23 Aralık 2013 Pazartesi
ırmak-boyu tacirinin karısı: bir mektup
Saçlarım daha alnımın üstünde dümdüz kesiliyken
Ön kapının orda oynardım, çiçek koparırdım.
Sen atçılık oynayarak bambu değneklerinde gelirdin,
Çevremde gezinirdin, mavi eriklerle oynayarak.
Böylece yaşar giderdik Chokan köyünde:
İki küçük insan, tasasız, kuşkusuz.
On dördümde, Efendim, evlendim seninle.
Hiç gülmedim, utangaçtım çünkü.
Başımı öne eğip duvara baktım.
Bin kere çağırıldım da hiç ardıma bakmadım.
On beşimde, somurtmayı bıraktım artık,
Toprağım seninkiyle karışsın istedim
Her zaman seninkiyle, her zaman.
Durmadan üzülecek ne vardı?
On altımda, benden ayrıldın.
Uzak Ku-to-yen’e, ırmağın oralara gittin,
Beş aydır uzaktasın.
Maymunlar üzgün sesler çıkarıyorlar yukarda.
Ayaklarını sürüdün giderken.
Kapının yanını şimdi yosun bürüdü, çeşit çeşit yosun
Öyle kök salmışlar ki temizlenmiyorlar!
Yapraklar, yel esince erken düşüyor bu güz,
Çifte kelebekler Ağustosla şimdiden sarardı.
Batı bahçesinin çimenleri üstünde;
İncitiyorlar beni. Yaşlanıyorum.
Kiang ırmağı kıyılarından geçip geliyorsan
N’olur bana önceden haber sal,
Çıkıp giderim seni karşılamaya
Cho-fu-Sa’ya kadar.
Ezra Pound
Çeviri: Ülkü Tamer
Ön kapının orda oynardım, çiçek koparırdım.
Sen atçılık oynayarak bambu değneklerinde gelirdin,
Çevremde gezinirdin, mavi eriklerle oynayarak.
Böylece yaşar giderdik Chokan köyünde:
İki küçük insan, tasasız, kuşkusuz.
On dördümde, Efendim, evlendim seninle.
Hiç gülmedim, utangaçtım çünkü.
Başımı öne eğip duvara baktım.
Bin kere çağırıldım da hiç ardıma bakmadım.
On beşimde, somurtmayı bıraktım artık,
Toprağım seninkiyle karışsın istedim
Her zaman seninkiyle, her zaman.
Durmadan üzülecek ne vardı?
On altımda, benden ayrıldın.
Uzak Ku-to-yen’e, ırmağın oralara gittin,
Beş aydır uzaktasın.
Maymunlar üzgün sesler çıkarıyorlar yukarda.
Ayaklarını sürüdün giderken.
Kapının yanını şimdi yosun bürüdü, çeşit çeşit yosun
Öyle kök salmışlar ki temizlenmiyorlar!
Yapraklar, yel esince erken düşüyor bu güz,
Çifte kelebekler Ağustosla şimdiden sarardı.
Batı bahçesinin çimenleri üstünde;
İncitiyorlar beni. Yaşlanıyorum.
Kiang ırmağı kıyılarından geçip geliyorsan
N’olur bana önceden haber sal,
Çıkıp giderim seni karşılamaya
Cho-fu-Sa’ya kadar.
Ezra Pound
Çeviri: Ülkü Tamer
18 Aralık 2013 Çarşamba
elhan-ı şita
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdâsı
Kapladı bir derin sükûta yeri
Karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar!
Ey uçarken düşüp ölen kelebek
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
Gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar;
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâ’şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
Karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar!
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
Gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar;
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! -
Son kalan mâi tüyleri kovalar
Karlar
Eşini gaib eyleyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdâsı
Kapladı bir derin sükûta yeri
Karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar!
Ey uçarken düşüp ölen kelebek
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
Gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar;
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâ’şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
Karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar!
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
Gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar;
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! -
Son kalan mâi tüyleri kovalar
Karlar
Ki havada uçar uçar ağlar!
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter…
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir-
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid…
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar,
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân,
Karlar... bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar... bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun...
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök,
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi!…
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter…
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir-
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid…
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar,
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân,
Karlar... bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar... bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun...
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök,
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi!…
Cenap Şahabettin
( 1870 -1934 )
17 Aralık 2013 Salı
liman ve kadın
limanlarda hep, giden kadınlar olur
durmadan ve gürültüyle giderler
yorgun bakışlarında tıka basa yağmur
toz kalkar saçlarından gemilerle beraber
limanlarda hep, giden kadınlar olur
üzgün yanaklarında titreyen birer mühür
uykular darmadağın düşlerde unutulur
lacivert yalnızlıklara geri dönülür
limanlara hep, giden kadınlar olur
seslerinde yavaşça buzlanan bir nehir
her ayrılık kendisine bir liman bulur
kırık dökük adamlar usulca terk edilir!
can bahadır yüce
13 Aralık 2013 Cuma
yolların sonu
-
- Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden
- Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
- Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
- İtler bile gülecek kimsesizliğimize.
- Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların...
- Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.
- Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
- Yalnız bir hâtırası kaldı artık yanımda.
- Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
- Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına.
- Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
- Değişilir topu da bir sokak kaltağına.
- İster düşün... Kendini ister hayâle kaptır...
- Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.
- Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır
- Sevimli bir hayâle açılırken kolların.
- Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı!
- Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
- Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları.
- Düştüğü yer uzakta "DİLEK" adlı bir saray.
- O sarayda bulunca tanrılaşan erleri
- Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
- Hepsi sussa da "Kür Şad" uzatarak elini:
- "Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!" diyecek.
- Atsız
12 Aralık 2013 Perşembe
destanlarda uyanmak
Gazi Alp erenler işe koyulun
Gayri söze vakit az verilmeli
Bedevî atlara rüzgarca soluk
Ve yıldırımlarca hız verilmeli
Şanlı kitap önderiniz kılındı
Îman, sancak gönderiniz kılındı
İklim-i Rum minderiniz kılındı
Ol mindere kavî diz verilmeli
Barak baba, Sarı Saltuk orada
Hacı Bektaş Veli, Tapduk orada
Bir mübarek vatan yaptık orada
Ki, bir can dilerse yüz verilmeli
Töre, nizam, yol ve yordam her kula
Usül, erkan, edep, erdem her kula
Yirmi dört saatte her dem, her kula
Allah'ın buyruğu uz verilmeli
İnatla girmeyin soy sop faslına
Kurtsa kurt, itse it döner aslına
Rum ülkelerinde Oğuz nesline
Peygamber kavlince öz verilmeli
Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir
Temele taş bulmak gecikebilir
Devlete baş bulmak gecikebilir
Adalet gecikmez, tez verilmeli
İçinde olanlar bir nebze iman
Güğsünü mazluma eder süt liman
Halkı ayırmadan kafir, müslüman
Açsa aş, açıksa bez verilmeli
Bu kılıçlar iller fethi içindir
Bu kitaplar diller fethi içindir
Türküler gönüller fethi içindir
Cümle ozanlara saz verilmeli
Kartal yuvasıdır Söğüt'te burçlar
Devletin zırhıdır sınırda uçlar
Gazi Osman'lara zağlı kılıçlar
Yunus Emre'lere söz verilmeli
NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU
Gayri söze vakit az verilmeli
Bedevî atlara rüzgarca soluk
Ve yıldırımlarca hız verilmeli
Şanlı kitap önderiniz kılındı
Îman, sancak gönderiniz kılındı
İklim-i Rum minderiniz kılındı
Ol mindere kavî diz verilmeli
Barak baba, Sarı Saltuk orada
Hacı Bektaş Veli, Tapduk orada
Bir mübarek vatan yaptık orada
Ki, bir can dilerse yüz verilmeli
Töre, nizam, yol ve yordam her kula
Usül, erkan, edep, erdem her kula
Yirmi dört saatte her dem, her kula
Allah'ın buyruğu uz verilmeli
İnatla girmeyin soy sop faslına
Kurtsa kurt, itse it döner aslına
Rum ülkelerinde Oğuz nesline
Peygamber kavlince öz verilmeli
Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir
Temele taş bulmak gecikebilir
Devlete baş bulmak gecikebilir
Adalet gecikmez, tez verilmeli
İçinde olanlar bir nebze iman
Güğsünü mazluma eder süt liman
Halkı ayırmadan kafir, müslüman
Açsa aş, açıksa bez verilmeli
Bu kılıçlar iller fethi içindir
Bu kitaplar diller fethi içindir
Türküler gönüller fethi içindir
Cümle ozanlara saz verilmeli
Kartal yuvasıdır Söğüt'te burçlar
Devletin zırhıdır sınırda uçlar
Gazi Osman'lara zağlı kılıçlar
Yunus Emre'lere söz verilmeli
NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU
atsız tanrıdağında
Burada baş sağlığı, orada gözler aydın;
İki ayrı dünyada iki ayrı tören var.
Tanrı katından gelen bir yüce buyruk üzre,
Aramızdan ansızın çadırını deren var.
Orada ecdat ruha şadümanlık içinde
Burada tamu içre gönüllerde boran var.
Eksilmiş bir yanımız; çarpılmış gibiyiz hep
TANRI korusun, sanki Bozkurtluğa kıran var.
Yukardan gök mü bastı; altta yer mi çöktü ne?
Kimsede ağız, dil yok; gözleriyle soran var.
Buradan uğurlarken onu binlerce Bozkurt
Orada karşılayan binlerce Alp-Eren var.
O gün Tanrıdağı’nda tan ağardığı çağda,
Dediler Oğuz Han’ın otağına giren var.
Ve Tanrı-Kut Mete’nin huzurunda Atsız’ı
Kür Şad’la Kül Tigin’le diz vururken gören var.
Töredir; konan göçer, doğan gün batar elbet
Tanrı zeval vermesin devlet, din ve KUR’AN var.
Dayanılmaz olsa da Atsız’lığın acısı
Ulu Tanrı’ya şükür yine toy var, Turan var.
Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU
4 Aralık 2013 Çarşamba
senden de haklılığından da kalitenden de bıktım yoruldum cohen. bu zekice kaçışlardan sen yorulmadın mı? abi neyin davası ki bu? kabullen ama bunu bir şey söylemeden yap. tamam önceden söyledin. ama gene söylüyosundur sen. menhetını bilmem kaça bölen gün ışığı sana notalar sana yaşlı kalbine yahudi zen amerikan kalbine mümkün olan en yumuşak çivileri yağdırıyodur tanrın bilir. ben hep seni kış sokağına bakan uzun bir koridor olarak dağların fonunda güzel bir yalnızlık olarak hatırlayacağım. seni... yani kendimi.
1 Aralık 2013 Pazar
28 Kasım 2013 Perşembe
kar musikileri
Varşova 1927 Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı, Bir erganun âhengi yayılmakta derinden... Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden. Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta. Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle. Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık, Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!
yahya kemal
24 Kasım 2013 Pazar
18 Kasım 2013 Pazartesi
16 Kasım 2013 Cumartesi
büyük olsun
Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.
Dıranas
5 Kasım 2013 Salı
bir gün icadiye'de
Bir gün İcadiye`de veya Sultantepe`de,
Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde
Bir kainat açılır, geniş, sonsuz, büyülü,
Bu günün rüzgarında yıkanan mazi gülü
Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya
Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya...
Belki en hulyalısı duyduğun masalların
O şafak saltanatı korularda dalların
Her ufku tek başına bekleyen eski çamlar
Bir sır gibi ömründen sızdırılmış akşamlar ,
Ardıçla kestanenin her yıllık macerası
Harap mezarlıklarda ölülerin duası
Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka
Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka!
tanpınar
3 Kasım 2013 Pazar
31 Ekim 2013 Perşembe
USTA
Hakikaten kendi üslubu olan tek bir yazar var dünyada diye düşündüm, pek çok yazar var ve kuşkusuz her yazar kendine hastır ama THOMAS BERNHARD benzersiz üslubuyla hepsinden farklı diye düşündüm ve hemen hemen her yazar bir başkası "gibi" yazarken onun sadece kendisi gibi yazdığını düşündüm, donmuş bir su halinde atmosferi yararak ilerleyen, evleri, erkekleri ve kadınları, binaları hatta zamanı yararak ilerleyen bir kitap olduğunu düşündüm THOMAS BERNHARD 'ın, elimde Göethe Öleyazıyor kitabıyla ve kitabın taştan harflerine bakarken, kitabın çizdiği helezonların içinde mutlu bir yorgunlukla kaybolurken bunları düşündüm.
Odun KESMEK
Bitik ADAM
Eski USTALAR
Witgenştaynın YEĞENİ
Beton
Yürümek - EVET
Göethe ÖLEYAZIYOR
Bütün intiharların kazandırdığı bir ciddiyetle okura saldıran ve intihar edemeyişine adeta hayıflanan bir yazar olarak onu, soğuk, katı ve gri bir dünyanın içinde kansere kavuşmuş bir yüz olarak düşündüm. Tam burada almanca bir sesle bağırmak da istedim.
Düzelti
Amras - WATTEN
Don
Ses TAKLİTÇİSİ
Yok ETME
Kahramanlar ALANI
Neden. BİR DEĞİNİ
Mahzen. BİR VAZGEÇİŞ
Soluk. BİR KARAR
Soğukluk. BİR DIŞLANMA
Bir ÇOCUK
Tiyatrocu
Ödüllerim
Dünyanın en iyi yazarı o olabilir mi?
Aksi ispatlanamadığı müddetçe: EVET.
Odun KESMEK
Bitik ADAM
Eski USTALAR
Witgenştaynın YEĞENİ
Beton
Yürümek - EVET
Göethe ÖLEYAZIYOR
Bütün intiharların kazandırdığı bir ciddiyetle okura saldıran ve intihar edemeyişine adeta hayıflanan bir yazar olarak onu, soğuk, katı ve gri bir dünyanın içinde kansere kavuşmuş bir yüz olarak düşündüm. Tam burada almanca bir sesle bağırmak da istedim.
Düzelti
Amras - WATTEN
Don
Ses TAKLİTÇİSİ
Yok ETME
Kahramanlar ALANI
Neden. BİR DEĞİNİ
Mahzen. BİR VAZGEÇİŞ
Soluk. BİR KARAR
Soğukluk. BİR DIŞLANMA
Bir ÇOCUK
Tiyatrocu
Ödüllerim
Dünyanın en iyi yazarı o olabilir mi?
Aksi ispatlanamadığı müddetçe: EVET.
24 Ekim 2013 Perşembe
KAV
Bütün
yazdıklarım sonsuzluğu içerir
Ölümün
tırnak içine aldığı sonsuzluğu mu?
Burada
uzun bir kış gecesini yitirmemeye çalışıyoruz
Leonard
Cohen’le açılıyoruz beyazın merhametine
Yalnızlık
kokularına onulmaz aşk odalarına
Kendimi
kapattığım bir yazıdan yalımlar yükselsin istiyoruz
Bütün
yazdıklarım şimdi yanı başımda
Başka
bir dile yüklüyoruz onları
Hiç
unutmam diye başlayan sözlerim yok
Olsaydı
kabaran kalp ağrılarına eklerdim onları da
Yaşamak
cehennem gibiydi dediğimi hatırlamam
Perdelere
sığınan akşamları hayali bozkır resimlerini
Çatlayan
karanlığını içimin
Yaşamadım
Coğrafyası
kayıp bir gövdeydi de aşk
Ben
ondan yalnız kaldım
Sonsuzluğu
ağzımdan köpürerek taşıran var olma telaşı bu
Yazgıyı
doğrulamaya doğru ölen ruhun dili
Dünya
durmadan küçülüyor
Dünya
durmadan küçülüyor
Keman
sesleri dışında durmadan küçülüyor dünya
Sustuğum
yerde daha da yalnızım
Sonraki hayatın için bir taslak hayal ettim, eşyalarla doldurdum odanı
Sonraki hayatın için bir taslak hayal ettim, eşyalarla doldurdum odanı
kalbini
kendine bütünledim
Hiçbir
hayatım yok diyorum ona
Hiç
olmadı
Kendimin
sıfır noktasıyım ben
23 Ekim 2013 Çarşamba
22 Ekim 2013 Salı
bütün bir hayat
Gündoğumuna bir saat kala saçlarına düşen mavi gibidir
mahmurluğun güneşleri;
bir kuşun mezarının üstünde, otların hızıyla
biterler.
Onları da baştan çıkarır, zevkin teknelerinde
oynadığımız rüya oyunları.
Zamanın tebeşirden kayalıklarında onları
da hançerler bekler.
Daha mavidir derin uykunun güneşleri: Bir
zamanlar saçının bukleleri gibi.
Bir gece rüzgârı olup, kız kardeşinin parayla
açılan kucağına sığınmıştım;
Üzerimizdeki ağaçtan sarkıyordu saçların,
ama sen yoktun.
Biz dünyaydık sanki, sense büyük kapının
önünde bir çalılık.
Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın
saçları gibi:
O, yükselen sularla gelmişti, sen kumlukta
bir çadır kurduğunda.
Sönmüş gözleriyle, başımızın üzerinde
mutluluğun hançerini kaldırmıştı.
paul celan
federico garcia lorca için üç şiir
sessiz akan sulara gazel
Ah işte herşey orda...
Ben severim omuzlarımı bir gün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.
Ben severim omuzlarımı bir gün
Göçen bir maden direğinin altında
Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim...
Ben severim omuzlarımı bir gün
Savaşda bir başka omuzun yanı başında
Yatakda bir ince omuzun yanı başında
Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba ya...
İndiğini görürsem bir gün sığıcıkların
ve sürüler halinde,ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir gün daha...
Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm
Doldurum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba ya...
"saat beşte akşamleyin" Ah ellerim ve kalbim Her şey orada kaldı. Keçeler keçeler ve portakallar Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim, Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime Kireç döktüler yere, Bir duvarın dibinde Bir deppoy un önünde Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı ....... Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde Ölüm nasıl söylenirse öyle İspanyol dilinde ve her dilde... obras completas Artık kat iyen biliyoruz; Halk adına dökülen kan Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır. Dişlerin arasında... İspanya da ve her yerde...
turgut uyar
21 Ekim 2013 Pazartesi
20 Ekim 2013 Pazar
gölgedeki kadının şarkısı
Sessiz biri gelir de başını vurur lalelerin:
Kim kazanır?
Kim kaybeder?
Kim koşar pencereye?
Kim o kadının adını en önce söyler?
Adam saçlarımı bürünendir.
Adam bürünür saçlarımı başının üstünde ölüler gibi.
Adam bürünür saçlarımı göklerin bürüdüğünce o yıl aşk içreyken ben.
Adam bürünür saçlarımı kendini beğenmişlikle.
Birisi ki kazanır.
Kaybetmez.
Koşmaz pencereye.
Söylemez o kadının adını.
Adam gözlerimi edinendir.
Edinendir gözlerimi kapandığı an kapılar.
Bürünür gözlerimi parmaklarında halkalar gibi.
Bürünür gözlerimi safirden ve şehvetten parçalar gibi:
güzden beri erkek kardeşim oldu adam;
sayıyor günleri geceleri.
Birisi ki kazanır.
Kaybetmez.
Koşmaz pencereye.
En sonuncudur söyleyecek o kadının adını.
Odur sahip olan söyledeğime.
Taşır onu kollarının altında bir bohça gibi.
Taşır onu hani saatler taşır ya en kötü saati.
Taşır onu eşikten eşiğe, fırlatıp atmaz asla onu.
Birisi ki kazanmaz.
Kaybeder o.
Koşar pencereye doğru.
Odur en önce söyleyecek o kadının adını.
Başları vurulmuş laleleriyle.
Paul Celan
şair işçidir
Bağırırlar şaire: "Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni. Şiir de ne? Boş iş. Çalışmak, harcınız değil demek ki..." Doğrusu bizler için de en yüce değerdir çalışmak. Ve kendimi bir fabrika saymaktayım ben de. Ve eğer bacam yoksa İşim daha zor demektir bu. Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan kütük yontarsınız kan ter içinde, Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: Kütükten kafaları yontarız biz de. Ve hiç kuşkusuz saygıdeğer bir iştir balık avlamak çekip çıkarmak ağı. Ve doyum olmaz tadına balıkla doluysa hele. Fakat daha da saygıdeğerdir şairin işi balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü. Ve doğrusu işlerin en zorlusu yanıp kavrularak demir ocağının ağzında su vermektir kızgın demire. Fakat kim aylak olduğumuzu söyleyerek sitem edebilir bize; Beyinleri perdahlıyorsak eğer dilimizin eğesiyle... Kim daha üstün, şair mi? yoksa insanlara Pratik yarar sağlayan teknisyen mi? İkisi de. Yürek de bir motordur çünkü ve ruh, onun çalıştırıcısı. Eşitiz bizler şairler ve teknisyenler. Vücut ve ruh emekçileriyiz aynı kavganın içinde Ve ancak ortak emeğimizle bezeriz evreni marşlarımızı gümbürdeterek Haydi! laf fırtınalarından ayıralım kendimizi bir dalgakıranla. İş başına! Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu. Ve ağzıkalabalık söylevci takımı değirmene yollansın dosdoğru! Unculuğa! Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!MAYAKOVSKİ
12 Ekim 2013 Cumartesi
bir şey kalır
toprağı ve suyu seyredişini öveceğim
son cemrelerin dansa kaldırdığı
ablaların için uzaktan sevinişini
bir portakal trenini alkışlar bir çocuk
bunu hatırlar şimdi görenler seni
bunu hatırlar görenler şimdi seni
bende hatırlarım ama usul usul
tok atlar otlakta gibi, akşama daha çok var gibi
sonra unuturum bunu, başka şeyleri unuturum
anılar gömülüdür zaten ben bir daha gömerim
çocuk olmuşum, hasta olmuşum, deniz olmuşum
yalnız bir sincabım belki
gömdüğü cevizlerine küsen
biz ayrılalım: sen kuzeye git
atımı seninle paylaşırım eğer istersen
meyve al yanına biraz su ve kibrit
bir şarkı için beklettiğimiz kanı,
yıkadığımız sesi ama unutma.
Ahmet Murat
son cemrelerin dansa kaldırdığı
ablaların için uzaktan sevinişini
bir portakal trenini alkışlar bir çocuk
bunu hatırlar şimdi görenler seni
bunu hatırlar görenler şimdi seni
bende hatırlarım ama usul usul
tok atlar otlakta gibi, akşama daha çok var gibi
sonra unuturum bunu, başka şeyleri unuturum
anılar gömülüdür zaten ben bir daha gömerim
çocuk olmuşum, hasta olmuşum, deniz olmuşum
yalnız bir sincabım belki
gömdüğü cevizlerine küsen
biz ayrılalım: sen kuzeye git
atımı seninle paylaşırım eğer istersen
meyve al yanına biraz su ve kibrit
bir şarkı için beklettiğimiz kanı,
yıkadığımız sesi ama unutma.
Ahmet Murat
10 Ekim 2013 Perşembe
6 Ekim 2013 Pazar
d. 810
Kıyıdaki sabahçı kahvesine oturmuş
genç kız, kulaklığından "Genç kız ve
Ölüm"ü dinliyor, peşpeşe dizdiği yanık
notaları Schubert'in yayılıyor ince narin
gövdesinin içinde. Öbür köşede bir masaya
oturmuş Ölüm: Öyle sessiz duruyor ki bir tek
sessizliği görünüyor.
enis batur
genç kız, kulaklığından "Genç kız ve
Ölüm"ü dinliyor, peşpeşe dizdiği yanık
notaları Schubert'in yayılıyor ince narin
gövdesinin içinde. Öbür köşede bir masaya
oturmuş Ölüm: Öyle sessiz duruyor ki bir tek
sessizliği görünüyor.
enis batur
beş gül
Sizin için tuttum beş gül getirdim Sevgili,
durup dururken beş kırmızı gül getirdim, kan.
Beş beyaz gül süt, beş sarı gül altın yaprak,
tuttum beş pembe gül getirdim Sevgili, tan.
Başka bir el koparmış onları, benim elim
bunca korkak: Bir dikmeyi bilirim, bir de
dokunmayı: Tepeden tırnağa teniniz yangın
beldem, sizin için beş siyah gül parmaklarım.
kömür. Toprak, temas, sahi bir de ak kağıt,
seçtiğim kelimelerin arasında nedense mağrur,
ilerlerim karda bıraktığım izler birer ağıt,
ayırdım dikenleri: Sizin için bu beş arı gül.
enis batur
Beş beyaz gül süt, beş sarı gül altın yaprak,
tuttum beş pembe gül getirdim Sevgili, tan.
Başka bir el koparmış onları, benim elim
bunca korkak: Bir dikmeyi bilirim, bir de
dokunmayı: Tepeden tırnağa teniniz yangın
beldem, sizin için beş siyah gül parmaklarım.
kömür. Toprak, temas, sahi bir de ak kağıt,
seçtiğim kelimelerin arasında nedense mağrur,
ilerlerim karda bıraktığım izler birer ağıt,
ayırdım dikenleri: Sizin için bu beş arı gül.
enis batur
5 Ekim 2013 Cumartesi
4 Ekim 2013 Cuma
29 Eylül 2013 Pazar
26 Eylül 2013 Perşembe
24 Eylül 2013 Salı
18 Eylül 2013 Çarşamba
"Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!"
1- Keyfinin kralı olmak, koca hayvanların ayrıcalığıdır.
2- Günümüz insanı konusunda bir tümce söylemek yetecektir onlara: Zina ediyordu ve gazete okuyordu.
3- Temiz bir yaşama hazır mısınız? Herkes gibi? (…) Kimi kim temizleyecek!
4- Birinin kendini suya attığını varsayın. İki şeyden biri, ya onu kurtarmak için arkasından suya atlayacaksınız ve soğuk mevsimde sağlığınızı tehlikeye atacaksınız ya da bırakacaksınız gitsin, o zaman da suya dalmaktan kaçınmanız bazen tuhaf kırıklıklar bırakacak sizde. İyi geceler!
5- Tanrılar çıplak bedenlerin üzerine iner ve adalar, rüzgâr altında kabarmış palmiyeden bir saçla taçlanmış olarak çılgınlar gibi sapıtırlar. Deneyin.
6- Doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kendini değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir. Tersine, insanları bundan yoksun ederseniz, onları ağzı köpüren köpeklere çevirirsiniz.
7- Dahası, gazetenin ilk sayfasını kaplamak küstahlığını gösteren ve başarıları beni iğrendiren mağara bilginlerine ayrı bir kin duyuyordum. Kayalık bir dar geçitte (bu bilinçsizlerin dediği gibi bu sifonda) başları sıkışıp kalmak pahasına yerin sekiz yüz metre altına ulaşmaya çalışmak, sapık ya da beyni sarsılmış kişilerin marifeti gibi görünüyordu bana. Bunun altında suç vardı.
8- Kısacası, üstte yaşamak, kalabalığın insanı görmesi ve selamlamasının tek biçimi olarak kalıyor yine.
9- Gerçekten de cennet bu değil miydi, aziz bayım: Doğrudan kavrayarak yaşamak?
10- Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi?
11- Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömertizdir? Nedeni basit! Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur.
12- Dostlarımızda sevdiğimiz, taze ölüdür, acılı ölü, heyecanımız, eninde sonunda kendimiz!
13- İnsanlar böyledir, aziz bayım, iki yüzü vardır onun: Kendini sevmeden sevemez.
14- Eğer pezevenkler ve hırsızlar her zaman her yerde mahkûm olsalardı, masum insanlar tümüyle ve hep masum sanacaklardı kendilerini, aziz bayım.
15- Bana öyle geliyor ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyorum.
16- Nasıl anlatayım? Dünya kayıyordu. Evet, her şey kayıp geçiyordu üzerimden.
17- Gerçek şu ki, her zeki insan, iyi bilirsiniz bunu, bir gangster olmayı ve salt şiddet yoluyla toplum üzerinde egemenlik kurmayı düşler. Bu iş, bir takım uzmanlık konularını işleyen romanların düşündürebileceği kadar kolay olmadığı için, genellikle, politikaya bel bağlanır ve en acımaz partiye koşulur. Herkese egemen olmak bu yolla mümkün oluyorsa, ruhunu küçültmenin ne önemi var, değil mi? Ben de kendimde zulmetme yönünde tatlı düşler buluyordum.
18- Belli bir yaştan sonra her insan, kendi yüzünden sorumludur.
19- Tabii, gerçek aşk pek az rastlanan bir şeydir, aşağı yukarı yüzyılda iki ya da üç kez görülür. Bunların dışında boş gurur ya da can sıkıntısı vardır.
20- Kimileri, “Sev beni!” diye bağırır, ötekiler, “Sevme beni!” diye. Ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölümü de, “Sevme beni, yine de bana sadık kal!” diye. Ne var ki, doğruyu hiçbir zaman kesin olarak anlayamayız, her varlıkla buna yeniden başlamak gerekir. Yeniden başlaya başlaya alışkanlıklar edinilir. Kısa zaman sonra söylem düşünmeden gelir size, arkasından da refleks gelir: Bir gün gerçekten arzu etmeden alma durumunda bulunursunuz. İnanın bana, hiç değilse bazı insanlar için arzu edilmeyeni almamak hiç değilse dünyanın en zor işidir.
21- Ama yeryüzü karanlıktır, aziz dostum, tahta kalın, kefen ışık geçirmez.
22- İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar. Hayatta olduğunuz sürece durumunuz kuşkuludur, ancak onların kuşkuculuğunu hak edersiniz.
23- Kuşkulu olmaktan çıkmak için, düpedüz var olmaktan çıkmak gerekir.
24- İnsanlar bulgulama bakımından ne kadar yoksul. Bir nedenden ötürü intihar edilir sanırlar hep. Ama iki nedenden ötürü de bal gibi intihar edilebilir.
25- Başarı havası, belli biçimde taşındığı zaman, bir eşeği kudurtur.
26- Mutluluğumuz ve başarılarımız, ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğumuz takdirde affedilir. Ama mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir. Bunun üzerine, çıkış kapıları kapanır. Ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksın.
27- Zenginlik insanı hemen verilecek yargıdan bağışık tutar, sizi metrodaki kalabalıktan ayırıp nikel kaplanmış bir arabaya kapatır, korunaklı geniş park yerlerinde, yataklı vagonlarda, lüks kamaralarda tecrit eder. Zenginlik, aziz dostum, henüz aklanma değildir, ama her zaman hoş karşılanması gereken ertelemedir.
28- Biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. Tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: Önce kusurlu diye hüküm giymemiz gerekir. Yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirmeyi dileriz. Kısacası, biz hem suçlu olmaktan çıkmayı, hem de kendimizi arıtmak için çaba göstermemeyi isteriz. Yeterli hayâsızlıkta yoktur, yeterli erdem de yoktur. Ne kötülük, ne iyilik enerjisine sahibizdir. Dante’ yi bilir misiniz? Sahi mi? Hay Allah! Şu halde Dante’nin Tanrı ile Şeytan arasındaki kavgada yansız melekler de kabul ettiğini bilirsiniz. Ve onları, bir çeşit cehennem girişi olan, vaftizsiz ölen çocukların konulduğu dehlizlere yerleştirdiğini de. Biz o dehlizdeyiz, aziz dostum.
29- Yalnızlığım iyice kanıtlandığına göre, kendimi erkekçe bir hüznün güzelliğine bırakabilirim.
30- Para için ölen ve bir “mevki” yitirdiği için umutsuzlanan ya da ailelerinin mutluluğu için büyük tavırlarla kendilerini feda eden u tuhaf yaratıklara şaşkın ve biraz kuşkulu bir gözle bakıyorum hep. Sigaradan vazgeçmeyi kafasına koyup irade gücüyle bunu başaran o dostu daha iyi anlıyorum.
31- İnsan tüm yalanlarını itiraf etmeden ölemezdi. Tanrı’ya ya da temsilcilerinden birine değil, bunun üzerindeydim ben anlayacağınız gibi. Hayır, yalanı insanlara, bir dosta ya da örneğin sevilen bir kadına itiraf etmek söz konusuydu. Aksi halde, bir yaşamda saklı kalmış bir tek yalan oldu mu, ölüm bunu kesinleştirirdi. Hiç kimse bu konuda hiçbir zaman doğruyu bilemezdi, çünkü doğruyu bilen tek kişi, sırrının üzerine yatan ölünün kendisiydi.
32- Yalnızca kadınlara sığındım. Bilirsiniz, onlar hiçbir güçsüzlüğü gerçekten mahkum etmezler: Daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar. İşte bu yüzden kadın, savaşçının değil, suçlunun ödülüdür. Onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır. Bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın?
33- Sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan, aşık olduğumu sandım. Başka deyimle, aptallık ettim.
34- Bu kadın yürek basınını o denli iyi okumuştu ki, sınıfsız toplumun kurulacağını bildiren bir aydın güven ve inancıyla söz ediyordu aşktan. Bu inanç, bilmez değilsiniz, sürükleyicidir. Ben aşktan da söz etmeye çalıştım ve sonunda kendimi inandırdım.
35- Bir papağanı sevdikten sonra bir yılanla yatmak zorunda kaldım. Böylece, kitapların vaat ettiği, benimse hayatta hiç karşılaşmadığım aşkı başka yerde aradım.
36- Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır.
37- İnsan ölümsüzlük oyunu oynar, birkaç hafta sonra ise, yarına kadar gövdesini sürükleyip sürükleyemeyeceğini bilemez.
38- Her aşırılık diriliği, dolayısıyla acıyı azaltır.
39- Evet, aziz dost, burjuva evliliği ülkemize terlik giydirdi, yakında da ölümün kapılarına getirecek onu.
40- Veremli ciğerler kuruyarak iyileşir ve mutlu sahiplerini yavaş yavaş havasız bırakır. İşte ben de böyle, iyileşerek sakin sakin ölüyordum.
41- Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim.
42- Bir yasayı benimseyen kimse, kendisini inandığı bir düzene yeniden yerleştiren yargıdan korkmaz. Ama insan acılarının en büyüğü yasasız yargılanmaktır. Biz yine de bu acı içindeyiz.
43- Ah! Dostum, büyük kentlerde avare dolaşan yalnız kişi nedir, bilir misin?
44- Mülkiyet, baylar, bir cinayettir!
45- Hepimiz suçlu olduğumuz zaman, demokrasi olacaktır.
46- Ölüm yalnız başına olur, kölelik ise ortaklaşadır.
47- Ben, efendilerin ve onların sopalarının gelmesini beklerken, Kopernik gibi, başarıya ulaşmak için akıl yürütmeyi tersine çevirmemiz gerektiğini keşfettim. Başkalarını mahkum edipte hemen arkasından kendini yargılamamak mümkün olmadığına göre, başkalarını yargılamak hakkına sahip olmak için insanın kendisine yüklenmesi gerekir: Her yargıç sonunda kefaret çektiğine göre, ters yönde yol almak ve sonunda yargıç olabilmek için kefaretçi olmak gerekir.
48- Zekiler için zaman gerekir. Yöntemi sonuna kadar açıklamak yeter onlara. Unutmazlar, düşünürler onlar. Er geç, yarı oyun olsun diye, yarı şaşkınlıkla masaya otururlar.
49- Çünkü düşüş şafakta oluyor.
50- Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Çok şükür ki öyle!
Düşüş, Albert Camus
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)