17 Temmuz 2019 Çarşamba
kemal tahir'i yeniden okumak, yeniden hatırlamak
Semih Gümüş, Notos için Kemal Tahir üzerine bir yazı isteyince, önce bir bir anıları belleğimden geçirdim. Sonra da bunlara ne katacağımı düşündüm.
Kemal Tahir sık görüştüğüm, evine gittiğim, dışarda da sık sık buluştuğum, çok sevdiğim, saydığım, edebiyattaki öncülüğüne inandığım bir usta.
Bâb-ı Âli buluşmalarında o beni İstanbul Lokantası’na götürür, ben de onu Konyalı’ya davet ederdim.
Konuşurken kendini konuya kaptırması ona ayrı bir inandırıcılık kazandırırdı. Coşkusu karşısındakini doğal biçimde etkilerdi.
Yeni Edebiyat dergisine yazı istediğimde beni kırmamış, dergime yazı yazmaya başlamıştı. Sık sık yinelediğim gibi, meşhur “Yazdıklarım gerçektir, ama roman gerçeği” sözü o dergide yayımlanan yazısında yer almıştı.
Donanımlı bir isimdi ve Türk müziğini severdi, müzik üzerine uzun konuşmalarımızı hatırlıyorum. Unutamadığım günlerden biri de Şişli’de Necdet Sander Kitabevi’ndeki imza günüydü.
Okurlarının sorularını tek tek usanmadan cevaplandırmıştı. Yanında da İsmet Bozdağ oturuyordu.
Sinemayla da yakından ilgiliydi Kemal Tahir. Ben gerek Halit Refiğ’le, gerek Metin Erksan’la onun evinde tanıştım. Evindeki buluşmalarda, Semiha Yenge’nin (Tahir) yaptığı yemekleri yerdik.
Kemal Tahir bahsi geçer geçmez gözümün önüne gelen karelerden bazıları bunlar. Daha çok şey var elbette.
Bu yazımda onun eserleri üzerine değerlendirmek yerine, eserlerini nasıl değerlendirmişler, onu değerlendireceğim. Bir de bazı kitaplarının çıkış noktalarını ve yazılma gerekçelerini notlamaya çalışacağım.
Kemal Tahir hakkında çok yazdıysam da fazla konuşma yapmadım. Ancak bir tanesini anmalıyım. Onun ölümünden kısa bir süre sonra Edebiyat Fakültesi’nde Orhan Pamuk ile birlikte bir Kemal Tahir konuşması yapmıştık.
Belleğimde kalan fotoğraflardan biri de: En ön sırada Kemal Tahir’i seven ve bilen, hakkında kitap da yazan Dr. Hulusi Dosdoğru oturuyordu.
Kemal Tahir okumalarına Beş Romancı Tartışıyor’la başladım.
Turhan Tükel’in hazırladığı kitapta bakın hangi romancılar vardı: Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Mahmut Makal, Orhan Kemal, Talip Apaydın.
Bu kitabın beni çeken yanı, bu beş yazarın da gerçekçilik ve köy üzerine söylediklerini romanlarıyla karşılaştırmak oldu.
Turhan Tükel kitabın başında yer alan, “Oturum nasıl yapıldı?” adlı yazıda oluşuma dair bilgiler veriyor.
Romancılar bu tartışmada, şehirli romancı, köylü romancı ayrımı sorusuyla başlıyor. Köyü görerek, köyde yaşayarak mı köy romanı yazılır, sorusunu irdeliyorlar önce.
Kemal Tahir diyor ki: “Köy romancısı, şehir romancısı diye romancı olmaz.”
Orada yaşamanın şart olmadığını da şöyle özetliyor: “O zaman hamallar hamallığı, köylüler köylülüğü, bisiklet tamircileri de bisikletçiliği yazmalı.”
Bu kitapta Kemal Tahir’in söyledikleri, köy kavramına nasıl baktığı konusunda da ipuçları veriyor. Ayrıca yalnız kendi düşüncesini yansıtmıyor, tartışmaya katılan romancılar hakkında düşüncelerini de açıklıyor.
Yazdığı romanlardaki köy/köylü anlayışını irdeleyebilmek için bu kitaptaki görüşlerini okumak gerektiği kanısındayım.
Nedense bizde edebiyatçı unvanı yeterince cazip görünmüyor, ardına bir de düşünür unvanı ekliyoruz.
Taraf tutma eğilimi, bir düşünceyi tercih etme zorunluluğu iki kitabın karşılaştırılmasında da önümüze çıkar. Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı’sı ile İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Selâhattin’i, edebiyatçıların yanı sıra edebiyat dışındaki yazarlar tarafından da birer savunma silahı olarak kullanıldı.
Kemal Tahir’i sevenler de zaman zaman düşüncelerini öylesine yücelttiler ki, çok zaman romanı geride kaldı. Bugün de romancılığı tartışılmalı, öne çıkarılmalı, elbette hangi düşünceler bağlamında kaleme aldığı unutulmadan. Ama sadece düşünceye bakıldığında Kemal Tahir’in “yazarlık kudreti” nedense göz ardı edilir oluyor.
Kemal Tahir, kemikleşmiş siyasal düşünceleri, genel geçer yargıları sarsmak isterdi. Eserlerinde bunu uyguladı. Bu isteği yüzünden de Devlet Ana çıktığında tepkilere yol açtı. Onu sevenler ve sevmeyenler ikiye ayrıldı.
Çünkü dönem itibariyle Cumhuriyet’in inançlı kuşakları onu tartışmaya tahammül edemiyordu. Oysa onun önemi; karşıt düşünceyle, mefhumu muhalifini ortaya atarak bir düşünce dengesi sağlamıştı.
Ne var ki onu sevenler de sevmeyenler de bu denge çalışmasına yanaşmadı.
Hiçbir edebiyatçı Kemal Tahir kadar edebiyat yoluyla düşünce dünyasını etkilememiş, yeni yorumlar oluşturulmasına yol açmamıştır.
Kitaplarını, düşüncelerini konuşurken, bir fikir alıştırması yaptığını fark ederdiniz. O roman yazarken, Türk kültüründe, Türk tarihinde bunu nereye oturtacağının araştırmasını yaptı. Bu araştırma isteği, sanatlarında, araştırmalarında bir yenilenme tohumunu taşıyanlara yol açtı. Özellikle sosyolojide, sinemada yeni bir açılım başladı.
Girişimlere, yazılara, çekilen filmlere sadece Cumhuriyet eleştirisi olarak bakmak yanlış olur. Alışılagelmiş bir cumhuriyet anlayışını tarihi perspektiften sorgulamak belki de ihmal edilmiş bir tavırdı.
Romanlarını okuyan kimileri, onun araştırma önerisinde bulunduğu gerçeğin yerine asıl olduğunu iddia ettiği tarihi yazdığı kanaatine vardılar.
Avrupa’ya açılışımızda bizim olan kültürel mirası algılama hususlarında unutkanlığımızı hep vurguladı. Özellikle müzik konusunda bundan yakınırdı.
Ben onu okurken ve dinlerken hep şöyle düşündüm: Yazılanın, şimdiye kadar savunulanın bir başka yanı, yönü de var. Tepkilerin nedeni buydu.
Edebiyatta, siyasette tabuları yıktı.
Cumhuriyet aydınları tabuların tartışılmasını kabul etmiyordu. İhmal edilmişleri eserlerine koydu Kemal Tahir. Temel çatışma buradan çıkıyordu zaten.
Aslında Kemal Tahir romanda ne yaptı, sorusunu sorduğunuzda, bunun karşılığı hem edebi hem de siyasidir. Romana tarihin yedirilmesi, onun etkisiyle gerçekleşmiştir.
Roman gerçeği yazısı bugün birçok romancının, eleştirmenin can simididir. Ahmet Altan’dan Nedim Gürsel’e kadar uzayan çizgide birçok yazarın Kemal Tahir’e bir savunma borcu vardır.
Yeni Edebiyat’ı çıkarırken, yazıları dışında, gönderilen öyküleri de seçiyordu.
“Ustalar Seçiyor” başlığı altındaki bölümümüzde şiirleri Behçet Necatigil, öyküleri de Kemal Tahir seçerdi.
Gönderilen öyküler arasında ilk yayımlanan Hulki Aktunç’un öyküsü olmuştu. Ve Yeni Edebiyat’ta yayımlandı.
Bizde eleştiri reddiye olarak algılanır. Ne yazık. Bence Kemal Tahir’in Batı’ya karşı getirdiği eleştirileri reddiye olarak görmek yanlış olur. Ancak o, sorgusuz sualsiz Batı hayranlığını eleştiriyordu.
Yaşadığı dönem itibariyle ve donanımlı bir entelektüel olarak Doğu-Batı ikilemini kendi hayatında da, eserlerinde de sorgulamıştı.
Resmi tarih ve ideolojik kamplar, cumhuriyet rejiminin eleştirisine pek hoş bakmıyordu o dönemde. Kemal Tahir büyük bir özgüvenle bunu göze aldı.
Romancının ille de belgelere göre bir görüş edinmesinden yana değildi.
Nitekim Konyalı’da Doktor Turhan Bozkurt ile beraber yemek yerken, Doktor’un, “Yeni belgeler mi bulundu?” sorusuna verdiği, “Belgeye gerek yok, tarihin akışı bunu gösteriyor,” yanıtı, romancı özgürlüğünü simgeleyen bir cümledir. Ben bu sözü şöyle yorumluyorum, tarihi akış içinde bazı nedenler bazı sonuçları doğurur, o zaman da belgeye romancının ihtiyacı yoktur.
Doğan Ergun’un saptamasını onun hakkındaki her yazıda kullandım: “Kemal Tahir bilim adamı değildi, romancıydı.”
Edebiyat dünyamızda –belki her alanda– alternatif çözümlerin, akımların tamamlayıcı yanına itibar edilmez. Edilseydi Kemal Tahir çok daha doğru bir platformda tartışılırdı.
Taraf tutma eğilimi, bir düşünceyi tercih etme zorunluluğu iki kitabın karşılaştırılmasında da önümüze çıkar. Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı’sı ile İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Selâhattin’i, edebiyatçıların yanı sıra edebiyat dışındaki yazarlar tarafından da birer savunma silahı olarak kullanıldı.
İki kitabın da doğru yanlış yanlarını aynı kefeye koymadım.
Bence iki kitap da siyaset ve asker ilişkilerinin farklı bakış açılarını sunuyordu.
Kemal Tahir, buluşmalarımızda, konuşmalarımızda askeri tutmanın, onu siyasete çekmenin yanlışlığına değinir ve askeri siyasete çağıranları herhangi bir askeri harekette, darbede ilk önce bu savunanları yargılayacaklarını, tutuklayacaklarını söylerdi. Haklı da çıkmıştı. 12 Mart 1971’deki muhtıra, onun görüşlerinin doğruluğunu ispatlamıştı.
Yorgun Savaşçı’nın benim yazarlık ve televizyonculuk yaşamımda da belirleyici bir yeri vardır. Yorgun Savaşçı için gerek yazımda gerek televizyonda aşağı yukarı şöyle demiştim: “Yorgun Savaşçı orduyu siyasete sokanlarla onu siyaset dışına çekmek isteyenlerin romanıdır.” Bu yargımı Kemal Tahir çok beğenmişti.
İsmail Cem de bu yargımı dinlemiş, “Televizyonun, radyonun başında olsam seni konuştururdum,” demişti. Gerçekten TRT Genel Müdürü olduğu zaman bu sözünü hatırlayıp beni aradı ve radyoda televizyonda kitapla ilgili konuştum.
Roman Yunus Nadi Ödülü’nü kazanmıştı.
Halit Refiğ de sinemaya aktardı. Ancak onun başına gelenler sanırım Türkiye’de hiçbir filmin başına gelmedi. Kopyaların yakılması sinema tarihinin talihsiz olaylarındandır. Gene karşıt düşüncelere karşı müsamahasızlığımızın bir öyküsüdür bu yakılma.
Kutuplaşmalar sonucunda taraflar daha da keskinleşti.
Dikkatimi çeken bir başka gerçeği mutlaka yazmalıyım.
Kemal Tahir hakkında çıkan kitaplara baktığınızda, onu yazanların, değerlendirenlerin, övenlerin çoğu zaman karşıt tarafı yok saydığını görürüz.
Türk edebiyatını da, Türk siyasetini de, Türk ekonomisini de ondan sonra başlatacak kadar ona bağlıydılar.
Bu durum ne yazık ki başka gerçeklerin önünü kesti.
Köy Enstitüleri’ni ele alan Bozkırdaki Çekirdek romanı büyük tepkilere yol açtı. Oysa Köy Enstitüleri’ni destekleyenlerin bile, “O böyle görmüş,” demesi gerekirdi.
A’dan Z’ye ne varsa, ne yerleşmiş ve sorgulanmamışsa Kemal Tahir ona muhalefet etti. Sırf muhalefet olsun diye bunu yapmadı, “Bu yönü de var,” dedi.
Kemal Tahir’e yaklaşımlar toplu olarak iki kitapta yer aldı.
Biri Kemal Tahir 100 Yaşında. Editörleri Ertan Eğribel ve M. Fatih Andı idi.
Diğeri de Bir Kemal Tahir Kitabı – Türkiye’nin Ruhunu Aramak başlığını taşıyordu. Editörü Kurtuluş Kayalı idi.
Kayalı’nın “Önsöz”deki bir yargısına ben de katılıyorum:
“‘Yanılmışız arkadaş’ lafını sürekli olarak kullanan bir entelektüelin bugün yaşasaydı eski düşüncelerini aynen telaffuz edeceğini söylemek kelimenin tam anlamıyla bir ham hayal. Dolayısıyla onun düşüncelerini adabıyla, saygılı bir şekilde tartışmak gerekli görünüyor.”
Acaba bu saptamayı o kitaptaki yazarlar uyguladı mı, yoksa bildiklerini zaman geçmemiş gibi tekrarladılar mı? Bunu yapanlar da var, yapmayıp kendilerini, Kemal Tahir hakkındaki düşüncelerini yenileyenler de var.
Kurtuluş Kayalı, “Giriş: Bir Kemal Tahir Kitabı...” yazısındaki bir cümlenin tersi olmasını isterdim.
Türkiye’nin sıra dışı entelektüellerinin sözüne itirazım var, biz o entelektüellerin Kemal Tahir hakkında ne söylediklerini, ne söyleyeceklerini de biliyoruz, keşke bu takımın dışındakilere de sorsaydı. “Önsöz”de yazarların yazıları üzerine bir tanıtım yapıyor. Kayalı da ne yazık ki alternatif bir düşünceye gönül indirmiyor. “Düşünce biçimi de hep Batı’yı aklayacak bir mecrada seyrediyor,” diyerek Batı karşıtlığına katılmış bulunuyor.
Bu toplamda Doğan Ergun’un yazısı hâlâ geçerli bilgilerle donanmıştır.
Kurtuluş Kayalı’nın “Bizim Kuşağın Kemal Tahir Okuma Serüveni...” yazısı, dönemin kültürel ve edebi atmosferi verme açısından hâlâ önemini koruyan bir yazıdır, ancak Büyük Mal’la ilgili saptamasına katılamayacağım:
“Büyük Mal da sükûtla karşılanır. Tabii bu bir ölçüde bizim entelektüellerin, bizim aydınların sathiliğinden de kaynaklanır.”
Kayalı’nın Kemal Tahir ve Tanpınar için kullandığı, “sükût suikastı” benzetmesi doğrusu çok hoşuma gitti. Birçok kişi için de kullanılabilir.
Yazısında Fethi Naci’yi andığı bölümü de okumanızı isterim: “Fethi Naci’nin gönülden katıldığım bir savı vardır; der ki: ‘Türkiye’nin gerçek tarihi romanlarda gizlidir.’ Kemal Tahir bu savın en mükemmel örneğidir. Bunun yanı sıra ‘toplumcu gerçekçilik’ akımının en çarpıcı örneklerini de eserleriyle vermiştir.”
Kayalı’nın yazısında benim eksik bulduğum yan, karşıt düşüncelere yer vermemesidir. Bu toplamdaki diğer yazılar da bugün nelerin tartışılması gereğini önermektedir.
Bu kitabın 2010’da yayımlandığı düşünülürse, yazıların henüz tazeliğini, yeniliğini koruduğu söylenebilir.
Ertan Eğribel - M. Fatih Andı, Kemal Tahir 100 Yaşında kitabının “Sunuş”undaki ilk cümle şöyle: “Kemal Tahir, XX. yüzyılın Türk toplumuna da yansıyan çelişki ve çatışmalarını gören ve bunları başta romanları olmak üzere yazdıklarıyla ifade eden bir aydınımızdır.”
“Sunuş”taki en önemli satırlar, Kemal Tahir-Baykan Sezer ilişkisi üzerine belirtilenlerdir.
Kemal Tahir’le ilgili önemsediğim yayınlardan birisi de Hece’nin Kemal Tahir Özel Sayısı. Başlığı: “Türkiye’nin Ruhunu Arayan Aydın – Kemal Tahir”.
İlk yazının başında Cemil Me-riç’ten bir alıntı yer alıyor:
Dost bir sesti Kemal, okşayan, inandıran bir ses...
Bir vicdanın sesiydi bu.
Melânetlere meydan okuyan bir sayha idi.
Yalanları silip süpüren bir fırtına.
Kemal Tahir’i okuyanlar için de okumamışlar için de dolgun bir özel sayı.
Her yazarı okumanın bir nesnel, bir öznel nedeni vardır bence.
Kemal Tahir’le ilk tanıştığımda coşkusu, karşıtlığı, ortalıkta dolaşan itibar gören fikirlere isyanı, yeniyi arayışı, sizi de arayışa ortak edişi, içtenliği, cezbesi onunla yakınlığımı tesis etti.
Altın Kitaplar Yayınevi’nin, kitaplarını yayımlamasını istiyordum, hayır demedi.
Söz verdi. Dürüstlüğüne bir örnek vereyim, bu sayede karakterini biraz daha anlarsınız.
Altın Kitaplar Yayınevi’ne gideceğini Ahmet Tevfik Küflü’ye söylemiş. Küflü, “Onların tekliflerini aynen yerine getiririm,” demiş. Kemal Tahir bana geldi ve dedi ki: “Sizin koşullarınızı o da yerine getiriyor, ama sana söz verdiğim için al kitaplarını getir dersen getiririm.” Ben de, “Söz konusu olan sizsiniz,” dedim ve kitapları bıraktım.
Dergide yazmayan bir insanın dergiye yazması, dergide yayımlanacak gençlerin öykülerini seçmesi, benim kitaplarına olan hayranlığıma bir de insani yanına olan hayranlığımı eklemiştir.
Giriş katındaki evini hâlâ anımsarım.
Onu doğru ya da yanlış diye değerlendirme hatalı bir yöntemdir. Tıkanmaların, kemikleşen yargıların, beğenilerin kırılmasını sağladı.
Birçok sorunu edebiyat aracılığıyla aktardı, o düşünceler romanda yer almasaydı belki de bu kadar yaygınlaşamazdı.
Edebiyatın içinde olduğu kadar söyledikleri, yazdıkları edebiyatın dışına da taştı. Bunu hangi gerekçeyle söyleyebilirim.
Hakkında yapılan tezler sadece edebiyat bölümünde gerçekleştirilmedi, sosyoloji bölümünde de birçok tez yapıldı.
Sezai Coşkun’un Esir Şehrin Hür İnsanı Kemal Tahir – İnsan, Eser, Fikir kitabının başındaki sunuşta Kemal Tahir’e eleştirmenlerin, yazarların, edebiyat tarihçilerinin yaklaşımının özetini bulabilirisiniz.
Coşkun’un “Önsöz”ünden bir bö-lüm hem Cemil Meriç’i hem Kemal Tahir’i tanıtıcı bir içerik taşır: “Cemil Meriç, Türk aydınından yakınırken, ‘Aydınımızın tecessüsü hiçbir zaman Himalaya zirvelerine yükselemedi,’ der. Bu tecessüs yokluğu, aydın denilen zümrenin ciddi meselelerin uzağına düşmesine ve ‘celâdetten’ yoksun kalmasına yol açar. Türkçedeki aydın kavramının sınırlarını zorlayan Kemal Tahir, dostu Cemil Meriç’in yakındığı tecessüs eksikliğini gideren ve Türk düşüncesinde celâdeti temsil eden tavrıyla öne çıkar.”
Onun bazı deyimleri çok hoşuma giderdi, bunların başında “sapı silik” sözü gelirdi. Eleştiriye başladı mı, o konuşmalar size öykülerinden, romanlarından bir parçayı hatırlatırdı.
Kemal Tahir’le ilgili bir başka anıyı anlatmak isterim.
Bir akşamüstü evine ziyarete gittiğimde anlatmıştı. O gün doktora gitmiş, şikâyetlerini sıraladıktan sonra doktor bir reçete yazmış ve çok önemli bir tavsiyede bulunmuş, “Günde şu kadar saat yürüyeceksin,” demiş.
Fakat kısa süre sonra durumun farkına varıp yazdığı reçeteyi geri istemiş ve yırtmaya başlamış. Kemal Tahir ne olduğunu soracakken doktor açıklamış, “Ben günde on reçete yazmak için yerimden kalkamıyorum, sen onca sayfa yazıyorsun, ne ara çalışma masandan kalkıp yürüyeceksin,” demiş.
Kemal Tahir’i bugün yeniden okumak gerekir.
Bu okuma, eserlerinin yeniden değerlendirilmesini sağlayacaktır.
Sadece romanları ve düşünceleri değil, bu zamana kadar çok ihmal edilen öyküleri de mutlaka değerlendirilmelidir.
Kemal Tahir bize her konuda tartışma alanı açtığı, bildiklerimizi yeniden gözden geçirmeyi sağladığı için önemlidir. İnsan olarak da aradığım örnek bir insandır.
doğan hızlan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder