b o z g u n
sanki döşenmiş odalarda akşam güneşleri
öyle soğuk öyle kış günü.
yalancı inciden gerdanlıkları öyle kırık
öyle sulardan çayırlardan uzak öyle darmadağın
öyle namussuz öyle anasının gözü,
öyle bellediğim öyle kovduğum kırıp dökemediğim
vaktimin ortasına giren bu karanlık resim
dağda bozulup kalmış köhne otobüslere benzeyen
öyle tutkusuz öyle isteksiz öyle zifir şaşılır.
duramıyorum hemen sokağa çıkıyorum
ağaçlara kuşlara kağıthelvacılara çıkıyorum,
çakıltaşları renkli cam kırıkları kilit parçaları,
kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum
kuzulara vereceğimden değil, yok değil,
böyle çocukların sevdiği işler yapmak pek hoşuma gidiyor
ya da evde kalıp kocaman kalçalı kadın resimleri yapıyorum
o da hoşuma gidiyor.
t e r l i k s i z k a d ı n l a r k o r o s u
bizim çıplak topuklarımız mozayıkların üstünde ya
durmuyoruz günaşırı duvarlarımızı yeşille maviyle badana ediyoruz.
durmuyoruz dünyayı yeniliyoruz,
bir koltuğu oradan alıp öteye yerleştiriyoruz.
pencerenin yerini değiştiriyoruz
halıları temizliyoruz, yemekler pişiriyoruz
soğuk sularla yıkıyoruz ayaklarımızı kollarımızı boynumuzu
işimiz bitiyor, oturup sevilmeyi bekliyoruz
onlar o zaman geliyor.
k u r t u l m a y a h a z ı r l ı k
gittim kitapçılarda gazeteleri, dergileri karıştırdım
kırmızı beyaz yollu tentelerin altına serilmiş
bir dergide bir şiir okudum sevdim, - insan öpmeli, sevmeli sonra bol sularda yıkanmalı diyordu.
nasıl.
güzel, güzel resimler vardı.
baktım ışıdım.
degas'ın bir kadını, belli öpülmüş sevilmiş kandırılmış,
ama, sonra da yıkanmış bursa havluları ile kurulanıyordu.
öyle bir sevdim, içim bile gıcıklanmadı.
bir kalabalık bir kalabalık deniz gibi.
durdum evlerin katlarını saydım.
beş - altı - yedi.
her katta bir kadın bir erkek aklıma geldi.
ama öyle dümdüz değil. bildiğimiz gibi değil öyle.
başka türlü geldi.
sosis kokuları, bira kokuları, kavun kokuları geldi.
kavun kokuları geldi, tütün, lavanta kokuları geldi.
ah derim ne derseniz deyin ben işimi bilirim.
artık birçok şeylere hazırım. ölümden ötede.
bir başka sefer gidip sinemaların girişlerine duracağım, önce tabanca bıçak dövüşen sonra sevişen kadın erkek resimlerine bakacağım. uzun uzun.
sonra dalacağım kalabalığa.
ya hep bildiğimiz o yere gideceğim.
günüme göre
ya da yolüstü bir kahveye oturup orta şekerli bir kahve içeceğim
ne derseniz deyin ardımdan.
y e ş i l b a d a n a d a k u r t u l m a k
kapıyı açtım mutsuz değildim geldim
yorgun olmalıydım dövüşmüş olmalıydım
öyle değilim ama bırak öyle belliyeyim
önce oranı gördüm önce orandan öpeceğim
önce orandan başka yerden değil.
yolda beygirler için balya balya ot taşıyan kamyonlar gördüm.
bak sana renkli renkli camlar getirdim
bak sana akşam gazeteleri getirdim
yedi katlı evlerin balkonların şenliğini getirdim
o haylaz kalabalığın varagele yaşamasını
al sana ışıkların yakıldığı vakti getirdim.
t e r l i k s i z k a d ı n l a r k o r o s u
yaşamanın bu türlüsünü en güzel belledik,
çıplak topuklarımız üşümüş ya aldırmayın
bir ayna verin saçlarımıza bakalım,
çocuklarımızı kurdelelerle süsleyelim,
pembe yanaklarını kokulu sabunlarla ovalım,
oramı öp oramı biraz daha sevmeliyim artık
gel birlikte aradığımız şeyleri bulalım.
turgut uyar
dağda bozulup kalmış köhne otobüslere benzeyen
öyle tutkusuz öyle isteksiz öyle zifir şaşılır.
duramıyorum hemen sokağa çıkıyorum
ağaçlara kuşlara kağıthelvacılara çıkıyorum,
çakıltaşları renkli cam kırıkları kilit parçaları,
kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum
kuzulara vereceğimden değil, yok değil,
böyle çocukların sevdiği işler yapmak pek hoşuma gidiyor
ya da evde kalıp kocaman kalçalı kadın resimleri yapıyorum
o da hoşuma gidiyor.
t e r l i k s i z k a d ı n l a r k o r o s u
bizim çıplak topuklarımız mozayıkların üstünde ya
durmuyoruz günaşırı duvarlarımızı yeşille maviyle badana ediyoruz.
durmuyoruz dünyayı yeniliyoruz,
bir koltuğu oradan alıp öteye yerleştiriyoruz.
pencerenin yerini değiştiriyoruz
halıları temizliyoruz, yemekler pişiriyoruz
soğuk sularla yıkıyoruz ayaklarımızı kollarımızı boynumuzu
işimiz bitiyor, oturup sevilmeyi bekliyoruz
onlar o zaman geliyor.
k u r t u l m a y a h a z ı r l ı k
gittim kitapçılarda gazeteleri, dergileri karıştırdım
kırmızı beyaz yollu tentelerin altına serilmiş
bir dergide bir şiir okudum sevdim, - insan öpmeli, sevmeli sonra bol sularda yıkanmalı diyordu.
nasıl.
güzel, güzel resimler vardı.
baktım ışıdım.
degas'ın bir kadını, belli öpülmüş sevilmiş kandırılmış,
ama, sonra da yıkanmış bursa havluları ile kurulanıyordu.
öyle bir sevdim, içim bile gıcıklanmadı.
bir kalabalık bir kalabalık deniz gibi.
durdum evlerin katlarını saydım.
beş - altı - yedi.
her katta bir kadın bir erkek aklıma geldi.
ama öyle dümdüz değil. bildiğimiz gibi değil öyle.
başka türlü geldi.
sosis kokuları, bira kokuları, kavun kokuları geldi.
kavun kokuları geldi, tütün, lavanta kokuları geldi.
ah derim ne derseniz deyin ben işimi bilirim.
artık birçok şeylere hazırım. ölümden ötede.
bir başka sefer gidip sinemaların girişlerine duracağım, önce tabanca bıçak dövüşen sonra sevişen kadın erkek resimlerine bakacağım. uzun uzun.
sonra dalacağım kalabalığa.
ya hep bildiğimiz o yere gideceğim.
günüme göre
ya da yolüstü bir kahveye oturup orta şekerli bir kahve içeceğim
ne derseniz deyin ardımdan.
y e ş i l b a d a n a d a k u r t u l m a k
kapıyı açtım mutsuz değildim geldim
yorgun olmalıydım dövüşmüş olmalıydım
öyle değilim ama bırak öyle belliyeyim
önce oranı gördüm önce orandan öpeceğim
önce orandan başka yerden değil.
yolda beygirler için balya balya ot taşıyan kamyonlar gördüm.
bak sana renkli renkli camlar getirdim
bak sana akşam gazeteleri getirdim
yedi katlı evlerin balkonların şenliğini getirdim
o haylaz kalabalığın varagele yaşamasını
al sana ışıkların yakıldığı vakti getirdim.
t e r l i k s i z k a d ı n l a r k o r o s u
yaşamanın bu türlüsünü en güzel belledik,
çıplak topuklarımız üşümüş ya aldırmayın
bir ayna verin saçlarımıza bakalım,
çocuklarımızı kurdelelerle süsleyelim,
pembe yanaklarını kokulu sabunlarla ovalım,
oramı öp oramı biraz daha sevmeliyim artık
gel birlikte aradığımız şeyleri bulalım.
turgut uyar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder