30 Ekim 2012 Salı

asansörde birden isa


sinemaya ve tütsülü arkadaşlara
alıştığım o çağda
uzuvlarıma ejdarhalar gerilmiş
uykusuz gözlerime yelken bezleri
ruhumun arka bölmeleri
herman melville ve dostoyevski
kafamda bir sandık dolusu trinitrogliserin
bütün gün sokaklarda

analitik laboratuarından kaçar
bob cafe'de amerikan kahvesi içmeye giderdik
ben ve crist
dumanlı dumanlı müzikhollerde
bir otelin pruvasında belki
çıkıp ruhaniyetimizden
lahuti bir zerafet ve yasla
çay içen yutkunan
kafurlu siyah harflerle fısıldaşan
yaşlı ermeni kızlara görünürdük
çıkıp ruhaniyetimizden amalara karışır
abraşlara gülümserdik

merhamet ve hüzne batardık adım başı
üsküdarlı kızlarla çıkardık
dokunaklı yaşardık . sıkılırdık
ve dostlarım kalkıp onunla birlikte
galile sokaklarında
hergün yeniden ölüme
şanlı ölüme

kapılar açılırdı çünkü
karşımızda o
gözyaşı balçık ve mum -ta kendisi
ikinci gelişinde-çıkıp ruhaniyetinden
kırık mandolin içinde
piposunu mantığın dişleriyle ısıran
wittgenstein'ın müridi kimliğinde

antik risaleler tütsüler ölüm hapları
haçın sembolizmi ebedi felsefe falan
çürümüş şiir dostlukları çınaraltlarında
ve kutsal son yemek
şakir'lerde bir akşam

derken ağız armonikası çalan
bir müptedi türedi içimizde
bronz bir yontu hacminde zen
sonra pazuları dövmeli ve ipince
bir ferisi
maskı kalbinin üzerinde
bir de buber okuyan bir aziz
vardı sanırım işin içinde
amerikan kahvesi içilen
matematiksel mantık konuşulan
o kahvelerin birinde
bulduğu azize teresa'yı
saklayıp kırık bir mandolin içinde
kendine küçük kanatlar çıkarıp tractatus'ten
şakir londra'ya uçtu günün birinde

cahit koytak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder