Perilerle her yer meskûndur sandım.
Hayretle baktıkça o vahşet-zâre,
Esrâr-ı hüsn ile meşhûndur sandım.
Yürürken benimle, dağ taş yürürdü,
Her ağaç peşinde gölge sürürdü
İnandım ki beni her şey görürdü
Huzurumla âlem memnundur sandım.
Ezelden beridir, o hücrâ yere
Ninniler söylermiş bir serin dere;
Sırrını bana da açtı meşcere,
Gençliğim orada medfûndur sandım.
Çamlar kanat germiş bir hümâ gibi!
Çayırlar mükevkeb bir semâ gibi!
Çiçekler, acâyib muammâ gibi!
Ne gördümse şaştım, efsûndur sandım!
Sevdâlar demiydi: Bülbül çilerdi,
Servistan içinden bir ses gülerdi,
Çiçekler, kuşlardan bûse dilerdi,
Kâinât aşk ile mecnûndur sandım!
Senenin sonbahar faslı gibiydi,
Toprak, bulut, yaprak paslı gibiydi;
Serviler kararmış, yaslı gibiydi;
Düşünen kayalar mahzûndur sandım.
Mağribi yakmıştı firkat ateşi.
Yuvaya dönmüştü her kuşun eşi,
Dağlara yaslanıp yatan güneşi,
Yaralı, hastadır, yorgundur sandım.
Nûş ettim güneşin akan rengini,
Rûhumu hazz ile yakan rengini;
Ufukta görünce o kan rengini
Felekler ben gibi dil-hûndur sandım.
Sıra dağlar mordu, sular kırmızı,
Suları beklerdi bir peri kızı;
Alnından öperken -akşam yıldızı-
Yeşil gözlerine meftundur sandım.
Su kenarlarında lâleler vardı,
Göllerde âteşîn hâleler vardı;
Uzaktan akseder nâleler vardı;
Bir âhû kalbinden vurgundur sandım.
Reng-i hüsn emerdi ay, Ülker, çemen,
Günün – can çekişen – solgun lebinden,
O gece her şeyi penbe gördüm ben!
O yerin mehtâbı gülgûndur sandım.