Çok
müzik dinledik. Şarkıların bittiği o andan korkarak, bir daha başa aldık bir
daha bir daha… Yaşlanmadık dinlerken ama içten içte güzel bir ölümle
öldürüldüğümüzü hissettik. Şimdi mesela Bach çalıyor ve ben kahve içiyorum. Bu bana
yaşlılık veriyor : durgunluk, düz yazıya yakın bir hayatım olmuş da onu
okuyormuşum gibi bir his. Piyano çalmak isterim ama. Keşke çalabilsem.
Harflerle çalmak kalıyor geriye.
Esasen
her şeyin sebebidir müzik. Susmayan ve bazen yavaş bazen hızlı – yazar burada
benzetme yapıp fiyaka derdine düşmekten kaçındı- çalan ruhtaki müzik her şeyin
sebebi, şiirimin sebebi… Şiirlerimde ben duyabiliyorum yaptığım müziği. Kalple
dinlenir müzik.
Bazen
sevmiyorum, doğru. Bu hayali sesler, ona katılan, yüklenen manalar, nafilelik
duygusu, babamın tabiriyle “havailik”, annemin tabiriyle” yavan yumru şeyler”
beni yoruyor. Müzik dinlerken arada onların beni uyaran seslerini de duyuyorum.
O zaman bir suçluluk içinde dinliyorum müziği. Müzik mi, şarkılar mı? Saf
müziği tercih ederdim belki ama sözlü olanıyla tanıştık bir kere, Viyana’da
büyümedik netice itibariyle.
Her
şey bir yerde Orhan Gencebay şarkılarıyla başlar. Bir ara onun yazdığı
şarkıları oynadığını sanırsın. Sonra İlhan İrem gelir, üniversite hayatının
fonunda onun anlattığı o olmayan sevgiliye aşık olursun. Sonra başka şarkılar,
başka arabeskler. Daima Müslüm Gürses çalıyor gibi olur bazen hayatta. Yabancı
şarkılar dinleyince sen sanki evrensel bir kişi olursun. Ve fark edersin de
onların müzikal kalitesi hala bizde yoktur. Konumuz değil bunlar. Konumuz ne?
Şu:
Ben aslında abur cubur şarkılar dinlerken âşık oldum lisede. Sonra başka
şarkılar girdi hayatıma. Acaba başka şarkılar dinledim de dinlemişken âşık
olayım bari mi dedim, şarkılar duygular mı keşfettirdi? Burası meçhul. Sonra
bitmedi müzik. Hala güzel bir şarkı bana duygular , heyecanlar, coşkular
bahşeder. Şiirler yazdırır. Çok şiir yazmışımdır müzik dinlerken. Hala da fonda
bir şeyler çalmasına ihtiyaç duyarım şiir yazarken. Biraz o müzikleri kâğıda
dökmeye benzer benim şiir yazışım, biraz da onlara eşlik etmeye…
Son
zamanlarda Orphaned Land ve Steve Jablonsky’nin Transformers serisi için
yaptığı müzikler her ne kadar o müziklerin şiddetinde bir hayatım olmasa da
şiirimin şiddeti için olmazsa olmazlarım. Bazen kendimi güneşli bir Akdeniz
şehrinde mutluymuşum gibi hissetmek için saçma sapan pop müziklere başvurduğum
da olur. Bazı dengeleri sağlar o. Ama
zaman bir gün onları da benden alacak. Şiirdeki müziğimi, öfkemi, coşkumu silip
süpürecek. Müzik, o büyük refakatçi, sonra başkaları için çalmayı sürdürecek.
Müzik insanın zayıflığındaki güçtür desem aforizma mı olur? Olsun bakalım.
Eğer
ben yorgun olmasaydım müziği göklere çıkaracak bir şeyler derdim. Göklere
yetişmek için dinlediğimi şarkıları anlatırdım. O şarkının bana yazdırdığı
şiiri, o şarkının yaşattığı aşkı, o şarkının intihar isteğini bende nasıl
tutuşturduğunu anlatırdım. Müziğin beni hayattan nasıl kopardığını
anlatırdım. Notaların hayata eklediği
incelikler ve şiddet, derin kalp bilgisi ve yelpazeler …
Çok
isim var sayabileceğim. Bir ara herkese “şunu dinle, bunu dinle” diye tavsiye
terörü uygulardım. Bundan vazgeçip Youtube’a 10 kadar kanal kurdum. Sevdiğim
müzikler orada. Onları da en çok ben dinliyorumdur muhtemelen. Aslında
dinlerken de yaşarken de böyleydi her şey diyorum. O boşluk şarkılarla dolsun
ki düşüp silinmeyelim hayattan. Zamansız
ve sonsuz bir ikindinin için yaşayıp gidiyorum böylece…
Tahrir dergisi, mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder