* Artık bugün kendimi Avrupalı, Batılı
hissetmem gerekirdi; ama durum hiç de öyle değil. Epey ülke gördüğüm ve epey
kitap okuduğum bir ömrün sonunda Rumen köylüsünün haklı olduğu sonucuna vardım.
O hiçbir şeye inanmayan; insanın mahvolmuş olduğunu, yapacak bir şey
kalmadığını düşünen ve kendini tarih tarafından ezilmiş hisseden köylünün... O
kurbanlık ideolojisi, bugün benim de anlayışım oldu, tarih felsefem oldu.
Gerçekten, bütün entellektüel birikimim hiçbir işe yaramadı!
* Bir kitabın hakikaten bir yara olması
gerektiğine, okurun hayatını herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğine
inanıyorum. Benim kitap yazarkenki fikrim, birinin gözünü açmaktır, onu
sopalamaktır. (...) Eğer kitaplarım soğuduğumda yazılmış olsalardı, tehlikeli
olurdu bu. Ama ben soğuyunca bir şey yazamıyorum; durum ne olursa olsun,
titreye titreye sakatlığının üzerine çıkan bir hasta gibiyim.
* Sıkıntı bir baş dönmesidir, ama sakin
ve yeknesak bir baş dönmesidir; evrensel anlamsızlığın ortaya çıkışıdır; bu
dünyada da öbür dünyada da bir şey yapılamayacağının, yapılmaması gerektiğinin,
hayrete varan, ya da en üst basirete varan kesinliğidir; bize uyabilecek ya da
bizi tatmin edebilecek hiçbir şey yoktur dünyada.
* Zamanın bilincinde olmayanlar
sıkılmaz; hayat ancak, geçen her anın bilincinde olunmazsa tahammül edilebilen
bir şeydir; yoksa bizim için her şey berbat olur. Sıkıntı tecrübesi, azmış
zamanın bilincidir.
* Aslında tek hakiki dünya, her şeyin
mümkün olduğu, ama hiçbir şeyin fiiliyata geçmediği ilkel dünyadır.
* İnsanın trajedisi, bilgidir. Bir şeyin
bilincine vardığım her sefer, onun duygusunun zayıfladığını daima fark
etmişimdir. Bir kitaba verilmiş en güzel ad, bence “Bilinçli Olma
Bedhbahtlığı”dır. Bunu yazan bir Alman, kitap iyi değil; ama adı, benim
hayatımı özetleyen formül. Bütün yaşamım boyunca aşırı bilinçli olduğumu
zannediyorum ve hayatımın trajedisini oluşturan da bu.
* Beni okuyan kimseler, beni bir nevi
lüzum üzerine okuyorlar. Kabaca dile getirirsek, sorunları olan kimseler bunlar
– aldığım mektuplardan görüyorum bunu. Bunlar depresyonlu, içi içini yiyen,
saplantılı ve mutsuz kimseler. Ve onlar üsluba o kadar da dikkat etmezler.
Benim dile getirdiğim şeylerde az ya da çok kendilerini buluyorlar.
* Sadece duygusal olan şeylerin gerçek
olduğunu söyleyebilirim.
* Bazen Dostoyevski ve Shakespeare’den
söz edilirken hangisinin en büyük olduğu sorulur, ama bunun hiçbir anlamı
yoktur. Fakat Shakespeare’in ulaşmadığı sınırlara Dostoyevski’nin ulaşmış
olduğu söylenebilir. Shakespeare çok daha şairdir, Dostoyevski ise öyle
değildir. Ama Dostoyevski aklın sınırlarına kadar gitmiştir, en uç baş
dönmesine kadar. Vecd içinde tanrısallığa bu sıçramayla çöküntüye kadar
gitmiştir. Benim için en büyük yazardır; en derini ve her alanda, siyasette
bile hemen hemen her şeyi anlamış olanıdır.
* Melankoli bir tür inceltilmiş can
sıkıntısıdır, bu dünyaya ait olunmadığı duygusudur.
* Geceleyin başka bir insanızdır,
tamamen kendimizizdir; aynen son zamanında ıstırap çeken ve köşeye sıkışmış
Nietzche gibi. Nietzche, aslında her şeyin “çilelerimiz” tarafından
kışkırtıldığının kanıtıdır.
* Kendimi Macbeth’le mukayese ediyorum,
hiç kimseyi öldürmemiş olmama rağmen. Ama içsel olarak, onun yaşadığını yaşadım
ve onun söylediklerini söyleyebilirdim. Megalomani nöbetlerimde onu intihalle
suçluyorum.
* Bugün insan, artık söyleyecek hiçbir
şeyi kalmamış bir yazar; çizecek hiçbir şeyi kalmamış olan ve hiçbir şeyi
ilginç bulmayan bir ressam gibi geliyor bana. Ruhu henüz tükenmemiştir, ama
kendisi, kuvvetlerini bütünüyle yitirmeye çok yakındır.
* Bütün kitaplarım başarısız
intiharlardır.
E. M. Cioran
Ezeli Mağlup (Söyleşiler), Metis
Yayınları, 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder