“bugün ben bunları hatırlıyorum
yağmurun deldiği üç parça şiir
üç dilim portakal gibi ağzımda
tutuyorum fakat Adem bu nedir?”
Eski Arkadaşım Adem
Süleyman Çobanoğlu
..........
TEKNİK OLARAK HÜZÜNLÜSÜN
Köprüden denize baktığında suyu öpen yok suda gezinen ya da suda oynaşan hımm evet ışıkları da yorgun görüyorsun. Da yorgun görünüyorsun. İstanbul kelimesi de bir yerlerde okutuyor kendini. Şehre dua ede ede döneceksin gece olunca. Her şey gece başladı ve gece sona erecek diyeceksin. Büyük binalardan ve üst geçitlerden nefret edeceksin.
Hiçbir şey anlatmak istemeyeceksin. Ama hiçbir şey anlatmak istemeyişini anlatmak isteyeceksin. Yanında oturan adam “elinizdeki dergiye baka bilir miyim?” diyecek. Dergiyi uzatırken “kapaktaki benim şiirim” diyeceksin ve bunu o adamın adına hissedeceksin. Teknik olarak hüzünlüsün ve kalbinden nefret edeceksin.
Üşürken senin üşütenin otoyol olduğunu düşünür gibi olduğunda bunu düşünmenin tehlikeli olduğunu anlayacaksın. “Soyut üşümeleri bir yana bırak” diyen ses meşgul edecek seni. Bekledikçe kafana üşüşenler olacak, mesela Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde bir gece… Ve dönüp dönüp intikam alan hatıra sayılmayan hatırlamalardan nefret edeceksin.
Allah’ın varlığı ve şeytanın varlığı arasına gerdiğin ya da gerilen ipte yaptığın yürüyüşün sonunda cennete mi cehenneme mi düşeceğini bilmeyişinden nefret edeceksin.
Gece cam kenarında akıp gidecek “susuz ve acıydı öyle bıraktım” dizesi eşliğinde. “Safsın” kelimesi bu kez daha büyük ve karanlık harflerle okutacak kendini. Saflığından nefret edeceksin.
Gözlerine bakacaksın. Sonra kendi gözlerine bakacaksın. Sokağa bakacaksın. Masaya ve şehri emen karanlık gökyüzüne… Kahkahanı anlayacaksın. İçini kanırtanın ne olduğunu kavradığında hafızandan nefret edeceksin.
“Bunları neden ve kime yazıyorsun?” diyecek harfleri gırtlağına tıkmaya çalışan bir ses. Yolları sana çıkmayan bir dünyada yazıyı pusula belleyen aklın sana ihanet edecek. “Deli edersin sen bizi mutfaklarla çamaşırlarla” ve “ Sonra benim sezen aksu bileklerim de incelir” gibi şeyler seni mahvedecek. Deli etseydin sen bizi mutfaklarla çamaşırlarla’ya dönüşecek o dize. Çok uzak zamanlara tutulmuş projeksiyon gibi baktığında şimdiden uzağa, yıllar seni o an, anında, şiddetle yaşlandıracak. “Yazdığımız şiirler kaderimize dâhil mi?” diyeceksin.
Yaşıyor gibi yaşayacak, hissediyor gibi hissedecek, düşünüyor gibi düşünecek ve yalnız kalmış gibi yalnız kalacaksın.
Seni kendine getiren ayetler ve nefsi yücelten şiirler arasında bir yerde yüzyıllık uykulara giderken gökyüzünün karanlığını üstüne çekmiş gibi uzanacaksın yatağına. Ancak sonsuzluğun terazisinde tartılacak bir hayalin hayatını kuramayışını düşüneceksin. O an Allah’tan ve senden başka hiç bir şey yokmuş gibi gelecek var olan…
Rüyadan çıkış yolları olarak gördüğün hayatla, hayattan çıkış yolları olarak gördüğün rüyalarla sarmalandığında seni kendini öldürüşünden tanıyacaklar.
Kendini, kendini öldürüşünden tanıyacaksın.
Bu yazıyı boğmaya çalışan bir çift eldiven midir sevilmemek?
Zamanla her şey bir hikâyeye mi dönüşür ya da hiçbir hikâye hayata dönüşmez mi?
Geciktikçe tadı kaçan bir ölüm
Felç olmuş sözcükler
Tramvaylar
Otobüs biletleri, hiç alınmamış
1 mesaj alındı
Kıpkırmızı sular