1 Ekim 2011 Cumartesi

gecenin sonuna yolculuk, sonuncu geceye yolculuk, yolculuğun sonuna yolculuk

    

"Sonuçta varoluşun neden olduğu en büyük yorgunluk belki de insanın yirmi yıl, kırk yıl boyunca, hatta daha bile uzun süre, aklı başında kalmak için harcadığı o olağanüstü çabadır, basitçe, derinden kendi, yani tiksindirici, dehşetengiz, saçma olmamak uğruna. Baştan veri olarak elimize tutuşturulan şu aksak ikinci sınıf insanı, sabahtan akşama kadar hep küçük evrensel ideal, birinci sınıf bir insan olarak sunmak zorunda kalmamız ne de büyük kabus.”
"Arthur, aşk dediğin şey, sonsuzluğun kanişlerin uzanabileceği bir düzeye çekilmesidir, benimse bir onurum var!"
“Her alanda asıl yenilgi, unutmaktır, özellikle de sizi neyin gebertmiş olduğunu unutmak, insanların ne derece hırt olduklarını asla anlayamadan gebermektir. Bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan, unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile değiştirmeden her şeyi anlatmalıyız, insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk varsa, hepsini, sonra da yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz deliğin içine. Tüm bir yaşamı doldurmaya yetecek bir uğraştır bu.”
“...Bil ki her şey midemi bulandırıyor benim ve tiksindiriyor beni. Sadece sen değil!...Her şey!... Özellikle de aşk!...Seninki de en az başkalarınınki kadar... Senin şu yaratmaya çalıştığın duygularla dolu şey var ya, onun benim gözümde neye benzediğini söylememi ister miydin? O şey tam da helanın içinde sevişmeye benziyor! Beni annadın mı şimdi?... Madem öğrenmek istiyorsun söyleyeyim, sana yapışıp seninle kalmam için gidip bir yerlerden bulduğun lakırdılar var ya, onları ben hakaret olarak algılıyorum hakaret... Üstelik sen bunun farkında bile değilsin ve farkında olmadığın için esas namussuz sensin.... Ayrıca mide bulandırıcı biri olduğun da aklının kıyısından geçmiyor senin değil mi!... Başkalarının sıçtığı palavraları ağzına sakız etmek seni tatmin etmeye yetiyor!... Bu sana yeterli geliyor çünkü başkaları sana aşktan daha iyi bir şey olmadığını anlatıp durdular, bu numarayı hem herkesin hem de her seferinde yutacağını söylediler... Ama işte ben çıkıp diyorum ki: bok yesin orta malı aşk!... Duydun mu? Sökmez bana kızım... Sökmez o tiksindirici aşklar!... Yanlış adama çattın!...Yanlış zamanlama seçtin, geç kaldın! Artık yemezler, işte bu kadar!... İşte bu yüzden bu kadar esip gürlüyorsun!... Sen dünyada bu olup bitenin göbeğinde ille de sevişmeye çok mu heveslisin yani?... Bütün bu gördüklerimizin!... Yoksa hiçbir şey görmüyor musun?... Ama bence esas mesele umursamıyor olman!... Romantik kadın ayakları atıyorsun ama aslında ender bulunan cinsten canavarsın sen... Kokuşmuş et mi istiyorsun? Aşk sosuna bulanmış?... Miden kaldırıyor mu?... Benimki kaldırmıyor!... Eğer burnuna hiç kötü koku gelmiyorsa ne mutlu sana! Demek ki senin burnun tıkalı! İnsanın midesinin bulanmaması için sizin gibi hödük olması gerek... Seninle beni ayıranın ne olduğunu mu merak ediyorsun?...Söyleyeyim, seninle beni ayıran, koskoca bir hayat var be...Daha ne olsun istiyorsun?”
“Gelecekten söz edenler alçaktır. Önemli olan şimdidir. Gelecek kuşaklardan söz etmek kurtçuklara nutuk çekmektir.”
 "Boşuna heveslenmemekte yarar var, insanların aslında birbirlerine söyleyecekleri hiçbir şey yoktur, karşılıklı olarak yalnızca kendi acılarını anlatırlar, bu böyledir. Herkesin derdi kendine, dünyanınki de hepimize. İnsanlar o acılarından kurtulmaya çalışırlar çalışmasına, sevişme sırasında, onu ötekinin sırtına yıkarak, ama beceremezler tabii ve ne yaparlarsa yapsınlar, sonunda tüm acılarıyla baş başa kalırlar ve bir daha denerler, bir kez daha acılarını kakalamaya çalışırlar. "Çok güzelsiniz, küçük hanım" derler. Ne ki yaşam onları yeniden yakalayıverir, aynı küçük numarayı bir kez daha deneyinceye kadar, "ne de güzelsiniz küçük hanım!..."

Bu arada acılarından kurtulmayı başardıklarını söyleyerek böbürlenirler de, gel gelelim herkes gayet iyi bilir, değil mi, bunun hiç de doğru olmadığını, o acıyı bal gibi bütünüyle kendi içimizde sakladığımızı. Bu numaraları yapa yapa yaşlandıkça giderek daha da çirkin, itici bir hal aldığımız için artık acımızı, iflas ettiğimizi gizlemekten bile aciz kalırız, en sonunda insanın ta derinlerinden suratına kadar ulaşmayı başarabilmesi şöyle bir yirmi, otuz yıl, hatta daha fazla zaman alan o sevimsiz ve çirkin ifade, gitgide yüzümüzde sıvaşmadık yer bırakmaz. İnsan dediğin işte bu işe yarar, sadece bu işe, ekşi bir surat ifadesi üretmek, biçimlendirmesi tüm ömrünü alan, hatta gerçek ruhunun bütününü eksiksiz yansıtabilmek için oluşturulması gereken asıl surat ifadesi o kadar ağır ve karmaşıktır ki, bunu tamamlamaya insanın ömrü bile her zaman yetmeyebilir."
 
"Ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri. Daha önce de en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde zorlanırız. Hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir...Kısa keseriz... Vazgeçeriz... Otuz yıldır konuşuyoruzdur zaten... Haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. Zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... Kendimizden iğreniriz... Azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık başkalarının önünde takınacak yeni surat ifadeleri bulmak gerek... Ancak, artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. eveleyip geveleriz. Onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. Gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıştır, söz gelimi o küçük şarkısı bir şubat akşamı ebediyen susan Bois-Colombes'daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. Yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. Yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. Artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür."
 ''Aşk alkole benzer, ne kadar iktidarsız ve sarhoş olursanız, kendinizi o kadar güçlü ve akıllı sanırsınız, aynı zamanda da her istediğinizi yapmaya hakkınız olduğunu düşünürsünüz.''
"İnsanlar o boktan anılarından, çektikleri sıkıntılardan bir türlü vazgeçmek istemezler ve ne yaparsanız yapın bunun dışına çıkmalarını sağlayamazsınız. Ruhlarını böyle oyalarlar. Bugün yaşadıkları haksızlıklardan intikam almak için geleceği bokla sıvamaya uğraşırlar kendi içlerinin derinliklerinde. Hem adil hem de ödlektirler aslında. doğaları budur"
"İnsan şehvet bakiri olduğu gibi, dehşet bakiri de olabiliyor."
 " Gerçek, bitmek bilmeyen bir can çekişmedir. Bu dünyanın gerçeği ölümdür. Seçim yapmak gerek, ya ölmek, ya da yalan söylemek. Bense asla kendimi öldüremedim"
 
 
LOUİS FERDİNAND CELİNE
 Gecenin Sonuna Yolculuk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder