“ Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı.”
Yüzyıllık Yalnızlık, ilk cümle
Gabriel Garcia Marquez
Orta 1'deyim. Alaşehir'de.
Lâcivert ceketim, gri pantolonum, beyaz gömleğim, takmaktan büyük mutluluk
duyduğum kravatım ve ben, meydana yakın havuzun az aşağısında bizi bekleyen
sarı Ford minibüse doğru yürüyoruz. Tepeköy'den ilçeye minibüsle (dolmuş'tu
minibüsün o zamanki adı) gelirdik. Aslında her gün okula bırakır, okuldan
alırdın bizi minibüs. Galiba o gün okula bizi almaya gelemediği ender
günlerdendi. Neyse, yolda Mustafa ile karşılaştık, bir gün evvel Türkiye - Sovyetler Birliği'ne yenilmiş, maçı konuşuyoruz, demek ki
tarih 11 Mayıs 1989 Perşembe, malum, milli maçlar çarşamba günleri olurdu.
Mustafa ayrıldı mahallesine doğru
ve tam sağa, minibüsün bizi beklediği yere doğru yürüyordum ki bakkalın önünde
durmuş beyaz bir Mercedes gördüm. Arabanın camları açıktı. Arka koltukta sarı
saçlı, sağ gözünü saçlarıyla kapamış, üzerinde gri çizgiler olan beyaz bir
tişört, beyaz pantolon olan, güneş gözlüğünü kafasına takmış, sigara içen bir
kadın gördüm. O kadar göz alıcıydı ki durup bakakalmışım. Şoför koltuğu boştu,
bakkala girmiş, ön koltukta oturan belki 50 yaşındaki kadına bir şeyler
anlatıyordu. "Aman abla boş ver" dedi galiba ya da öyle bir şey.
Sigaradan çekip külü camdan silkelerken göz göze geldik. Ve bana sımsıcak
gülümsedi. Kızardığımı hatırlıyorum. Gülümsemeye çalıştım herhalde kızarıp
bozarmak dışında. 2,3 saniye sürmüştür en fazla. Sonra şoför geldi, araba
hareket ettiğinde o sarı saçlı güzel kadın çoktan öndekilerle konuşmaya
başlamıştı bile. Ben de sağa dönüp minibüse doğru yürüdüm.
3 ay sonra, köyde, kahvede
gazeteleri okurken Sabah gazetesinin manşetinde -Acıların Kadını Öldürüldü-(15
ya da 16 Ağustos 1989) kocası tarafından henüz 30 yaşında öldürüldüğü haberini
görünce parçalar kafamda birleşti. Bergen'di, üç ay evvel bana gülümsemişti.
Çok üzülmüştüm ve keşke güzelce gülümseseydim diye hayıflandım 12 yaşımla.
Alaşehir'de ne işi vardı, Antalya’ya
veya Akdeniz taraflarına konsere falan gidiyordu da geçerken uğramak zorunda mı
kalmışlardı, bilmiyorum. Bildiğim 3 metre ötemde bana sapsarı gülümseyen,
80'lerde hala yaşayan, hala harbi kadın sesiyle şarkılar söyleyen, fırtınalı
hayatının bir yerinde bir çocuğa gülümseyerek belki tebessümünde bir anlık
dinlenen, sanki bir filmin içinden bana bakan kadın oydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder