13 Ocak 2012 Cuma
BİR ŞİİRE KRALLIĞIM!
En zoru cumartesi sabahlarıdır bilir misiniz?
Noktalama işaretleri bile soğuktur soğuktur soğuktur
Kahvaltı telaşına kaptırıp kaptırmamakla kendimi
Gülümseyip gülümsememek arasında kendimi
Hadi uzatayım birazdan Sultanahmet fetişizmine kendimi
Arasında darmadağın kalmışlığımdan yıllardır bilirim
Kalp ağrılarımdan bana kalan sabahlardan bilirim
La bohem hayatların mirasından bilirim
Ne ağzımda acı tadı kahvenin ne penceremde güneş takvimleri
Sanki Mikalengelo “Kalk ve yürü!” dedi Musa heykeline
Ondan bilirim
İnandığım yanlışlardan inanmadığım doğrulardan bilirim
İlktir sabah sabah bir şiirin beni iğfal etmesi
Sıkışmış bir insanlıktan
Çatlayan kemiklerden bilirim
Çok daha kötü günler göreceğiz değil mi tanrım?
İkimizde gökyüzü kararacak vebaya yakalanacağız
Kemirilmiş dişlerimizle bir kadının hayatını kıskanmaktan
Kalacağız sokaklarda değil mi?
Bayan Makedonya beni sevmeyecek ama anlayacak
Bu bana korkunç yetecek değil mi tanrım?
Ve ben yine ceketimi seyredeceğim
Güzel ve uysal
Tıpkı kaybettikten sonra başlayan oyunların adı gibi bir ceket
Ceket ki erkeği erkek hani kadını da sevgili yapardı
O ceket ikimize bir yürüyüş verirdi
Korunsun diyeydi göz bebeklerimiz kalabalıklardan kabalıklardan
Tahta köprülere lanet yağdırmasaydık keşke tanrım
Keşke Orphaned Land dinlemeseydik destursuz
Ben göndermeseydim Abdülhak Şinasi Hisar’ın ses kayıtlarını Selim İleri’ye
Endülüs’te Raks’ı bu kadar kötü okumasaydı Ahmed Agâh
Ki asıl adıyla okumuş Yahya Kemal şiirini
Telaffuzu Türkçeye göç edememiş bir sürgün gibi
Süleymaniye Camii’nin içinde aklıma gelseydi
Kulun yükünü nimetten saydığı
Affet
Yanlış döndüm kubbenin altından
Boynuma küfürler saplanıyordu
Küçük küfürler ucuz küfürler öfkeye dar gelecek yavan küfürler
İnsanı yere basmaktan utandıran bir hali vardı çünkü dünyanın
Bütün orospu çocuklarının işgüzarlığına dönüyor gibiydi
“Hiçbir şey espri değildir” deyişi Sabri’nin
“İnsanlar yalan söyler” demesi bir başkasının
Nasıl da yerini buluyordu
“Oğlum biz kızları canavarlardan kurtarmaya çıkmıştık
ama onlar canavarlara âşıkmış” diyordum
Metin’le sırt sırta kelimeler boyu konuşuyorduk
Öfkeli değilsek bile öfkeli olmalıyız kararlılığı bu
Sussak da olur ama konuşmalıyız çırpınışları bu
Her cümlenin sonunda aynı tanrı kapısı
Aynı seferberlik telaşıydı
Dünyanın bütün yanlışlarını yaşamak mesela
“Parası olan herkes yakışıklıdır”
Paradan bahsetmem şiirlerimde demek ki vakti gelmiş
Demek ki ölçüsüz bir bilgelik ağartmış sakalımı
Yüzümde o yakışıklı ölüm aklığı da ondanmış
“Tanışmadığım kimselerle tanışmam!”
Hani müslümandık?
Hani aşkta dahi aranan aşktık?
O kokuşmuş insan oluşların çiğ günlerine boğmuşlar
Kaybolan şiirimi
Kalbimdeki titremeyi
Geceye tüy gibi düşen sessizliğimi
Kahverengi bir hırkam olsaydı daha çok severdim kendimi
Kahverengi bir hırkam olsaydı vakur dururdum karşımda
Daha nazik sıfatlarla bakabilirdim onlara
Onlar
Çarşıdan dönenler parklara çıkanlar hafta sonu işçileri
Yorulmadan dinlenenler çekirdek çitleyenler çocuk yapanlar
Pazarlık yapanlar tutumlu olmak için geceleri uyuyanlar
Sevinçle otobüse binenler ömür boyu ölüp duranlar
Yok benim kahverengi hırkam ve sakin değilim
Hayır şair de değilim
Estetik bir öfkenin peşindeyim ben
Biraz da adil bir öfkenin
Yankısı geri dönen öfkenin
Oysa düşmanlarımın suskunluğundan
Ağrılar saplanıyordu hırçınlığıma
Aç acına sigaralar içtiğim akşamların hepsinde
Masa örtüsünde küller tanrıların göz bebekleri
Kendimi sıkıca tuttuğum Cuma akşamları kadar aklımla
Savurdum benden öte ne kaldıysa yadımda
Neyse beni benden eden beni ben eden
Neyse defterleri kırış kırış yalnızlıklarla eş tutan
Bunlar dedim kanıma kül dökmeye gelmiş teklifsiz bakirelerdir
Bunlar ekmeğimizin arabı suyumuzun kem rengi
Ellerimizin tüm pisliğini sildiğimiz bunlardır
Hem bizim ellerimiz karmakarışıktır bahar bilmez
Sevgilisi biziz puslu yamaçları kesen sisin
Biziz kışta ölüm şiirleri yazda toprağı örse çağıran hamlık
Biz onu yanmış cesetlere gül suyu dökerken gördük
O ki sendeleyen çocuklar ölüm olurken düşte mecruh
O ki zebundur ağrılarını adadığı adaklar fiyasko
O bizi şuurun ters aynalarında taşa tuttu
Öldüyse de kalbinin yakınlarında öldü
Bir çift makas gibi sözlerimi keserken yokluk
Topuklarında ezilen kaldırımların geceye düşürdüğü şiir
Vesaire vesaire vesaire vesaire
Yalanlarını omzuma levha yaptıkça yaşamak
Başıboş yürüyüşlerden dokunan kader kumaşı
Vesaire vesaire vesaire vesaire
Kendime inanırken yükte hafif pahada ağır
Sarsılırken dilimi yakan pervasız tebessümler
Vesaire vesaire vesaire vesaire
Bir çift tabanca gibi boşluğu tararken gözlerim
Aşk esnafına müşteri mi etmiştim kendimi?
Ve beni bir düşü görmeye çağırdılar
“Vayomer elohim yehi or vayehi or”
Ve sen öpüp bir nar bıraktın avuçlarıma
Ve sen ne güzel sustun ben ayakkabılarını bağladığını düşündüm
Sen nasıl sustun öyle yan yana ama birbirine karışmayan denizler
Ben eski Türkçe sularla akarken
Sen sanki Farsça sustun İbranice ve Sanskritçe
Biz seni yenilirken sevdik diyen ayetlerle doluyken bağrım
Ve yetmedi mücrim soluğum
Denizlerini kımıldatmaya
Ve bütün uykularından uyanmış çocuklar
Nasıl bakarsa annelerine
Ve nasıl yeşerirse intihara çiçekler
.
.
.
.
.
.
.
.
Nasılsın tanrım?
Kitap-lık Ekim 2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder