11 Kasım 2012 Pazar

savaş bitti




  1. var mı bilen başıma seni saranlar arasında adını
    mantık mı diyorlar idrak mısın hafıza mı
    sahici bir şeysen eğer söyle bakalım
    neydi sevgilinin koynuma kaçtığı tarih
    yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı
    koynummuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için
    incecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı
    sor gücün sormaya yetiyorsa var mıymış
    gönlümü bin parçaya böldüğünün bir sebebi
    o yürek burkucu gençlik döngülerinde beni çark ettirişi
    ses çürütüp bağrımda
    böğrümden karaltı söktürüşü
    niyeymiş boynumun tan yerine amade kılındığı silkinişler
    türk ilinde fütur eylemeksizin la belle dame sans merci
    sancak açsın diye mi

    hatırla ikrar etmeye şayan bir hasıla var mı şimdi
    hani savaş patladığında sevdiğim kız
    koynundan senin artık çıkmam deyivermişti
    bunu bir fısıltı halinde çarçabuk
    ve yeminle söylemişti
    yeminle çünkü yemindi olduran olduracak olanı
    yemindi aşkın aşkla bakıştırıldığı sahra
    o gün bu gündür savaş denildiğinde zira
    yemin zamanlarından başka şey anlaşılmadı
    ant içildi ahdedildi edildi muharebe
    harbe girişin yemindi girildiyse nişanesi
    öldürdük demiştiler ve bakmışlardı rakama
    ne kadar yemin edildi o kadar kastedildi cana
    kimin fikriydi ölüm sınıfları açmak
    bünyesinde devlet demir yollarının bilinmiyor
    belgesi yok üç ölüm öğretildiğinin bu sınıflarda
    üç mevki üç bilet koçanı zincirleme üç iflas
    çağdı üç türlü can çekişme çağıydı
    kayda geçmedi üç ölüm tarzını hatmetmeden
    vagonlara girmenin yasaklandığı
    üstünü aratmadan vagonlara girenin
    hangi ağır cezalara çarptırıldığı
    hiçbir zaman dökülmedi resmiyete
    sonradan çok sonradan
    öksürmeyi andıran bir sesle
    boğazını temizlermiş gibi yapışlar
    dan anlaşıldı
    ceza tanzim edenlerin
    trenlerle yasaklar arasındaki ilişkiyi
    dikkati hak edecek derecede
    kültive elabore rafine bir tarzda
    tesiste muvaffakiyet kazandığı
    dünyanın başka yerlerinde
    ne böyle bir ince iş baş göstermiş

    ne de bu derecedeki ince işin altından
    kalkabilecek başlar
    mükâfatlandırılmıştı
    fakat dikkat
    dünyanın başka yerleri denildiği zaman
    tadına doyulmaz bir taam
    karşılığında proforma acılar
    çekilen bölgeler kastedilmemektedir
    başkalık o ülkelerdedir ki
    oralarda yenilecek her şey
    tek başına kalınıp yenilmesiyle beraber
    mayhoş bir lezzet verir
    rusya ve ispanya’da meselâ
    traverslerdir yasak koyan yabancı vagonlara
    mezkur memleketlerde yasakçı kadrolar
    ter kokmaktan perva etmemişlerdir
    oysa berilerde olay
    hem enine hem boyuna
    farklı aktı
    ter kokusu izale eden irili ufaklı kafaların
    yenilmezdi gerçi kestikleri ama
    astıkları astıktı
    kültiveydiler adları avrupa çapında anılacak seviyede
    astlarını medyun bırakacak miktarda elabore
    rafinelikleri kârlı çıkmaya mâtuf bir izdivaç mı hiç
    istemem boş mu kalsın yan cebim kabilinden
    lavantaları vanilyaları altın damlalarıyla
    işgal altında tuttular maroken kaplı birinci mevkii
    kuşkular içe kor gibi düştü gözde tüttü şüpheler
    şüpheler bastırdı ıslığı kümbetli bostanlarda
    şehevî bir tabasbustu gıcıkladı teyakkuzu
    traktör savsakladı evlekle bağlantıyı
    asfalt yollarla tanışıklık kurdu
    insanlık tarihinde ilk defa böyle hazin
    tınlıyordu ihanet

    tarihte ilk defa çocuk annesiyle babasına
    poz verdirtiyor onların
    kaptırmıyordu portre ressamlığını yadlara
    dünyanın bin bir bucağında çocuklar
    dünyaya gelmelerine vesile olan çifte
    neyi tavsiye edecekler
    merak konusu ilk defa buydu
    ilk defa yarım yamalağın yalvara yakardığı
    ilk defa keşmekeşten bu kadar güzel koku
    ötelerde sekiz kişilik kompartımanın ahşap kanepeleri
    ddt kokanlar tarafından doldurulmuştu
    doldurulmuştu tahta kaşıklar bulgurla
    torba yoğurdunu sulandırıp doldurmuşlar sarımsak
    kelle üç numaraya vurdurulmuş tentürdiyotlu
    öte ile beri arasında bir orta sandık
    orta sınıf orta tabaka orta bilmem neciler
    hangi öteden geldikleri meşkuk
    bilinmiş beriye ulaşamayacakları kati ve bedihi
    ağırdılar kaldırmaya güç yetirilmeyecek kadar
    noksanlıkları hissedilmeyecek kadar hafif
    kıyafetlerinden öylesine rahatsızdılar ki
    hepsi aynı siyah harikulâde parlak lokomotifin
    çektiği yere ispanyollu ve ruslu
    bir landonun tıngır mıngır sarhoşluğu
    onlara asla kâfi gelmezdi sadece rusya’dan
    sadece ispanya’dan kaçmış gibi görünmek
    rusya ve ispanya yoksunluğu
    onlar için yekpare bir kalıt
    kabul edilirse avutucu
    haberdar edildikleri şey kanun-u esasi
    tanıştırıldıkları ses tino rossi
    bezdirici haşarılık keratalarına
    allah baba kızar deyişleri
    o aynı boş bakışlı çocuklara
    iğneli beşik korkusu verişleri
    bir yerden ödünç mü alınmıştı
    yoksa dudaklarından
    dökülüvermekte miydi
    içlerinden geldiği

    ödünç veya içten zaruretti modaya uymak
    kurdukları cümleyi içine devletten menkul bir tehdit
    katarak parlatmak zaruretti
    parlak cümleyi muhatabın yüzüne çarpmak zaruretti
    mazurdu hepsi çünkü rulet misali devran dönmüş
    bu durulan noktaya gelmişti
    mahcurdu hepsi çünkü ekmeğini taştan çıkarmış olanlar
    taş kırsınlar diye yol yapımına gönderilmişti
    mahfuzdu hepsi çünkü hangisine sorduysak
    ateş adalarının yerini haritada şıppadak gösterebilmişti
    hepsi makul hepsi makable şamil birer marionetti
    koltukaltlarında kaymak kağıda resimleri
    dört renkli basılmış haftalık mecmualar
    fıstıktı anaları babalar devletti
    içten veya ödünç kadınlarla erkekler arasındaki laklak
    trende öğrenilen trende kalacak
    indiklerinde üç türlü ölüm
    boşaltmış olacak kompartımanları
    trenli hayatların bir gereği bu
    trenin bütün yolcularına ölüm
    iltimas olsun diye
    bir kalkış noktası hediye ederek
    her birini tek tek
    üç tarzda uğurluyor
    durulan her istasyonda onları
    yine ölüm karşılıyordu ru be ru
    gizli pazarlıkların mahfillerinde ölüm
    onları eliyle koymuş gibi enseliyordu
    kadın iseler en uygun durumu arz ettikleri
    kloş etek giymelerinden anlaşılıyor
    azrail’in tebdil-i kıyafet gezdiğine
    hiç hayret etmeyen erkeklerin
    fötr şapka takanları ikrar ve itiraf erbabı
    sayılmaktan sıkılmıyordu
    huylu huyundan vazgeçmiyor
    âdetleri veçhile marifetlerini gizlice
    göstermeyi biliyorlar

    kim olursan ol diyorlardı uygunsuz vaziyette
    yakalanmadıysan marifet sende
    yani işler yine
    tıpkı ta gaza beylikleri döneminde
    ileri gelenlerin aralarında sıkıntıyı dağıtmak
    gayesiyle başlatılan elim sende
    oyunu devam ediyormuşçasına
    işliyor tek boyutlu ve sade ve sadece
    kutsal kitaplarından bazı sayfalar kopmuş
    bazı satırlar silinmiş
    planlı vakitli yasal toplantılarında
    yasal vakitli planlı toplantılarında
    kopan sayfalara fazlalık atfedenler
    şakşak alıyor
    içerik belirleniyordu
    silinmiş satırlarda neler yazıldığının bilinciyle
    gizli tutuluyordu resmiyetin bir osurukta ezberletildiği
    kimin aslı balçık idiyse o gizli tutuluyordu
    gizlinin erketesine gönül deniyordu ki fasaryası
    sımsıkıydı yapışkandı
    kopmuyordu gözgüsünü yazgısı sanma hatasından
    hatalar kime sorarsan sor
    pek zarif duruyordu bahçe kapılarında
    bahçelerinde havuzlar havuzlarında fıskiyeler
    fıskiyelerinin ucunda ping-pong topları
    sevmek diyorlardı nasıl olsa hoş görmek değil midir
    yürüyüşten kürüyüşten çürüyüşten aldıkları
    moribond zevkle mest oluyorlar kafiye hatırına
    serbest sermest oh ne güzel şey
    başı boşluk başı hoşluk başı bozukluk hâttâ
    bilerek kaybediliyor anahtar ve ardından maymuncuk
    kullanmayı emreder asrımız deniyordu
    satalım deniyordu anasını açıldığı
    yere kadar açalım

    ne kadar kullanıyorsa avrupa’dakiler biz de
    uyandırma kerizi o kadar kullanalım
    pozitif hukuku boş ver ben profesör hirsch’in
    yıllarca asistanlığını yaptım
    bu hazır cevaplığı sanırsın kimden kaptım
    hans reichenbach bile
    artık demedikten sonra kalın
    ne haddimizdir ki canına okumayalım kukuletanın
    şakulî bakacaksan bil-mecburiye çağdaş
    bir zahmet ufkî bakıverirsen çağcıl
    dönem sonu sınavlarının yaklaştığı aylarda zonk
    her zonklayışta bir zarafet bulmadılarsa çatlardılar
    her zonklayış melâle aşina her hal ü kârda domino
    elim sende oyunu devam ediyor
    mülevves bir taksirat çağlar boyu destekleniyor
    beklenmiyor beşerin üzerine gökten bir dindirişin serpilmesi
    gök
    gök müydü dönmek için can atılacak taraf
    göktü evet gizlice göz kırptı öldürene
    göktü aynı gökyüzüydü ölene el altından
    tanışıklık veren de

    gök
    ey dönmek için dönerek
    ve döndükçe dönerek
    döndükçe gözden kaybolarak
    gözden kayboldukça kalbe dolarak
    göktü ey hınç duyarak kargın vücut kaybolmuş bir vücuda
    kayıp vücut hırsını tapınan vücuttan alarak
    hınç ve hırs naz uykusu çekerek
    vücudun güzelliğini inkâr etmeyerek güm
    hayırlı olsun damgayı vurdurarak
    gümlemek her kolaya geleni bir kolaylık sandırıyor
    yalınlığa ucuzlamak aşama bildiriliyor
    gelmek mastarından isim olarak gelir
    hangi maksatla türetildiği düşünülüyor
    bedavaya geliyor aymazlık zırhı kapışılıyor
    şu serpuşa bak deniyor şems-siperleniyor
    baş üstüne ne konduysa kapışan kapışana

    kapışmaya dalmanın hayrını gör bak ne güzel yakıştı
    çapulcular kim idiyse tarih onlara kaldı
    biletler karaborsa satıldı bırakmadı borç yakanı
    kim ki baktı vücudun münezzeh yerlerine akıttı kanı
    çattı ahaliye pamuk bayram
    güzideler andante ağladı
    köçekler parsa toplarken pula belendi çengiler
    oklavalar mütereddit döndüler küstürücü ellere geçti rende
    müfredat iptal edildi aksadı bazı dersler
    geç kalmadı savaşa yön vermekten fahişe taburları
    tayın oldu savaş patladıktan sonra ekmeğin adı
    ekmek soyundan hicap taşlardan medet umdu
    simsiyah kayalarda kılıçlarını kırdı utanması olanlar
    çekilip kuytu odalara hepsi öldürülmeyi bekledi
    toprağın göğüs geçiren kırlık kısımları
    toprağın ne hititlerden kalma kara saban
    ne de isveç çeliğinden pulluk görmüş olan
    toprağın safiye meryem hatice katmanları
    kopmuş vücutları himayesine aldı
    çatışmalar cephede
    savaş arkalardadır
    bundan böyle inkârcıları küçültmenin
    büyük bir engeli var
    savaş günü çattıysa açlık
    kimsenin aklını kanırtmayacak
    artık yücelerde bağlardır
    enginlerde asma bahçeleridir tahribata müsait
    mühendisler köprüleri infilâk ettirilir kıratta kuracaktır
    okşayış sevap değildir helal değildir ilkah
    bilinen dünyalarda konacak dal bulamaz
    dilimizden uçtuğu aşikâr olan eyvah.

    savaş çıktı
    kız koynumdan çıkmadı
    beni mahmur bırakmaktan bir gün olsun bıkmadı
    devler gibi yazı yaban demeyip silahlanmış adamlar
    korkuya yağmaya kana söz getirtmedi
    alacaklarımızın sorgucuyduk borçlarımızın çilingiri
    bizi korku bizi yağma bizi kan yargıladı
    terler döküldükçe solgunlaştı yerküre
    çehre solgun anneler endişeli küfürbazdı babalar
    yasalar kapattı çimenli bayırların yüzeyinde artanı
    nem kokuşlu çocukları kızlı erkekli
    coşturdukça arıtan bayırlarda
    batözler vinçler paletler sefalete gerekçe hazırladı
    meyve ağaçlarını bir hiza gözeterek diktiler
    dıraht-ı meyvedar lâfzına rağbet edenler
    karşılarında ayıp el işaretleri yapılmasına şaşırdı
    öyle işaretleri onlar dışa vurmaz
    düşüncelerinde yalıncak canlandırırdı
    ne ki sisler bürüdüler tarlayı
    göreyim seni herkesten önce sen başla
    diye her birimize tembih ettikleri
    her birimizden bir besmele ümit eden
    hepimizin tenine tav olup da
    besmeleyi unuttuğumuz tarlayı
    sislendi kurusun diye üstüne mendil
    serdiğimiz böğürtlen
    neymiş biri yek diğerinin boynuna o kol atmalar
    nice şeymiş o eski sarılmalar yatmalar
    sevmekten kaldıysa bize değdikçe değillendiren
    yattıkça sürçen bir şey kaldı fasılalarla
    neye uzattıysak elimiz bir arşın bizden ırak
    kayıyor gözyaşlarının göğerttiği ne varsa gövdemizden
    saklı kim biz sırlı kim biz kimdir sığıntı biziz

    haramdıysa prospektüs yetmez miydi yandan yana yatırıp
    tırâzende saçları büsbütün haram ettiğimiz
    insafına sığındığımız yetmez miydi işgüzar
    kamusal ilaçlama işçisi güruhunun
    dilenmeyi öğütlemekten gayrı söz etmekten habersiz
    rahmi narkoz altında ameliyatla alınmış şehirlerden
    başka ne kaldı ki desek mahremiyetimiz
    niyetleri diplerde sakladık
    whether deep or freakish ease
    saklandık niyetlerimizin esfeline
    kovcular haline dönüştük
    matbuattan gizlendi şehre inmekten maksadımız
    giderek matbuat gizledi bizden kendi maksadımızı
    yadırganmadı bu koca kaba kalabalığın
    daracık yerlerde sıkış tepiş gizlenişi
    gizli övünmelerde yoklandı bir darp izi
    mezeler yenildi kafalar çekildi
    tarladan kovulanların irin topladı derisi
    irinliler kabilesi
    çoğalıp sayıları göze batınca alarga durdular bizden
    sevmezlermiş bizi raconlarının bu olduğu söyleniyor
    yarası cerahatlenmeyeni kendilerinden saymazlarmış
    bize başından beri başkası muamelesi yaparlarmış
    daha yeni öğrendik meğer biz de onlarla mecazdan
    leff ü neşirden gayrı alâka şimdiye kadar kurmamışız
    doğrusu gerçekten bizmişiz başkaları
    onlara dokunmanın bizlere ar gelişi bundanmış
    irinsizlik bilinciymiş her geçen gün tuhaflaştıran bizi
    bizdik hey gidi bizdik biz gidi bizdik neye dokunduysak
    doğdu o şeylerin ortadan kalkma ihtimali
    sarktı berelendi döküldü neye dokunduysak
    canımıza santigrat nevinden kıymet biçmeye kalktığımızda
    memeler sarkık kalçalar bereli dudaklar dökülgendi
    rengi attı çağları dönemlere ayırmak için
    elimize tutuşturdukları edevatın
    arkadaşlarıma söyledim
    soluyor solduruyoruz

    hiçbir şehrin montevideo’nun bile
    sundurmasında soluk bırakmadılar dedim
    sözümü tersten aldı arkadaş olacak dümbelekler
    bana terslendi hepsi
    yüzüme ters bakmakla iktifa etselerdi
    tahammül eder sizin cirminiz
    ancak bu kadar derdim ama onlar
    susturamadı içlerinde cirit atan ifriti
    ne çekilmez bir adamsın sen dediler
    hem şikâyet ediyorsun savaştan
    hem koynunda saklıyorsun sevdiğin kızı
    yeyip yuttum sanmayın bu takazayı
    ne mi yaptım size ne
    kokuşmuşa paha biçerek geçinene
    ne yaptığımı hiç kimseye anlatmam
    bu çapraşık dünyaya bir de ben düğüm atmam
    yola getirsem elime ne geçecek
    hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış
    diyenler arasından birini
    bunların avenesinden bir tekecik kişi
    çıkacak mı hiç sanmam
    aklını dünya hayatında benim hisseme
    akşam bulutuna iliştirilmiş bir şey
    düştüğüne yoracak
    o şey
    oyalıyor beni
    benim bütün kenarlarım
    o şeyle işli
    aklını yormak
    benim arkadaşlarıma göre yabancıların işi
    yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda uçana
    yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine batırana
    ne arkadaşmış bunlar bir işin düşecek olsa
    çat beykoz’dadırlar çat kumkapı’da
    ha beykoz’dadırlar ha kumkapı’da

    uyar mıyım aklı vücuda merbut kılmayan bu takıma
    tünemeye fırsat bulduklarında
    ayırt etmeyeceklerdir hani halı hani kilim
    bir ağız mutlaka öğrenmek gerekiyorsa
    neme yetmez benceğize kendi halim
    baktım hiç işe yaramıyor
    deniz sularında köpekleme yüzmelerim
    kulaç attım yağsız karnım elverdiğince
    yettiğince çelimsiz kollarım
    iki yakamı bir araya getirmek
    konusunda sebat ettim
    bunu kolay bir şey sanan
    varsa denesin de göreyim
    yemek buldun mu ye dayak buldun mu kaç
    biyos derlerse hayat logos derlerse akıl
    bunları sular seller gibi bilmeyi marifet sanma sakın
    marifet aklın ne kadarı hayatın dahilinde
    bunu bilmek
    yahut keşfetmek hayatın
    hangi kısmı dolduruş ne kadarı akıldır
    hasılı neye olursa olsun akıl yormak
    aklı takatten düşürmeye ister istemez varır
    halbuki insanların çoğu cehennemlik
    yani dinç akıllıdır
    onlara eziyet altında
    tecrübemin bana öğrettiğini
    söyledim açık seçik anlamadılar
    avâma sebil için açık saçık söylediysem de nafile
    benim sırrım nefsimi ıslah etmeyişimde saklı
    beni yazın keten pantolonlu kışın kalın kazaklı
    görmeseler ayağa
    düştüğümün resmiydi çoktan
    aldırışım soğan başı hikâyesi dolaylarında
    konaklama gafletiyle bukağılansaydı
    nasır bağlasaydı kişiliğim olsaydım ibn-i filip
    taksaydım getirdiğim her bir şeye doğuştan
    dünya nispetinde bir kulp

    ucu indüs’e varan bir imparatorluk kursaydım
    sinop’ta gölgemin köpeksi filozofun yüzüne
    düşmesiyle dehama kucak açtığı için
    zapt edilmiş topraklara giderek
    romanya boyası çalmayacak mı general
    rütbesinde beş altı tane zevzek
    şişse idi kişiliğim kan çıbanı çıkarma
    derecesinde kabarsaydı
    dem vurmayacak mıydım
    kendi krallığımdan
    pehlivanlık taslayıp
    bahis açmayacak mıydım
    mülk-ü âl’imden saltanatımdan
    para bastırmayacak mıydım
    hutbe okutmayacak mıydım
    dinç akıl böyle şeyler yapmadıkça
    rahat yüzü göremez
    aklı dinçlik çağına demir atan insanın
    gözleri ve’l fecr okur
    gözleri kahverengidir karadır elâ çakır
    bağdaş kurarken bile bu gözler hazıroldadır
    ağzı nerededir tabiî ki kulaklarında
    vakit kazanmak için çevresine
    mebzul ücret dağıtır
    çünkü aklını yorgun düşürmeyen her insan
    içerisinde
    bir gün soğuk ve rutubetli ve gözün
    gözü görmediği mahzenlere düşmek
    oralarda çürümek korkusu taşır
    korkudan kurtulmanın yolu
    ben size söyleyeyim
    vitrinde
    mümkünse vitrinin göbeğinde
    kendine bir yer beğenmekten geçiyor
    gözde değilse göz önünde o da olmadı göz altında
    aklı dinç kalan ezilir gözden uzaksa
    mahlûkat gözüne görünmemek

    işte bu olmaz
    olduğundan fazla sanılmamayı
    dinçlik kaldıramaz
    dinç akıllılardır göz göre göre
    maskaralıkla korkaklığı buluşturan
    tarihi inceleyin göremezsiniz
    soytarısız bir kral dalkavuksuz bir sultan
    padişah imparator gözdeki mübalağadır
    bana bunlar yaramaz
    ben çocukluk çağlarımdan beri
    görülen görünen gösterilen dünyaya
    alışmamak inadında kararlı takımı tuttum
    nefsim âsi aklım yorgun şefkatlidir yüreğim
    neden koynuma göz koyan kıza hayır olmaz diyeyim
    at üstünde ok atarken bana güleç yüz
    padişah mı imparator mu gösterecek
    bu kız olmasa benim kramp giren bileğim
    merhem yüzü görür müydü düşünün
    insan isem insanlığın tümüne
    beklerim ki geçsin diktatörlüğüm
    demek bana lüzum edecek bir horoz ötüşünün
    vardığı yere kadar uzanan hükümranlık
    sorgulamaktan geri durmam
    kim yaparsa nüktedanlık
    ellerimde dinç akıllı kimselerin
    ne mânâya geldiğini merak ettikleri yüzükler taşıyorum
    yüzük taşlarımın altına arsenik sıvaştırmadan yaşıyorum
    iflâh olmaz diktatör işte o bensem
    o bir köprüyse işte sırat dedikleri
    benim orayı biri çıkıp söyleyebilir mi
    gurultuyu çaktırmadan deneyip cambazlığı
    façama toz kondurmayıp hiç azar işitmeden
    geçmenin fırsatını kullandığımı
    yo hayır böyle bir beyan sadır olamayacak
    sırat
    oradan geçmedim ben

    benden ısrarla nefsimi ıslah etmemi istediler
    nerede bende o göz
    var mı bende öylesine bir dirim
    nefsimi
    söylesinler kimler hesabına ıslah edecekmişim
    sayıp dökülecek cinsten şeyler mi
    nefsimi ayarlayacağım şeyler
    kitapta yeri var mı benden istenenlerin
    çizmiş mi müstakbel şemailimi kalem
    cevapsız bırakıldıysam nasıl
    imkân dahiline girer bu estetikten yoksun
    müstamel ahaliye yeltenmem
    yürüdüm yürüyüş ritmime uygun bir yol
    bulacak gibi oldumsa da çıplak gözüm
    tipi çıkınca lapa karla örtülen
    yön tayini işaretini görmedi
    tutamak bildiğim içimdeki okun seyri
    yüküm her gün biraz daha
    ağırlaştığı için yavaşım
    yaşımın ilerlediğini merceğimin gevşediğini
    gördükleri için yoldan çıkacağımı sanan kalpazanların
    alnını karışlarım
    vazgeçer miyim ömrümü adadığım diktatörlükten
    olacak şey mi bu hiç olur mu
    benim gibilere küçükken
    sıkı dur oğlum
    türk çocuğusun sen dendiği unutulur mu
    turşu küpü kırk paranın tırtırlısı
    tarlaların uzaklığı bana yeten bir dersti
    fırçanın hiçbir türünü şimdiye kadar yüksündürmedim
    saatten benim üç parmağımla kurulma
    işlemine bir itiraz gelmedi
    önüme ağılanmadan geçilmez caddeler açılmıştı

    cinnete göz yummasam
    cinayeti yarıda kesmek için
    bir şey yapacak olsam
    hazırdı yağlı urgan gaz odası giyotin
    pis işlere bulaşmamı allı morlu
    keyiflerle imrendirdikleri zaman
    parmak kadardım
    tabiatı icabı tuzak
    ortalık ışımadan kuruldu
    yol kesenler çetelesinde
    diğerlerinden biraz erken
    tespit edildi yerim
    akşam eve yorgun ve yufka
    yüreğimi sorgulamış olarak dönmeme rağmen
    hava karardığı zaman
    kol kanat germiş bir vaziyette durmuyor
    sorgulayıcı bir edayla sarıyordu üstümü çatı
    dişiyle tırnağıyla diyorlardı
    dişiyle tırnağıyla ne
    savaş vardı
    istenilmeyen her şey yakındı.

    tötonmuş gül haç kardeşleriymiş
    kimler idiyse savaşın tarafları onlara aldıran yoktu
    kız koynumda ya beni itham ettiler
    dretnotları imal eden benmişim gibi
    katliama uğrayan biçare nesillerin suçlusu güya bendim
    suçmuş hartuçları bırakıp
    riyaziye esaslarını sevişme denklemine uygulayışım
    bana bağırıp çağırdı resmi ağız
    kurallar bu uygulamayı dışta tutmayı âmir dedi
    kur’an yasaktır rezilliklerin en rezilidir şiir
    sonra halka dönüp şunu söyledi
    söz geçirebilirsen diktatöre geçir
    balçık mı çamur mu artık ne dersen onu
    hayatımın kaynaklarına bulaştırmamdan
    suç delillerini karartmam anlamı çıkarılıyordu
    savaşın cereyanına katkım yok demiyorum
    yalan değil uyrukların tıklımına sert çıkarak
    gözleri çatlatma faaliyetim
    en iyi ben bilirim
    en sağlam keselerin bile nereden delineceğini
    öyle zamanlar geçti ki
    kimin öd kesesi patlatılacaksa
    bana müracaat edilirdi
    yırtmışlığım var yalnızca kelle vergisi alarak
    servetlerine servet katan zenginlerin değil
    onlarla yoldaşlıktan nasiplendiğini zanneden
    fakirlerinkini de
    yıkmak demiştim on dokuz yaşımdayken
    kutsal kinidir yürekli olmanın
    aradan kaç yıl geçtiği hesaplanabilir
    beni çatık kaşla yaşlandıran

    diktatörlük bu işte
    dinlemezdim kimden gelirse gelsin sızlanmaları
    israfil’e kulak kesilmekti
    ilk alındığım ve son işim
    itlaf edilmeliydi nerede varsa kene
    koynum boş değildi madem
    pabuç mu bırakacaktım gülle gürültüsüne
    manzara hep mükemmeldi ben ve sevgilim için
    mükemmeldi francalayla esmer somunun farkı
    kuyumcuyla manav komşuluk ediyor
    geceleri ailecek görüşüyorlarsa
    bana mı düşerdi bunda bir kusur bulmak
    âyet sarih zikredilmiş cevaplanmıştı soru
    at pazarı demirden kır atlar için miting alanı
    donu merak ediliyorsa sütçü beygirinin doru
    devenin nalı nişaburek şehir hatlarının gazoz borusu
    her geçen gün bilenen bilinç gittikçe daha sivri
    seyran ü sefayı terk ederek sevdiğim kız
    koynuma kaçtıysa
    neden toz konduracakmışım şanıma
    arkada hasreti çekilecek sevgili bırakmayan
    gemi yakmazsa yazık direkler çatırdasın
    cayırdasın yelkenler
    ötesine aklım ermedi hiçbir zaman
    müdrik miydim nâtık mıydım hâfız mı
    adım bir intikam olarak bari anılacak mıydı acaba
    tuzun gözüme durduğunun farkında olmadım
    şerbetini bana ekşittikten sonra sundukları kızılcık
    fark etmedim damarlarıma sızmış
    cinsî temas haline getirmiş beni
    olağan bile saymadığım dünyayla
    gaflet miymiş yaşadığım istiğrak mı

    nereden bilecektim canıma batan
    dikenleri ayıklamaya dalmışken
    ibadetimden olmasa bari derken kuşkum
    savaş bitmiş ben nöbette unutulmuşum
    savaş bitmiş ben bunu
    koynumun boşluğuyla anlıyorum
    kükreyen ırmağın ölümü meğer
    savaşın sonuymuş
    halbuki ben sanırdım ki dünyada savaş
    var diyedir serçelerin vakitlice uçuşu
    glayöllerin yana yaslanışı fulyaların mızmızlanışı
    savaş bittiyse bir cenahtan bir boru sesi geldi mi?
    hayır, gelmedi.
    çanlar çalındı mı herhangi biri için?
    hayır, çalınmadı.
    vakit mi girdi, okundu mu ezan
    hayır duyulmadı hiçbir şey okunan
    şahidi yok trompetin öttürüldüğünün
    çanlar bu sesi verir diyecek bir kimse yok
    seyyar satıcıların müezzinlerle kurduğu diyalog
    yurttaş hakkı olarak algılanıyor
    ben
    bir tek benim
    birdenbire her şey yerli
    yerindeyken koynu boş kalan
    şimşeği atlattığımı bile kimseler fark etmedi
    boş koyun bir bergüzardı bana savaşın bittiğini anlatan
    savaş bitti sular heraklitus ne derse desin
    akmıyor
    o bir ırmak ölüsüdür kükreyen
    artık hiç kimse almanlar yüzünden telaşa kapılmaya
    bir sebep bulup buluşturmaya kalkmıyor
    karartma sırasında annemin migreni tutunca
    ne yapacağımı bilmesem de oluyor
    james marka kalın tekerlekli siyah bisikletiyle babam
    halkevi sinemasına giden beton
    köprüden geçmek istemiyor

    şarkı söylemek
    kendi kitaplarını ciltlemek
    gibi bir şey haline geliverdi aniden
    “yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken”
    “öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken”
    şimşeği atlattım diye kimseye can
    bahşedecek hale gelmedim
    demek âdem ahfâdından
    savaş bittiği için koynu boşalan
    bir kişi gerekiyormuş o da bendim
    diğerleri ellerini çabuk tutup kesme şeker
    hakkında edindikleri barut kokulu fikre
    acilen tadilât getirmişler
    sıkı yönetim kalkmış
    savaşın bittiği kesin
    yama bulmak
    dirseklere hünerse kendi kumaşından
    kim neylesin

    savaş bitti
    kır gezmelerinde bundan böyle şüphe çekmeyeceğiz
    kime kalacak kırlara çıkmanın burun sızlatan anlamı
    dinlemek zorunda değiliz muhallebicide
    yabancı dilden anıştırmalarla yüklü kaçış
    hikâyelerini mültecilerin
    memur beyler neler karıştırdıysa şehir kulübünde
    buraya kadardı
    bu saatten sonra
    briyantin saçlılara hiç kimse
    göster eşkinli beygir vesikanı diyemeyecek
    kanaviçe veya goblen
    kime ne
    arık fitil odam loş
    savaş bitti koynum boş.
ismet özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder