7 Mart 2024 Perşembe

NALBANT






"Bilirim, hayatında beni bir dakika sevmedin, bir dakika havamda rahat etmedin, bir dakika bana dost sıfatını tamamen vermedin. Ben bunu bilerek dostun oldum ve hala dostunum, çünkü biliyorum ki ruhun benim ruhumun cinsindendi, çünkü biliyorum ki bedbahtsın ve mes'ud olmayacaksın tıpkı benim gibi. Sana gelip aleyhimde söyleyecek olanlar bilmiyorlar ki dostluğumuzun cinsi onların anlayacağı neviden değildir. Havada, ziyada, suda ve semada aynı şeyleri sevmiş olmanın yapacağı dostluğu bilmiyorlar."

Ahmet Haşim'den Yahya Kemal'e...

Ömrüm Benim Bir Ateşti
Beşir Ayvazoğlu


Yeryüzünde iki eski nalbanttık biz. Erken inen akşamlardan yakınırdık. Ben dağların perdelediği bir şehirde buz tutmuş yürüyüşlerdeydim, o beni arardı kendi dağlarından. Kim öğretmişti bize bu yalnızlığı bilmezdik. Akşamlar göğün en karanlık taraflarını yüzümüze indirdiğinde yeryüzü bir sürgün olurdu bize. Çok sigaralar içerdik. Doğunun iliklere işlediği eski zamanlardı. O kendi türkülerini söylerdi bana, benim müzik atlasımın yangınları düşerdi onun tarafına. Kalbimi, aklımı, fikrimi, yalnızlığımı ona emanet ederdim, o bakardı bunlara. Ve geri verirdi biraz daha yumuşatarak. Ben şöyle dediydim ona: “ yaa kimi arayayım dedim ve bizim diğer nalbantı arayayım dedim en sonunda. Başka kim var ki bu mesleği icra eden?” Deli gibi gülmüştük. Çünkü bizim kahkahamız bir saldırıydı her şeye. Kahkahamız bizi bize onaylatırdı. Ne manyak yalnızlıklardı ne derindi. Biz birbirimize bakardık, yeryüzü az gelirdi. Sessizliğimizde güller falan solardı demeyeceğim. Edebi sanatların tavan yaptığı cümleler bekleyen sevgili okur burada dudak bükmekte özgürdür. Solmuş güllerin fırtınalı sessizliği desem belki olur. Ekmeğimizi yalnızlıklarımızdan kazanırdık. Nalbantlık bugünlerde kimin uğraşı ki?

......




25 Şubat 2024 Pazar

eski sokak

               

Küçük ahşap bir dizi evlerdi
On yıl önce o sokak.

Sonra geniş caddelere çıktık
Apartman - - sizden uzak.

Çocuklar orda büyüdü
Orda okula gitti,
Komşunuzduk ama görüşemedik
Hiç vakit yoktu.

Sizdendik, yalnız biraz okumuş,
İki kadın, bir erkek, iki çocuk
Uykulu, acele bir karıkoca
Bizdik geçen önünüzden başları eğik.

Akşamları çanta, file - - yorgun, ağır
Dönerdik eve.
Bir hamal bile tutmaz, cimriler!
Diye düşünürdünüz her halde.

Bilmezdik, siz
(Hiçbir şey paylaşılamazdı)
Çarşılardan neler getirirdiniz
(Herkese kendi telaşı) .

Girer miydi evinize, yer miydi
Turfanda bir meyva, iyi bir besin
Kalın kağıtlarda çöplerimiz - -
Çocuklar görüp imrenmesin!

Açılan kapıyı hemen kapatmak
Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri.
Gelip gidenimiz olurdu ya
Gülüşmeler bizden değildi.

Kimi günler evdeydim
Masada kağıtlara kapanarak.
Ne de çok çocuk
Sesleriyle dolardı sokak.

Bir cami avlusunda kuşlarca
Bunun sekiz, onun on - - duyardım.
Ürküp kaçmasınlar, pencereden
Yavaşça bakardım.

Hadi ben çok sigara - - öksürükler
Hele çalışırken.
Ya gece yarısı, göğsü parçalanırdı
O kadın, iki ev öteden.

Bilmezdik kaç nüfus her hane
Duyulurdu sertçe sesi bir kapının:
Bağıran bir erkek boşluğa karşı
Ağlayan bir genç kadın.

Kimdin sen, karşımızdaki ev,
Sarı ampul söner onbire doğru.
Eğilirdim, havasız sokak - -
Camlar kararırdı.

Bitmezdi makinede dikişin,
Kimdin sen, bitişik komşu?
Üç yavrunla kalmışsın
Bir tanıdık söylemişti.

Kimsin sen - - sorsaydım hepinize,
Gelirdi aynı yankı hepinizden:
Sana mı kaldı, işine bak,
Kimsin sen?

Bilinmedi, ne çare, sizdendik,
Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli.
Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç,
Düşündükçe o sokağı, o evleri.

Behçet Necatigil

21 Şubat 2024 Çarşamba

AYAKÜSTÜ CEVAPLAR

       


                         MİNİ SÖYLEŞİ SORULARI

 

1.     “Ömür dediğin…” diye başlayan cümleyi nasıl tamamlarsınız?

Güzel yanlış anlamalar ve sert gerçekler arasında gerilimler, atasözlerin haklı çıkmasının tekdüzeliğine afili cümlerle direnmek, bir daha hayatta olmayacağını bilmenin tarifsiz hüznü.

2.     Hayatınızda hhHayatınızda olmazsa olmaz dediğiniz üç şey…

Şiir, çay, kitaplar. (Aslında iyi bir çorap bile olmazsa olmazdır da üçe indirdik.)

 

 

şiitşişii

3.     bir koku var sizi bBir koku var sizi çocukluğunuza götüren, o koku nedir?

Eskiden bazı silgilerde o kokuyu alırdım çoktandır o kokuyu duymadım.

 

 

Ev

 

 

ya

 

 

 

 

 

 

 

 

 

hhhh

4.     ŞimdikiŞimdiki şŞimdiki mesleğinizi yapmasaydınız ne yapmak isterdiniz?

YyYy

 

 

 

 

 

 

     

Yönetmenlik yapmak isterdim.

Y

 

 

y

 

 

 

 

Y

5.     O kitoO kitabın/öykünün kahramanı sizi neden çok etkiledi?

Yeraltından Notlar’ın kahramanı kendisiyle kavgası ve baş edemediği küçüklüğü karşısında kendini susturmamasıyla etkiledi. Pek çok insanın bakmaya cesaret edemediği içindeki uzaklara dalıp dalıp boğulmasıyla...

 

Y

 

 

 

 

 

Yer

6.     Özlemek deyince aklınıza ilk gelenöÖÖzÖzlemek deyince .özlemek deyince aklınöÖzlemek deyince aklınıza ilk gelen?

 

Kaygısız ve daha sağlıklı olduğum, kıymetini bilemediğim zamanlarımı özlüyorum. Ama o zamanlara gitsem biraz sonra sıkılıp kalakalarım da.

 

Kay

 

 

 

 

7.     HayatınızdahHayatınızda “bu benim kırılma noktam” diyebileceğiniz bir ânınız?

 

Şair olduğumu anladığım andır belki. Bunu “şimdiden” görebiliyorum. Şiirle karşılaşıp çarpıldığım çocukluk anıdır. Her şey yerli yerine oturdu ve her şey yoldan çıktı. Çünkü şair olmak bir ömrü idare eden ve harcayan bir şey.

 

8.     Mevsimlerden hangisi?

 

Kış

 

9.     Tarihte bir olaya şahitlik etme imkânınız olsa hangi olayı seçerdiniz?

 

İkinci Dünya Savaşı bittiği gün Paris sokaklarında dolaşmak isterdim. Güneşin güzelliğine şahit olmak için mesela.

 

10.                       Cevabını çok merak ettiğiniz bir soru...

                  Kaç yaşında öleceğim?

11.                       Kederlendiğinizde yaptığınız şey?

                  Zamanın geçişine sığınmak.

 

12.                       Hayatta rafa kaldırdıklarınız?

 

         Eski elbiseleriyle bile kolay kolay vedalaşamayan biriyim.

13.                       Ruhunuzda iz bırakan biri?

 

         Pek çok yazar ve şair iz bıraktı. Ama annemle aynı ruhtan yapıldığımı da çokça hissederim.

14.                       En sevmediğiniz özelliğiniz?

 

         Üşengeçliğim.

 

15.                       Ruhunuz nereli?

 

        Heyecanın başkenti neresiyse oralı.

16.                       Gözünüzü kapattığınızda duyduğunuz/duymak istediğiniz o ses?

 

          Yağmurun ağaçlardan aldığı ses.

17.                       Geçerken gördükleriniz...

        Çocuklar büyüyor, annem babam yaşlanıyor, zaman her şeye hükmünü geçiriyor.

18.                       Bir notunuz var mı?

         Her şey yanlış.

 

 

Geçerken dergi

Şubat 2024


5 Şubat 2024 Pazartesi

KASINTI

                             



"Buradan bildireyim ki havalar eskisi gibi değil.
Üşüyoruz yani.
Kışlıkları indirdim tek tek dolaptan.
Üzerime örtmek için bir de battaniye.
Hala sığınacak bir yer aramakta roman kahramanlarım. Onları bu kışta ayazda bıraktım. Evde olsam tüm gün yazacaklarım var. Ama biliyorsun ki kahrolmayasıca bir masanın başındayım ve ellerim tedirgin gidip geliyor tuşlara.Sözü burada kesiyorum,irtibatı koparmayalım diyorum ve rica ediyorum iç karartıcı olmasın yazdıkların. Okunmuyor. Bir “piyano” yazısı okuyayım dedim şimdi. Başaramadım.
Yani bilirsin her şey zaten kötü, bir de yazıyı krize sokmayalım.
Gözlerinden öperim.”


4 Şubat 2024 Pazar

bir yeşilçam hikayesi


 


ekmek şarap sen ve ben

Ekmek şarap sen ve ben
bir de sabahın dördü
dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir oğlanla yattığını
aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını

kıskandım Gogen’i Tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına,
Gogen’e,
kadere,
sana,
bana,
bir de gittiğin arabanın tekerine

ne diyordum arkadaş….
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini

sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
bazen kadın hamamında tellak….
bazen Christoph Colomb
Napolyon’ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri
Timur’ken Beyazıt’ı yenişimi….
bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum

eğer daha da içersem
Shakespare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be Platon…
bir içsin de görsün….ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu

ıslak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş….
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim…

İhsan Yüce

17 Ocak 2024 Çarşamba

ahmet haşim vs yahya kemal







 

 "Bilirim, hayatında beni bir dakika sevmedin, bir dakika havamda rahat etmedin, bir dakika bana dost sıfatını tamamen vermedin. Ben bunu bilerek dostun oldum ve hala dostunum, çünkü biliyorum ki ruhun benim ruhumun cinsindendi, çünkü biliyorum ki bedbahtsın ve mes'ud olmayacaksın, tıpkı benim gibi.

Sana gelip aleyhimde söyleyecek olanlar bilmiyorlar ki dostluğumuzun cinsi onların anlayacağı neviden değildir. Havada, ziyada, suda ve semada aynı şeyleri sevmiş olmanın yapacağı dostluğu bilmiyorlar."

Ömrüm Benim Bir Ateşti 
Beşir Ayvazoğlu

31 Aralık 2023 Pazar

GAZZE’Yİ KAYBEDERSEN KENDİNİ KAYBEDERSİN


 

Sabah musluğu açınca musluktan kan aktığını gördüm. Biraz şaşırsam da akan kanı seyrettim bir müddet. “Biraz şaşırdım” çünkü artık fazla şaşırmıyorduk. Lavabo yoğun kırmızıya boyandı. Sabah sabah canım sıkıldı. Kan kesilince su akmaya başladı ve yüzümü yıkayıp koridordaki çocuk cesetlerine basmamaya özen göstererek mutfağa geçtim. Mutfak masasındaki tozu toprağı, tuğla ve kiremit parçalarını temizleyip kahvaltımı yaptım. Delik deşik olmuş duvarlara baka baka apartmandan çıktım sonra.  Merdivenlerde bir cesede takılıp az kalsın yere düşüyordum. Sokak, enkazların altında kalmış ölülerle doluydu ama hayat devam ediyordu. (Bu “hayat devam ediyor” klişesi bazen de böyle “hissiz, hassasiyetsiz, umursamayarak yaşa” anlamındadır ve aslında ayıplı bir sözdür.) Birkaç ambulans çığlık çığlığa geçti. Binaların altında toza bulanmış yaşlılar, kadınlar, gençler, çocuklar yüzümüze tokat gibi vursa da yanlarından işimize gücümüze gittik. Okulun avlusunda bazı ölü çocuklar vardı ve gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Yüzleri kararmış, saçları toz içinde, alnından, yanağından kan sızan çocuklar “biz öldük ama kalanları unutma” diyorlardı sessizce bana bakarak. Çaresizlik içinde birkaç twit paylaştım, rt yaptım. Bombalara, füzelere twitlerle karşılık veririz biz modernler. 

Sınıf bugün her zamankinden daha kalabalıktı. Hepsi oradaydı sanki bütün Gazzeli çocukların. Bazıları söz istedi, bazıları ağladı, bazıları sessiz kara gözleriyle bana baktı. Ders anlatırken bazen parlayıp sönen görüntüler haline geldiler bazen de sitem dolu sessizliklerle beni dinlediler. Yanlarına gidemedim ama uzak da duramadım. Okulun koridorlarında, bahçede yüzlerce cesede değerek, üzerlerinden atlayarak geçti gün. Yıkılmış evlerin, moloz yığınlarının, feryatların, parçalanmış bebek cesetlerinin arasından utançla yürüyüp eve döndüm. Yıkılmış evime, yara almış insanlığıma, ayaklar altında kalmış onuruma döndüm. Gözlerimi kapasam içimdeydiler, gözlerimi açıkken onlardan başka bir şey görünmüyordu. İlk gün böyleydi. Yarın, yarından sonra ve sonraki günler ve haftalar da böyle geçti. Yemeğimin içinde, suyumun içinde, uykumun içinde, sessizliklerimin içindeydiler. Ekranlardan halıya damlayan kanı silmekten vazgeçene kadar bu şahitliğin içinde yaşadım. Eminim sizler de böyle yaşadınız.

Ekranlarda birileri devletlerden, tarihten, savaştan, işgalden, antlaşmalardan falan bahsetti. O anlarda kaç çocuk, kaç masum insan daha öldü diye hesapladı bazıları. İnsan olduğu varsayılan birileri birilerini ziyaret etti, el sıkıştı, kameralara sırıttı. O anlarda “kaç katil kaç kişiyi daha öldürdü” diye hesapladık sonra. Paylaşımlar, açıklamalar, bildiriler, kınamalar, lanetler çoğaldıkça cesetler, kanlı gözyaşları, et ve kemik parçaları da arttı. Kınamalar eyleme dönüşmedikçe başka acziyet yolları daha bulundu. Boykotlar, ifşalar, yardım ve bağış çağrıları arasında onlarca ev yerle bir oldu, onlarca aile yok oldu, binlerce çığlık demir kubbelere, sağır kulaklara, leş gibi kalplere çarpıp yere döküldü. Ve dökülüyor. Bak bir çocuk daha öldürüldü şimdi. Şimdi.

Biz aslında, dedim, bu savaşı çoktan kaybettik. ABD süper güç olduğunda kaybettik, İsrail kurulduğunda kaybettik, Irak işgal edildiğinde kaybettik, ulus devlet bilincini tüm olumsuz anlamlarıyla ithal ettiğimizde kaybettik, ideolojileri kalbimize giydirdiğimizde kaybettik, hayatımızı işgal eden markaları çoktan yenmeliydik ve o savaşı veremediğimizde kaybettik, “dengeler adına” yürütülen her siyasette kaybettik, reel-politike verilen her tavizde kaybettik. Liste uzar gider. Elbette olan oldu rehavetiyle elimizde kumanda canlı yayınlarda bombalanan Filistinlileri izlemeyelim. Elbette elimizden gelen neyse onu yapalım. Boykotsa boykot, twitse twit, nefretse nefret, duaysa dua, bedduaysa beddua. Ama tüm bunların ötesinde duran o kara gerçek de yok sayılacak gibi değil be kardeşim. Mensubu olduğumuz devlet İsrail denen katliam örgütüne karşı bir tane bile yaptırım uygulamıyorsa / uygulayamıyorsa, o da kınamadan öteye geçemiyorsa maalesef, üzerimize çöken yılgınlık ve kırgınlığı yok mu sayalım? Her şeyi geçtim İsrail büyükelçisini makamına çağırmalıydı Dışişleri Bakanlığımız değil mi? Elçiyi kovmaya gelmedik daha bak.

Filozoflar, yazarlar, düşünürler asırlardır insandan bahsetti, kendilik bilgisinden bahsetti. İnsan olmanın faziletinden, ahlaktan, vicdandan, merhametten bahsetti. Şairler bunun şiirini yazdı, bunların hikayesi, romanı yazıldı, filmleri çekildi. Medeniyet tasavvurları, insan hak ve hürriyetleri bütün kanlı tarihlerin üzerine ipek bir şal gibi örtüldü. Barbarlık çağlarından buralara gelindi. Öyle sanıldı aslında. Sözde gelindi. Az gidildi uz gidildi ama korkunç gerçek şuymuş meğer: “Katliamlar ne kötü be birader” dizesi bile bir seviyeymiş çünkü “katliamlar ne kötü” bile diyemeyen ahlak yoksulu bir oligarşinin yönettiği bir dünyada yaşadığımızı bir kere daha ve oldukça güçlü bir biçimde anladık. Bu utanç herkese yeter de artar. Yarın insan hakları falan diye söze başlayacak olanlar utanacaklar mı? Ne zaman utandılar ki? 

İşte kendini kaybetmek bu. Arap olmak, Müslüman olmak bir yana insan olmakla ilgili, kendin olmakla ilgili, mahcup olmamakla ilgili, ahlak sahibi olmakla ilgili, acıya karşı kör sağır olmamakla ilgili, insana has bütün erdemlerin kaybolmamasıyla ilgili de bir savaş var küçücük bir toprak parçasında ve o savaşı kaybediyoruz hepimiz. Önceden kaybettiğimiz bütün savaşların çığlığı da duyuluyor oradan. Bari ahlaki savaşı kaybetmeyelim. Bu ahlak savaşını çoktan kaybedenler için masumların cesetleri sadece politik bir engel ya da detay olabilir. Onlar zaten insan değiller. Çünkü onların insanları değil Gazze’de ölenler. Burada ayrım yaptıkları için insan değiller, olamamışlar. Umarım alınlarındaki ve ellerindeki kanı onlara daima hatırlatırız, hatırlatmayız da.

Biz Gazze’yi coğrafi olarak kaybetmenin ötesinde ahlaki olarak da kaybedersek kendimizi kaybedeceğiz. İnsanlığımızı, merhametimizi, bizi biz yapan neyse onları kaybedeceğiz. 

Savaşın bir tarafında da bu ahlak savaşı var, insan olma, insanın kendisi olma savaşı var ve o savaş hiç bitmez. İnsan neydi? İnsan olmakla ilgili anlatılanlar neydi? Yüzyıllardır bütün o yüzlerinden bilgi, bilgelik akan insanların ballandıra ballandıra anlattığı o bilimler, sanatlar, gelişmeler, aşamalar neydi?  Onların hepsi katiller sürüsü tarafında yerle bir ediliyorsa ya da onların hepsi katiller sürüsünün katliamları sebebiyle yırtılan maskelerden ibaretse kapatalım dünyayı gitsin. 


karabatak 

kasım - aralık 2023 


11 Aralık 2023 Pazartesi

karıma mektup


 

11-11-1933
Bursa
Hapishanesi


Bir tanem!
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor 
                    yüreğim sersem! ' 
                                         diyorsun.
'Seni asarlarsa 
                  seni kaybedersem;
                                      diyorsun;
                                              'yaşıyamam! '

Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; 
yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
                       yirminci asırlılarda
                                          ölüm acısı.

Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
                        razı olmuyor gönlüm.

Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
                   kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
    ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
                                           boşuna bakacaklar
                                                          Nazıma!

Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...

Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
                          istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
                                     kellesini adamın.

Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
                        bir mahpusun karısı.


nazım hikmet

15 Ekim 2023 Pazar

EKMEK SOĞUK.

                     



....

Ben koşmayı hayal ettiği için mutsuz olan bir kaplumbağayım. Koşmayı hayal etmeseydim mutlu olurdum. Ama koşamam. Koşamayacağımı zamanla anladım ama geçmedi mutsuzluğum. Şiir yazan bir kaplumbağa şiirlerinde koşuyorsa ona mutlu diyelim mi?

Gökyüzünde "yapacak hiç bir şey yok" yazıyor. Onu okumaktan başka yapacak hiç bir şey yok. Ruh bizim en güzel hastalığımız.

Kar, tıpkı bir hatıra gibi, hatırası olmayan bir adama teselli gibi, sanki yerden göğe doğru telaşla yağarken, şiirin eskimez güzelliğini başımın tacı yapıyorum. Kâğıdın duyacağı kadar bağırıyorum ben de:

Sen ey sonrasız güzellik!
Ey eskimeyen damar!
Ey hiçliğin süsü!
Ey karanlık nefes!

Yorgunum. Ölmekten korkmuyorum.

1 Ekim 2023 Pazar

yüzlerin ince lifinde korku



İlk teksif harbin kazdığı çukurlara
Adım başında ğöğsü parçalanmış gözleri hâlâ canlı bir ceset
Enerji geliyor elektrik kaynıyor sulardan
Toprak insan
Karmaşık soru bir çabuk cevap

Kimbilir nasıl çikilotalarını yarıda bırakacaklar
İki ucundan da elleri ısırmış
Bütün kan rezervleri boşalmış damarlar
Yalnız kalmış

Şimdi koşacak meydanları kim
Asırlardır söylenen bir isyan susacak nasıl
Kendini ara bul getir şiddetle kucaklaşalım
Dudağımın altına koy adını
Uluslararası çınlayalım çölden ormandan
Uçurum başlarından kumsallardan
Adımıza hazırlanmış bir mesaj olmalı
Ağzını aç ağzını kapa
Gözünü aç
Toprağa bak
Bir de insana

Hayat enerjilerinin sokağımızda koştuğu bir mahalledeyiz
Evimizden el etek çekilmiş
Durmuş insan çok akıllanmışsa eşya
Deniz bu sancıyla kabuk bağlayacak çalkalanaraktan

Halkın yaşamak marşını dinle
Kafiyeleri dünyanın o son ilerleme kitabı
Alınlarında ise saçlarına yakın bir iz
Cemaatın ayakları biçiminde
Ondört asır önce gergeflenmiş
Halılar kilimler renginde hasır mühürler

Nasıl kullanırlar yüzlerinin ince liflerini böcekler
Sanki bunlar
Toprağın başında duran insanlar
Binlerce ayıyı birarada görmüşler

Dehşet an meselesi
Tuzağa ramak kalmış
Ahret kıl payı

Şimdi yüzlerin ince lifleri kımıldıyor
İşte bir memnunluk tümseği
Sonra bunun süreği ve zaman geldi
Korkulu bir mutluluk tırmanıyor
İklimleri


Cahit Zarifoğlu

ıtrî



                                            Rıfkı Melûl Meriç'e


Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.

Yahya Kemal


                                                                                                               

atik- valde'den inen sokakta

                                                 



                                                                                                              Nihad Sami Banarlı'ya



İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."

Yahya Kemal Beyatlı


30 Eylül 2023 Cumartesi

şakkul-arz



Bin desi derinlikte delik bir kalp
Uzanır ağız
Siyasal bir avuç hava ister

Benimle fazla yakınlık kurdun
Çiçeğim
Köklerim ateş saplarım zehir
Yağmur ateş saplarım zehir
Yağmur sularıyla izler edinmiş tenin
Benimle çok hayal kurdun artık yaklaş
İpil ipil miyop bakışın bir kanakışı
Bu su sarnıcından başla
Sana verildi emanetim ateşim zehrim
Benimle çok put kır çiçeğim

Edisyonkritik
Bir ses
Bin desi derinlik yer dolması ağırlık
Havagazından uzanır ağzın
Siyasal bir ton özgürlük ister

Arz gittikçe benim ve onun
Karşılıklı
Bileyli
Havada
Palalarımız
Hamlesi yaman ilkin bir defne dalı
Detant
Hadi oradan-ardından
Sam füzeleri

Hilesi hayatı olmuş gördüm ki
Anam babam kemirilmiş
Çorbama kireç ekilmiş

Hamlem zarif
Vuruşum hayat
Hilem tay
Kaçıp dönüşüm şiir

Arz gitgide benim
Muharremde temeli atılır güveyliğimin


Cahit Zarifoğlu