7 Haziran 2018 Perşembe

ÇAY SAATLERİ


...........................

Allah kahretsin e mi! Dahi değildim. Güzel bir dalgınlığım yoktu. İlgisiz değildim. Hafızam sağlamdı. Tüm bunların bir eksiklik olduğunu zamanla anlamıştım. Evi dağınık, masası dağınık, aklı ve sağduyusu paramparça ama dehası pırıl pırıl biri olaydım keşke! Hatta tuhaf huylarım olsaydı. Mesela simetri hastalığım, mesela çizgilere basmadan yürüseydim, mesela dil bilimcilik alanında ya da harp teknikleri konusunda kendi çapımda bir uzmanlığım olsaydı. Havuça alerjim olsaydı keşke. Sıkıldıkça biriyle konuşurken öksürseydim ya da. Geceleri arp çalsaydım ve duvarımda Sokrates’in bir resmi olsaydı. Asla tavuk yemeyen ve yağmur yağdıkça göz nezlesine yakalanan biri olsaydım. Hepsi kabulümdü yeter ki dahi olsaydım. Çok sevindiğinde kekeleyen sevimli bir deha!
Değildim.

...............................

5 Haziran 2018 Salı

UZAYAN SAÇLARINDA SUSKUNLUĞUNUN yazılışından 18 sene sonra


...........................
Yürüyüşümüze kandığımızdır yoldur dünya
Kurumuş bileklerin, yeşili büyümeyen aşkın
Hüznümüzün simyasıdır - bunu her yurtsuz bilir -
Ölüm ve dirim ayetleri kırarken kapımızı
Kör bir bıçağın sünepesidir şiir
...............................

4 Haziran 2018 Pazartesi

"şâir, bir kader cambazlığının adamıdır."




Şâir, bir kader cambazlığının adamıdır. O, insanlığın çektiğini ve çekmesi gerektiğini çekecek, fakat bu çekilenlerden ötürü ezilmeyecek ve bu çilenin mâcerâsını, bir kutup kâşifi sabrıyla, hatırasını kaydederken gösterdiği sabırla ve ameliyat başındaki doktordan daha sakin ve soğukkanlılıkla yazacaktır. Acıların kanını sevinçlerle, ihâneti masumlukla, korkaklığı yiğitlikle, hırsızlığı cömertlikle, lüksü riyâzetle yıkacaktır. O, yaşantısı, dâima iki renk iplikle dıştan siyah ve içten ak, dıştan kızıl ve içten yeşil iplikle örülmüş görünümündedir.

İnsanlar, çoğu kez bu trajedya kahramanına, bir komik muamelesi yaparlar. Bunu bilmelidir şâir. Bunu göze almalıdır. Ama her seferinde, yenilgiyi kabul eden o değil öbürleri olmalıdır. Övgüler de, yergiler de dayanıksızdır. Şâirse, dayanaklı olduğu ölçüde kazanacaktır. Geceye yenilmeyen her kişiye, ödül olarak bir sabah ve bir gündüz, bir güneş vardır. Ve şâir, her sabah, armağan olarak, bir gündüze kavuşmağa en lâyık kişidir.2

Şair bağlantısını kendisi kurmalı, her şeyin kiralandığı çağımızda, son derece dikkatli olmalı, bilerek bilmeyerek kiralanma durumuna düşmemeli. Ortak görüşlerde de kiralanmamalı şâir. Bir levha asılıdır şâirin alnında: “Satılık değildir.”, “Kiralık değildir.” Çağa karşı direnmeli. O, asla çağdaş değildir. Çağdan ileridir, hep. Ona “çağ dışı” ya da “geride kalmış” gözüyle bakacaktır çoğu kez çağ. Aldırmamalı buna. Çağ, ondan, hiç bir şey vermemek karşılığında her şeyi ister. Onun ruhunu, geleceğini ister. Geçici ün için gerçek ve sürekli ününü ister. Doğar doğmaz ölen alkışlar karşılığında, gelecek çağları dolduracak alkış çınlayışlarını ister.

Şâir, kendisi bir süper güçtür. Bunu unutmamalı.

Sezai Karakoç

1 Haziran 2018 Cuma

yarı aydınlıklar ki sahipsiz



Yarı aydınlıklar ki sahipsiz
Ve mavi serçeler sabahtan erken.
Çocuğum şarkı söyle sokaklarda
Sesin güzelliğini kaybetmeden.

Kapılar açılır ardına kadar
Kuşlar uçar hatıralar içinden.
Çocuğum bol bol masal dinle
Henüz inanırken.

En uzak gemileri korsanların
Seyretmek yıldızların silinmesini.
Çocuğum sor neden akşam oluyor
Ayıplamaz kimse seni.

Bazı sahillerin serinliği
Ve unutulmayan ilk demet.
Çocuğum sana yalvarıyorum
Ellerin çirkinleşmeden dua et.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

beş zaman arasında kaside



Aşk henüz balçıkla kan arasındaydı:
Ben saçlarını örüyordum bir ıssız gezegende,
Daha yaşanmamış geceleri hayâl ediyordum,
Bir yılkı atı gibi başıboş sıcaklığını
Tutup geleceğe ben yediyordum.
Aşk henüz bedenle can arasındaydı:
Tâ gözlerinin içine bakıyordum bir ıssız gezegende,
Yıldızları koyuyordum yerliyerine…
Acıyı öğreniyordum, o muhteşem acıyı…
Nefesimle çizgiler çiziyordum ellerine…
Aşk henüz mekânla zaman arasındaydı:
Göç arzuları mı ne kımıldıyordu içimizde?
Kolların boynumdaydı, yüzün yüzüme değiyordu,
Bir yasak ağacın gölgesindeydik ikimiz;
Olgun şiirler dalları yere eğiyordu…
Aşk henüz toprakla duman arasındaydı:
Dokuz renkli kehkeşânlar dolaşıyordu çevremizde,
Ben süt-beyaz teninden ay ışığını süzüyordum.
Kalem yoktu, kâğıt yoktu, harf yoktu,
Kirpik uçlarımla alnına bir şeyler yazıyordum.
Aşk henüz gurubla tan arasındaydı:
Bir ıssız gezegende fısıldaşıyorduk ikimiz,
Sözün lezzetini tadıyorduk bir mercan kadehten,
Deli yağmurlar dolduruyordu derin çukurları,
Henüz denizler yoktu ben seni severken…