25 Temmuz 2014 Cuma

çarşı marşı

                     
Beyler  otururlar çarşılar geniş
harlanır bir yerden küller eşerler
uzun hem lacivert bir kelebeğin
erişte yemezler kalbini yerler

yerler karıncalar sair kuşların
gömgök ölüsünde keskin kıpırtı
testi kulbunaca kumken nedendir
kindar develerle bu kadar pırtı

turunçlar içinde bolca firavun
bu iblis zeytini bu lavaşkiri
bizim donanmamız derlenmez kolay
kadınlar tığ versin ceylanlar deri

tulumlar çalınsın şiir tükendi
koyun raksı olsun şedid sanrının
ağır başlarımız kalktı uzandı
ahir orağına kadir Tanrı’nın.

SÜLEYMAN ÇOBANOĞLU




23 Temmuz 2014 Çarşamba

yort savul - usta işi - kınar hanımın denizleri - benaresin ölünmüş kadınları

                                               

yort savul
 
                                     
 1.  Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
     En geniş zamanlı bir şiir yazacağız
 
2.  Harbi karşılık verecek ama herkes
     Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:
 
3.  Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır
     Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?
 
4.  İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
     Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?
 
5.  Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır
     Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?
 
6.  Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
     Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk
 
7.  Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
     Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız
 
8.  Kurşunkalemle de olabilir
     Yort Savul!
 
 
Ece Ağabey


usta işi

1.Fakir kuş hiç unutmaz, kitapların yakıldığı yıldı

Kırk kapıdan birden devletle girdiğini gördük
Başsız bir at ve içindeki solgun süslü binicisinin

Dervişlere göre parçalanmış ölüm doğudan dönüyordur

Onun için ki acı bir suyla üçe bölünmüştür bir kent

2.Fakir kuş hiç unutmaz, ustaları ölmüş oğlan çocukları
Denizden çıkınca birbirlerinin saçlarını tararlardı

Ah karpuzun içindeki kesmece delikanlım İstanbul
Yüreğini utanarak saklıyor ve çürümüş çiçek kokuyorsun

Okuma parçası bir kentin üstünde kara güvercinler uçuşuyor.

3.Fakir kuş hiç unutmaz şu altın eytişimsel yasayı da
Tarihte nice ve nite şehzade bilmeden atını taşımıştır

İşte onların sandukalarında usta işi gazeller oyuludur.


ece ağabey


kınar  hanımın denizleri


Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla
şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım'dan
düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını
            tüketemezmiş hiç


İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş
ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla
işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme
            kirpiklerini aralayarak insanları çocukların


Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep
gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara
            kınar hanım'ın denizlerinden.




Benaresin ölünmüş kadınları

Sanskrite çekilmiş atlar gibi geceleri 
o geceleri soyutlanmış uykular 
ağdı durdu parmaklarından estamplara 

Şarkıları delindiler sokaklarında 
ve çarşambaları ırmakta 
boğulup gittiler hep 
çamaşırların üstünde uzanan bulutlar 

Şimdi benares'in 
en eski orospuları gibi bayramlarda 
birdenbire sanskrit ölümlere çarpıp 
şarkılara şarkılara düşen kadınlar var şarkılarında.


Ece ağabey

kedisini..." bundan sonrasını ancak müzik anlatır" turgenyev


22 Temmuz 2014 Salı

"Ben her şeyden, en ehemmiyetsiz bir fıkradan, bir cümleden bir hikaye, koca bir roman çıkarabilirim. Sanat, o hikayeyi, o romanı çıkardığım ehemmiyetsiz bir şey değil, benim o şey etrafında canlandırdığım hayattır!" Ömer Seyfettin


benim üniversitelerim, Aleksey Maksimoviç Peşkov (maksim gorki)

-Aleksi Maksimiç, dostum, bence hiçbir şeyin gereği yok. Bütün bu akademiler, bilimler, uçaklar...hepsi gereksiz şeyler. Gerekli olan sakin bir köşe, bir lokma ekmek ve istediğim zaman sarılıp öpebileceğim ondan da her yönden karşılık bulabileceğim bir kadındır.İşte o kadar.Siz ideolojileri olan aydın insansınız; bizden değilsiniz, siz zehirlenmiş bir adamsınız!Sizin için fikirler insanlardan daha önemli.



benim üniversitelerim

19 Temmuz 2014 Cumartesi




"Yağmur bu kadar inceyken / Ağır açan bir gül kadar hafifken merhamet / Ölüm çok ağır Allah'ım / Ölüm çok ağır affet."


musalla taşında açan gül

Yağmur bu kadar inceyken 
Ağır açan bir gül kadar hafifken merhamet
Ölüm çok ağır Allah'ım
Ölüm çok ağır affet.

Hafiften bir yağmurla Allah'ım
Musalla taşında bir gül kıl beni 
Usulca bir güvercin
Kaldırsın ince kırmızı giysilerimi

İznin olursa açılsın kuş dili
Söyleyiversin ince naif şarkılar
Zamanın süzgecinden geçen bedenimi
Dağıtıp savursun ruhumla birlik rüzgâr.

Hiçbir sırrını ele verme
Öl ya da ölü taklidi yap ey suretim
Dişleri kenetlenmiş çenesi bağlı
Bir ölü taklidi yap – yapabilirsen
Çünkü bir tek
Ölüler doğru fotoğraf verir.

hüseyin atlansoy

18 Temmuz 2014 Cuma

istanbul sıkıntısı, elyesa koytak

                               
                                 

16 Temmuz 2014 Çarşamba

15 Temmuz 2014 Salı

Hiç bir şey tam değil ama her şey bitmiş sanki.


yargı kararı



Vakti geçti böylesi acıların artık.
Hıçkırıklar sustu. Eski bir fotoğraf
albümünde, çeyrek saat sonra ölecek
bir yahudi çocuğunun yüzünü görüyorum.
Gözlerin kupkuru. Çay için su koyuyorsun
ocağa, bir diş ısırıyorsun elmadan.
Yaşayacaksın.

adam zagajewski



14 Temmuz 2014 Pazartesi

wislawa szymborska, özgeçmiş yazmak



Ne yapmanız mı gerek?
Başvurunuzu tamamlayın
Ve özgeçmişinizi ekte yollayın

Ne kadar çok yaşarsanız yaşayın
Özgeçmiş kısa olsa iyi olur.

Az ve öz, iyi seçilmiş gerçekler kural olarak konulmalı,
Adresler manzaraların yerini tutmalı,
Titrek hatıralar titremeyen tarihlerle değiştirilmeli,

Bütün aşklarınız arasından, sadece evliliğinizden bahsedin;
Bütün çocuklarınız arasından, sadece doğmuş olanları yazın.

Kimin sizi tanıdığı sizin kimi tanıdığınızdan daha önemlidir.
Yalnızca yabancı ülkelere yaptığınız yolculuklardan bahsedin.
Nerelere üye olduğunuzu söyleyin, fakat neden üye olduğunuzu değil,
Aldığınız ödülleri söyleyin, fakat nasıl kazandığınızı değil,

Sanki hiç kendi kendinizle konuşmazmışsınız gibi yazın öz geçmişinizi
Her zaman kendinizi arka planda tutaraktan, kol boyu uzakta.

Köpekleriniz, kedileriniz ve kuşlarınız, tozlanmış mallarınız,
Dostlarınız ve düşlerinizi sessizce es geçin.

Kendiniz olarak sattığınız zatın,
Fiyatı sizin fiyatınızla bir değil,
Ünvanı özgeçmişdeki ünvana benzemez,
Ayakkabısının numarası gittiği yere uymaz.
Ayrıca, bir tek kulağını gösteren fotoğrafını da unutmayın.
Önemli olan ne işittiği değil, kulağının biçimidir.
Duyacak ne var ki zaten?
Kağıt doğrayan makinaların gürültüsünden başka.



11 Temmuz 2014 Cuma

hicretsizlik



hazret-i  ömer olsa ağzımı yüzümü dağıtırdı
iftar sonrası çay ve sigaralardan
hazret-i ali kale bile almazdı şu bitirme tezimi
bir evsizle çorba içecek kadar cesur olmadığım duyulsa
ensar kız vermezdi
medineli çocuklar
tebessümler fırlatırdı nefsim kanayana dek
tenimi ilk gazvede bırakıp kurtulmak belki
bakışlarıma mescidin kumları bile fazla

bir naat yazacak yaşa gelmedim henüz
ezberimde rimbaud ve masamdaki heidegger
bütün bildiklerim sol cebimde silahsız bir şarjör olarak
beni şimdi en fazla casus yapar, kılığım da müsait
sakallarımdan ahirete iman ettiğim anlaşılmıyor
namaz kılarak bir dünyayı gözden çıkardığım söylenemez
kot pantolon, tişört, beyoğlu ve iyi günler
kılığım da müsait, özel bir görev için, hep burada
orta sınıf kureyşliler arasında yaşamaya

bir naat yazacak kadar yaklaşamadım henüz
bankaya dilekçe yazıyorum boğaziçine proposal
geceleri namık kemal’le gazeteler çıkarıyoruz
- ona artık göğsümün daraldığını sormak istiyorum
göğsümü yani bir tövbe gerekli yani toprağa sokulmak
yani mesela yani demek bile nasıl bir şiirsizlik
çünkü mustafa reşid paşa ingilizlerle baltalimanında
sonra birkaç savaş sonra kemalizm sonra reklamlar

mescidi yıldızların altında
ve mescidinde yıldızlar
başımı kaldırsam bir, şu gavur dünyadan
şu çok yapışkan, çok sırnaşık ve sürtük
ey bin kocadan arta kalan ekonomik kalkınma
ey sehersiz kuşluksuz şafaksız uyanmalarım

ruh'ül-kudüs dudaklarımızı okuyor uzaktan
ne gelir elimizden türk şiirinden başka


elyesa koytak










hızır bey, türkiye çocuk dergisi: çocukluğum.






10 Temmuz 2014 Perşembe

9 Temmuz 2014 Çarşamba

DAĞLARINDA

  
   Kapalı havalardan konuşuyor bezgin ruhlu kızlar.ruhları bezgin olsun diye kapalı havalar üzerine söz söyleme gereği duyuyorlar.bir yandan pantolonları çekiyorlar bel üstlerine.çabuk sıkılmaya hazır çıt kırıldım kasvetleri böyle havalarda açığa çıkıyor.yüzlerinde bir ekşime provası.aydınlık günlerin hakkını vermişler ya,böyle havalar nazenin ruhlarını boğuyormuş.kapalı havalara küskünler dağa küsen tavşanlar misali.sevgilerini pamuk ipliği gibi sermişler de yaz göklerinin altına, bunalıveriyorlar kül renkli gökler altında.çok bilmiş gözlerinde bir küskünlük,bir üff yaaa ifadesi.belli ki kimse gerçekten sevmemiş onları.sevginin halesi altında parlamamış gözleri.kapalı havalarda tüm o eksik o yanlış o aldanması kolay sevgiler yüzlerine çöküveriyor.her şeyi öğrenmişler ya,masaya olgun bakışlar dökmeyi,böyle havalarda oflamayı,her boşluğu boş sözlerle doldurmayı..

   

1 Temmuz 2014 Salı

ARKADAŞI EKLE


fakirlik öldürmez, aşk öldürür



erhan


fakirlik öldürmez, o bir zengin icadıdır

şofbenin yoksa zehirlenmezsin

trafik kazası geçirmek için önce

trafiğe çıkacak bir aracın olması gerekir

elektrik çarpması için evinde elektrik ve

her şeyden evvel bir evin olması tabii, bu çok mantıklı.

cinayete kurban gitmek için illâ ki düşman,

düşman edinmek içinse fark edilmek malum.

ben erhan, şu köşede duran dört kişiden biriyim

ölmek pahalı olduğu için yaşıyorum.

bunun başka hiçbir açıklaması yoktur



ayakkabılarım deliktir çorabı on yıl önce bıraktım

sağlığa zararlı olmayan hiçbir şeyi kullanmıyorum

tişörtüm var üşümek zamanla unutulan bir eylem

bu birlikte geçirdiğimiz üçüncü kış. seneye de giycem

iyiliksever bir abi pantolon almıştı tam beş yaşında

iyiliği seven insanlar var yani gerçekten varlar

onlarla yalnız kalmak istemem asla güven vermiyorlar

bir iyilik bir başkasına bence ancak zorla yaptırılabilir.

karnım açsa yolumdan geçerler, dilenirim verirler

sigaram biter yolumdan geçerler, dilenirim verirler

ben ne dilensem aldım hep, çünkü yolumdan geçtiler

-ah şu insanlardaki gereksiz bıçaklanma korkusu-

-bunun başka hiçbir açıklaması yoktur-



ben erhan, soyadımı terk ettiğim evde bıraktım

şu köşede duran dört kişiden biriyim hiçbirini tanımıyorum

kimse kimseyi tanıdığını iddia etmesin, bu yalandır.

bir insan ona erhan diyorlar diye erhan olabilir mi

her şeyin bu kadar basite indirgenmesi canımı sıkıyor

kıyafetlerim kirli ve yüzüm ayakkabı boyası olduğu için

sanki biraz da küfürlü konuştuğumdan, emin olamıyorum

cebimde mutlaka bıçak taşıyor olmam gerekmiyor

benden gözünüzü kaçırmanız, korkmanız gerekmiyor

hem cinayetleri filmlerde hep takım elbiseli adamlar işlemiyor mu

hep zengin değil mi onlar, elleri hep çanta

hep bir plan, hep bir hedef, daha çok para, daha çok para

biz sizinle aynı filmi seyretmiyor muyuz siz hangi kanal

ölmek ateş pahası, diyorum inanmıyorlar.



-gülmenin yakışmadığı yüz yokmuş, hasiktirin ordan-

-siz daha erhan’ı gülerken görmediniz-

gülmek zengin icadı hem, onun aslı tebessümdür

biz köşede dört kişi hep kıt kanaat gülüştük

bir gülüşü dörde böldük çok güzel bir kadındı

güzel kadınlar bize asla gülmez âşık olduk ona

biri kendini fazla kaptırıp bileklerini kesmiş hemen

sevgi görmemiş çocuk, ne yapacağını bilmiyor

dilinde jilet taşıyormuş daha önce görmedim

hayır bir şey değil, bizi yanlış tanıtıyor.



fakirlik öldürmez, aşk öldürür

saffet fakirlikten öldü yazacak tarih, bu yalandır.

-ölünce ilk iş bir isim ediniyor insan, dikkat ettiniz mi-

-bir dakika tarih saffet’i niye yazsın ben ne saçmalıyorum-

ölüsünü birkaç kişi fotoğraflamıştı duyarlı tweet atmak için

guslünü taymlaynda alır sonra toprağa verilir saffet

olan bizim aşkımıza oldu ne de güzel sevmiştik

saffet yüzünden aramızda muhabbetini bile çeviremedik

muhabbeti çevrilmeyen karşılıksız aşklar sıkıcıdır, biliriz

yine de şükrederiz tarih tevekkülden ibarettir.



facebook durum güncellemesi



şu köşede duran üç kişiden biriyim ben, erhan

bunun başka hiçbir açıklaması yoktur.


rıdvan gecü