Üsküdar’a götürmesi için Yusuf Ekşi’ye ricada bulunur.


  Yusuf Ekşi, ricayı kabul eder. Ama meraklıdır da, Can Baba’ya neden mezarlığa gelmediğini sorar. Can Yücel, sararmış bıyıklarını ve sakallarını okşayarak cevap verir o tok sesiyle: “İnsan arkadaşını hiç gömebilir mi yahu?”


"150’den fazla filmde oynamıştır, bunların 56’sının senaryosunu yazmış, 6’sını da yönetmiştir. "



  Ben hep merak etmişimdir Elazığ’da doğup, Anadolu’nun ücra bir yerinden Türk sinemasının sağlam bir karakter oyuncusu olma yolculuğunu, içinde yaşadığı yolculuğu da…

  Nubar Terziyan, Hulusi Kentmen, Kadir Savun hep iyi adamdır. Erol Taş hep kötü adamdır. Ama İhsan Yüce iyi adamı da kötü adamı da aynı yetkinlikle oynar. Aslında bu isimlerle alakası bile yoktur İhsan Yüce’nin.  Hayat iyi adamlarla dolu olmadığı için eski filmlerin sunduğu yapay dünya az biraz mutluluk masalıdır da ama İhsan Yüce bizi aldatmaz o anlamda.  Bu sebeple ben Nubar Terziyan’ı ya da Hulusi Kentmen’i değil İhsan Yüce’yi severim. İhsan Yüce gerçektir. Herkes oynarken o tüm varlığıyla filmdedir. İyice bakılırsa “oyuncu değil bu adam, oradan biri filme alınmış” dersiniz. Ama daha dikkatle bakılınca da filmde gördüğümüz kişinin iyi bir oyuncu olduğunu ve  “oynamadan” döktürdüğünü de anlarız.

  Hayatıyla ilgili, özellikle anılarıyla ilgili pek bir şey yok internette. Oda tvde yeğeninin yazdığı yazı biraz hayatıyla ilgili ayrıntılara değinmiş. http://odatv.com/dayim-ihsan-yuce-2301161200.html

“Yüce'nin resim ve heykel çalışmaları da bulunmaktadır. Şiirlerinin ise çoğu yayımlanmamıştır

. Bir keresinde okuldan iyice sıkılmışım, ya futbolcu olacağım ya "artist". İhsan Yüce'ye "Dayı beni de artist yapsana" dedim. Başrol istiyorum mümkünse. "E ağla bakalım bir" dedi, "ağlamadan olmuyor mu?" "ülen, artist olacaksan önce ağla dendiği an ağlayacaksın…" 

    İşte buradaki “ülen” diyen adam, “ekmek şarap sen ve ben” şiirindeki adam, sultan filmindeki mahalleyi anında satan muhtar rolündeki acımasız adam, kibar feyzo’daki işini bilen ağa, erkek güzeli sefil bilo’daki dürbününü kimseye kaptırmayan zoraki eşkıya, postacı’daki iyi kalpli kayınpeder, çiçek abbas’taki dertli baba, yılanların öcü’ndeki kötü muhtar, derya gülü’ndeki alkolik Haşim kaptan, fazilet’teki ihtiyar – ki son iki filminden biri- define avcısı, çöpçüler kralı’ndaki kızını işine gelene vermek isteyen aç gözlü baba, deli deli küpeli’deki deli, yılanların öcü’ndeki muhtar, selvi boylum al yazmalım’daki iyi adam vs. hepsi aynı kişi ve değil. Hepsi İhsan Yüce ama hiç biri değil. Alabildiğine hayatın içinden ve görsek yabancılık çekmeyeceğimiz ve karikatürize edilmeden, komedi filmlerinin doğası gereği biraz hafifletilse de çok iyi vurgulanmış karakterler… Sultan filmindeki muhtarın yeri ayrı, onda hiçbir fazlalık, hafiflik yok. Sağlam.

  Belki de fazla dokunmamalı. O, o filmlerdeki haliyle sürekli yaşamalı, bir filmde karşımıza çıkı vermeli aynı hayatta olduğu gibi. Hayatı nasıldı ve neler yapardı, huyu suyu neydi, anıları olsa keşke falan demeyip bir şeylerin imgesi olarak kalmalı o…

  


  Bazı adamlar vardır yanına yaklaşıp muhabbet etmek istersin ve sağlam küfür yersin, odur İhsan Yüce. Ya da selam verip oturduğunda ekmeğini sigarasını seninle paylaşır, Anadolu der, kavak ağaçları der, tarhana çorbası der, gevrek kahkahalar atar, argoyu diline yakıştırır, o da İhsan Yüce’dir. Yanında yabancılık çekmezsin. Hakiki bir adamdır. Gün olur Şekspirden, Nazım Hikmet’ten bahseder, gün olur yaralı bir aşk hikayesi anlatır başından geçen, İhsan Yüce’dir o da. Odur, ona benzeyen adamlardır. Benim sık sık aklıma gelen bir yüzdür, bir sestir o…

    Her şey biraz da kaybolan çocukluğa benziyor hayata ve bu ölümlerin içimizdeki izlerine bakınca. Çocukluk nasıl hepimizin taşrasıysa, bu filmler ve İhsan Yüce de öyle benim için, sizin için. Sislere bulanmış geçmiş zaman manzaralarının bir yerinde pos bıyıklı ve sigaralı bir ses gerçekten yaşadığımız bir hatıraya dönüşebiliyor. O kadar yakın ve o kadar uzak...

   Yine de bu yazı tam olarak meramımı anlatmaktan uzak. Neyin eksikliği bana bunları yazdırıyor tam olarak hissedebiliyorum ama hissettiğim gibi anlatamıyorum. Belki sessiz sedasız yaşayıp aynı şekilde ölmesi , belki filmlerde gördüğümüzün ötesinde bir dünyası olduğuna inanmam, belki, sanki bizim köyden uzaktan akrabamız bir amcayı daha dün kaybetmişiz gibi his...

  12 gün sonra 25. ölüm yıldönümüymüş...








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder