3 Haziran 2012 Pazar

boyacıköy'de kanlı bir aşk cinayeti








Denize inen sokakların tarihinde bir yeri var mıdır? Bilinmez Ne ki yol kesen denizlerin kuşattığı bütün sokaklar, bir yerde gelir buluşur durağın biriyle
Boyacıköy Durağı
Boyacıköy Durağı, bir hüznün mekanıdır Dört mevsim sonbaharı yaşar, inerken solda bir telefon kulübesi durur Boyası dökülmüştür, köhne bir görünüşü vardır Telefon kulübelerinin tarihini bilmemiş olsanız, onun için rahatlıkla “asırlık” diyebilirsiniz Eski rum meyhanelerine, kumsallarda çatılmış küçük balık lokantalarına benzer (Gel ey denizin nazlı kızı ve laterna) Bırakılmış çiftlikler, terk edilmiş ahşaplar gibidir Bırakılmış hayatlar gibi Sanki oradan hiçbir yerle konuşamazsınız, orası yalnızca bir konuşma umududur; umutsuzluk telefonlarının edildiği, kederli haberlerin iletildiği: ölüm, intihar, ayrılık, karasevda ve benzeri Telefon kimsesizlikleri yaşayanlara, gece yalnızlıklarını telefonlarla gidermeye çalışanlara oradan telefon edilir Umutsuz defter satırlarında mayınlı numaraların izini sürenlere, hiç ses verilmeden kapatılan çaresiz arayışlara, bir sese, bir soluğa sığınarak gecelere tutunanlara, hep oradan telefon edilir
Arkasında bir puslu deniz çalkalanır durur, intihar karası bir efkar duman duman gezinir denizin üzerinde Kimse kimseye dilini öğretemez o telefonda Üşüyerek, elleri ceplere saklayarak, titrek seslerle konuşulur Ertelenmiş randevular, tavsamış birliktelikler, kurtarılmaya çalışılan evlilikler, dön bana telefonları Hiçbir şey değişmez Denizin üzeri duman
Kulübenin ardında iki katlı, yaşlı bir bina vardır Bir bırakılmışlık duygusu taşır lodosun eskittiği yüzünde Pencerelerine hep yağmur yağar (Camlarda yağmur izi) Gençliğine doyamamıştır Alt katında kimi işlemez dükkanlar, üst katında ise küçük bir sahil lokantası Dekorunu ve yemeklerini yıllardır hiç değiştirmemiş bir sahil lokantası Her bina, her yol, her ayrıntı denize göre konum almış gibidir; denizle yüzleşir durur
İnerken sağda kapışı çıngıraklı bir eczane -içinde ak saçlı, deniz kadar yaşlı, yuvarlak gözlüklü bir adam, ilaç kutularının ardında gülümser-, onun yanında yalnızca tek koltuğu bulunan bir berber dükkanı ve sürekli köşede bekleyen, gözünü denizden hiç ayırmadan bekleyen bir inzibat eri vardır Gözleri hep denizdedir, gözlerini alamaz denizden Sanki o köşeyi değil de, denizin başını bekliyordur Ve sanki Kars'lıdır, Erzurum'ludur Hiç deniz görmemiştir askerliğine dek Ve sanki şimdi denizden hiç ayrılamayacağını düşünüyordur Kim bilir belki de kapkara bir balıkçı sevdasına tutulmuştur Denizle ödeşecektir
Bütün bunlar bir fotoğraf sessizliğiyle denize karşı durmuş, beklerler
Boyacıköy Durağına, yukarıdan aşağıya inerken, Reşitpaşa'dan, Emirgan sırtlarından çoğalan nice yan sokak (Ki hepsi küçük parke taşlı, kafesli pencerelerinden saksılar taşan evleri taşlıklı, kapıları tokmaklı, yokuş inen, yokuş çıkan) gelir buluşur denize çıkan ve daha çok bir balık sırtını andıran bu uzun sokakla Tıpkı deniz özlemi çeken küçük derelerin gür bir ırmakla kavuşması gibi
Sokaksa tutar elinden bu küçük sokakların, tutar elinden iki yanına dizilmiş basık tavanlı, yorgun kepenkli, küçük dükkanların, her gün denize iner
Yedilerden, tepelerden denizlere inen en eski İstanbullulardandır bu sokak
Sabahları işlerine gitmek için -ya da öğle üzerleri bir yerden bir yere- denizi unutan, aklından çıkarmış olan bu insanlar, bu yan sokakların birinden buraya kıvrıldıklarında, anlarlar ki deniz vardır Oradadır Karşılarındadır Yürekleri hızlanır Adımları hızlanır Deniz, yol kesen bir Bizans eşkıyası gibi çıkar önlerine (Var mıdır böyle eşkıyalar Bizans'ta? Yoksa çağrışıma başka yerlerden mi taşınmışlardır?)
Kirli beyaz, buruşuk pardösüsünün ceplerinde ellerini taşıyarak sokağın yokuşunu inen Genç Adam, mutsuz, hüzünlü ve karamsardı Geleceğini ve geçmişini ince bir sızıyla düşünüyordu Yanlış maceralarla, olmadık yanılsamalarla bunca yıl avutulamamış olan içindeki o sızılı boşluk Boğazın pusu, nemli sokak taşları, onarılmaz sonbahar, uzakta İstanbul sesleri ve hayatları, her şey, her ayrıntı keder veriyordu ona Elleri zaman zaman metalin kara soğuğuna değiyor, ürperiyordu Sırtından, bacaklarının arasına doğru ince bir üşüme geçiyordu Durağa inmek için yan sokaklardan birini döndü Denize ve durağa inen o uzun sokağa çıktı Karşısında kalın mavi bir çizgi olarak deniz duruyordu Dalgalanarak duruyordu Bütün deniz benzetmeleri tüketilmişti Bunu düşündü Denizi anlatmaya hiçbir şey yetmiyordu artık Deniz için tasarlanmış hiçbir sözcük, hiçbir benzetme, hiçbir imge insanları heyecanlandırmıyordu Yalnızca denizi mi? Hangi coşku, hangi sevda, hangi çağsama sözcüklerden geçerek başka bir yüreğe, başka bir duyarlığa sızabiliyordu artık? Dünyada çok büyük bir yangın çıkmıştı ve bu yangında ilk kurtarılacak olan kendi hayatıydı Ama nasıl olacaktı bu? ya da olası mıydı? Herkes denizlerini tüketmişti Telefonlarım tüket-mişti Hayatımızdaki her şey sürüncemede kalmıştı Bu yüzden hiçbir şey tat vermiyordu Geçmişin olanca görkemi ve sızısıyla birbirine açılan bu sokaklarda yürürken bunları düşünüyordu Bütün takvimleri ve tarihleri birbirine karıştırarak düşünüyordu Bu yüzden olsa gerek her seferinde deniz çıkıyordu aklından, unutuyordu onu, ama bu sokak birdenbire Gemliğe doğru deniz de böyle miydi?
Denizin kıyısında, Sarıyer'e giden otobüslerin durduğu o duraktan binerdi her gün otobüse O durak yaşantısının bir parçasıydı Berberi, eczaneyi, inzibat erini, telefon kulübesini, küçük sahil lokantasını o da biliyordu Hepsinin önünden geçti Tam karşıya geçerken, bir gelin arabası yavaşlayıp durdu Simsiyah, upuzun bir gelin arabası, süssüz, gösterişsiz Tüller içinde bir Gelin, karalar içinde bir Damat (Çelişkinin sosyal apaçıklığı) Ve biri arabayı kullanan olmak üzere iki kişi lokantanın kıyısına demir attılar Tüller içerisindeki geline şöyle bir göz attı Genç Adam; bir siyahlık ve kırmızılık çarptı gözüne O kadar Bütün yüzü o kadardı sanki
Çocukluğu ve bütün aile albümleri uyanmıştı Karşıya geçti, durağa, bineceği otobüsü beklemeye koyuldu Sonra indiler arabadan Gelinliğin eteklerini tuttu Damat Yoldan geçen birkaç kişi durdu, baktı Bu birkaç kişiden biri, bir kızkurusuydu Öyle olmalıydı Önce bir mahalle fotoğrafçısına gideceklerini düşündü Genç Adam Nikahtan ya da düğünden önce çektirecekleri o son resmi düşündü Mesut insanlar Fotoğrafhanesi'ni arıyorlardı belki de Bir balıkla, ya da bir denizle yan yana durmak isteyebilirlerdi bir resimde Oysa lokantaya girdiler
Lokanta, durağın tam karşısına düşüyordu Camın kıyısındaki masaya oturdular Gelin, camın kıyısına oturdu Yüzünü açmıştı İnce bir siyahlık ve kırmızılıktı yüzü (Gözleri, dudakları, hülyası) Yanında Damat, karşılarına da o iki adam İkisi de siyah giysiliydi adamların Asık suratlıydılar Parayla tutulmuş gibiydiler Sevinçsizdiler, her şey gibi Sanki iş konuşmaya gelmişlerdi Bakışları duygusuzdu Kimse kimseye ilişmiyordu Kimsenin yüzü kimseye bir şey anlatmıyordu Duvarlarına atılmış ağların arasına gizlenmiş ölü ışıklarla aydınlatılan, tavanından ölü balıklar sarkan ve cam bir kafese benzeyen ucuz, küçük bir sahil lokantasına yemek yemeğe gelmişlerdi yalnızca Gelinle göz göze geldi Genç Adam
Birkaç kez daha göz göze geldi
Her defasında biraz daha güçlü bir gönül yakınlığı kurdular Sessizliğin dilinde her ikisi de kendi şiirlerini yaşıyorlardı
Birkaç otobüs geçti, binmedi
Balık söylemişlerdi Balıkları gelmişti Balıklarını yiyorlardı Gelinle uzun uzun ve ısrarlı bakışıyorlardı artık Yaralı bir ceylan gibi bakıyordu Gelin Sanki kurtarılmayı bekliyordu Sanki ölümün elinden alınmak istiyordu Ve sanki artık hiçbir şey istemiyordu Dünyadan vazgeçmişti Ve sanki artık Genç Adamı delicesine seviyordu Anlamıştı
Genç adam ise bir vurgunu yaşıyordu Bir karasevdayı, inzibat denize bakıyordu Arada bir eczanenin çıngırağı çalıyordu Berberin koltuğunda hala aynı adam oturuyordu (Berber kendi kendini sonsuza dek traş ediyordu; Ya da bunun böyle olması gerekiyordu) içindeki o sızılı boşluğun taştığını duyumsuyordu Genç Adam O boşluk kendi kendini yok ederek doluyordu Genç Adam mazisini, mazisi de Genç Adamı arıyordu şimdi Yıllardır bu anı beklemişti Sevda, bir cinnet gibi çıkagelmişti
Bu gelini deli gibi seviyordu Bu düşü deli gibi seviyordu
Bütün yaşadıkları bu güne hazırlıktı sanki
Şimdi karşısında sonsuz bir fotoğraf gibi duran bu Gelin için her şeyi yapabilirdi Ondan vazgeçemeyeceğini anlıyordu Umarsızdı Birkaç otobüs daha geçti Gidemedi Geçsindi Otobüslerin gelip geçişini artık Gelin de izlemeye başlamıştı Meraklı gözlerle kolluyordu her geçen otobüsü Kaygıyla bakıyordu onlara Her defasında otobüsün ardında kalan Genç Adamın bu en son gelen otobüse binip gitmiş olabileceğini düşünüyor, derin bir sızıyla sarsılıyordu Lokmaları hızlanıyordu o zaman Oysa az sonra, otobüs hareket edip de, durağın önünü boşalttığında, Genç Adamın gitmeyip orada hala bekliyor olduğunu görünce, delice, coşkun bir sevgi kaplıyordu içini Bir o kadar da sevinç Bu, yüzünden okunuyordu Artık onu kimseye bırakamazdı Bunu anlamıştı
Bir otobüs daha geldi
Ağır ağır geldi Gelinin yüzü bir kez daha bulutlandı Bu kez durakta fazla kaldı otobüs; bir türlü kalkmak bilmiyordu Lokmasını yutamadı Gelin Gözleri durağa asılı kaldı
Az sonra, otobüs durağın önünden ağır ağır kaydı Baktı Gelin, yoktu Durak bostu Gitmişti Yerinden fırladı Bütün masadakiler ona şaşkınlıkla baktılar Kimse ne olup bittiğini anlamamıştı
Oysa Genç Adam durağın az ilerisinde duruyordu
Gitmemişti, yer değiştirmişti yalnızca Sevdasından emin olmak istemişti
Bu düşe inanmak istemişti
Yüzü ışıyordu Onu kimseye bırakamazdı artık; kararını vermişti
Gelin yerine oturdu Yemeklerine devam ettiler
Az sonra çıktılar lokantadan Arabaya yöneldiler Genç Adam yaklaştı onlara; tam arabaya bineceklerdi ki, tuttu kolundan Gelinin:
“Gitme, seni seviyorum,” dedi
“Biliyorum,” dedi Gelin “Ama yapacak bir şey kalmadı artık
“Beni seviyor musun?” diye sordu Genç Adam
“Böyle olacağını biliyordum zaten Evleneceğim gün böyle bir şeyin olacağını”
“Beni sevdiğini olsun söyle,” dedi Genç Adam
“Bunu zaten biliyorsun,” dedi Gelin “Hem zaten bu neyi değiştirir ki?”
“Olsun senden duymak istiyorum Bütün hayatımı bu sözü duymak için yaşadım ben”
“Seni seviyorum,” dedi Gelin “Ama yalnızca seviyorum”
“Artık seni bırakamam”
“Evleniyorum ben Gitmek zorundayım”
“Buna izin veremem”
“Çaresizim inan Ne yapabiliriz ki hem? Elden ne gelir? Her şey için çok geç Ben de ömrüm boyunca seni bekledim Ama geç geldin sen Çok geç”
“Daha önceleri hep başka şeyler oldu, başka şeyler, hep ayağıma takılan bir sürü şey”
“Çok seviyor beni Hiç olmazsa beni çok seven biriyle evlenmek istedim Geç kaldın sen Çok geç geldin”
“Seni seviyorum Seni çok seviyorum Seni kimsenin sevemeyeceği kadar çok seviyorum Seni uğruna her şeyden vazgeçecek kadar seviyorum Sen gidersen yaşayamam inan Sensiz yaşayamam”
“Onu üzmeye hakkım yok Duygularıyla oynamaya Beni o da çok seviyor Sen yokken o vardı Beni hep sevdi Bana ihtiyacı var Başkasını sevdim diye, ben şimdi sevdim diye, onu bırakamam”
“Ama sonra çok pişman olacaksın Çok pişman olacağız Her ikimiz de Çok mutsuz olacağız”
“Buna mecburuz Görüyorsun ya hayat bizi sevmiyor”
“Ben deliririm sen gidersen Ölürüm Öldürürüm”
“Zamanla unutursun Zaman her şeyi onarır Sen çok güçlü ve çok akıllı bir insansın”
“Güçlü ve akıllı olmak istemiyorum, artık mutlu olmak istiyorum”
“Güçlüsün sen inan, çok güçlüsün Güveniyorum sana Direnirsin zamana ve kazanırsın”
“Yanlış bir zafer olmaz mı bu?”
“Olsun ne çıkar? Hangi zafer doğru kazanılıyor ki sevgilim?”
Adamlar huzursuzlandılar Sabırsızlandılar Genç Adam hala kolunu bırakmıyordu Gelinin
“Niye anlamıyorsun?” dedi Gelin “Aşkımız bir günahtı”
“Son sözün bu mu?”
“Bu,” dedi Gelin “Yazık ki bu”
“Ama hiçbir şey konuşmadık ki, hiçbir şey konuşmadık daha”
“Konuşacak bir şey yok inan Geç kaldın Geç kaldık Hepsi bu Ama düşünsene hiç olmazsa severek ayrılıyoruz Hiç olmazsa bu ayrılığı yaşatacağız kendimizde”
“Adını söyle bana, hiç olmazsa adını söyle”
“Ne önemi var adımın? Zaten şu yaşadığımızın da bir adı yoktu ki sevgilim Yaşandı, güzeldi ve bitti Ayrılık bir sevda kaderidir Bilirsin; öğrenmiş olmalısın Öğretmiş olmalılar”
“Seni bırakmam Bırakamam”
“Sana mutluluklar dilerim, inan böyle ayrılmak istemezdim Ayrılmak istemezdim Elveda Hayatımda ilk kez elveda diyorum”
Gelin, kolunu kurtardı Genç Adamın elinden
“Daha hiçbir şey konuşmadık ki” dedi Genç Adam
Gelin arabaya binmek için eğildi Genç Adam haykırdı ardından:
“Daha hiçbir şey konuşmadık!”
Sonra pardösüsünün cebinden kara bir nagant tabanca çıkardı Tabanca tüller içerisindeydi Geline yöneltti namluyu Gelin, döndü ardına, baktı Ölümcül bir gülümsemeyle baktı Genç Adam anladı ki kurtuluş yoktu; tetiği çekti Gelin kanlar içinde yuvarlandı yere
“Seviyordum,” dedi Genç Adam “Ölesiye seviyordum”
Ellerini cebinden çıkardı, metalin kara soğuğu ürpertmişti, belinden bacaklarının arasına doğru ince bir üşüme yayıldı Durağa geçti Otobüsü beklemeye koyuldu



murathan mungan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder