7 Ekim 2017 Cumartesi

SANA MÜZİKTEN SORUYORLAR



Çok müzik dinledik. Şarkıların bittiği o andan korkarak, bir daha başa aldık bir daha bir daha… Yaşlanmadık dinlerken ama içten içte güzel bir ölümle öldürüldüğümüzü hissettik. Şimdi mesela Bach çalıyor ve ben kahve içiyorum. Bu bana yaşlılık veriyor : durgunluk, düz yazıya yakın bir hayatım olmuş da onu okuyormuşum gibi bir his. Piyano çalmak isterim ama. Keşke çalabilsem. Harflerle çalmak kalıyor geriye.

Esasen her şeyin sebebidir müzik. Susmayan ve bazen yavaş bazen hızlı – yazar burada benzetme yapıp fiyaka derdine düşmekten kaçındı- çalan ruhtaki müzik her şeyin sebebi, şiirimin sebebi… Şiirlerimde ben duyabiliyorum yaptığım müziği. Kalple dinlenir müzik.

Bazen sevmiyorum, doğru. Bu hayali sesler, ona katılan, yüklenen manalar, nafilelik duygusu, babamın tabiriyle “havailik”, annemin tabiriyle” yavan yumru şeyler” beni yoruyor. Müzik dinlerken arada onların beni uyaran seslerini de duyuyorum. O zaman bir suçluluk içinde dinliyorum müziği. Müzik mi, şarkılar mı? Saf müziği tercih ederdim belki ama sözlü olanıyla tanıştık bir kere, Viyana’da büyümedik netice itibariyle.

Her şey bir yerde Orhan Gencebay şarkılarıyla başlar. Bir ara onun yazdığı şarkıları oynadığını sanırsın. Sonra İlhan İrem gelir, üniversite hayatının fonunda onun anlattığı o olmayan sevgiliye aşık olursun. Sonra başka şarkılar, başka arabeskler. Daima Müslüm Gürses çalıyor gibi olur bazen hayatta. Yabancı şarkılar dinleyince sen sanki evrensel bir kişi olursun. Ve fark edersin de onların müzikal kalitesi hala bizde yoktur. Konumuz değil bunlar. Konumuz ne?

Şu: Ben aslında abur cubur şarkılar dinlerken âşık oldum lisede. Sonra başka şarkılar girdi hayatıma. Acaba başka şarkılar dinledim de dinlemişken âşık olayım bari mi dedim, şarkılar duygular mı keşfettirdi? Burası meçhul. Sonra bitmedi müzik. Hala güzel bir şarkı bana duygular , heyecanlar, coşkular bahşeder. Şiirler yazdırır. Çok şiir yazmışımdır müzik dinlerken. Hala da fonda bir şeyler çalmasına ihtiyaç duyarım şiir yazarken. Biraz o müzikleri kâğıda dökmeye benzer benim şiir yazışım, biraz da onlara eşlik etmeye…
Son zamanlarda Orphaned Land ve Steve Jablonsky’nin Transformers serisi için yaptığı müzikler her ne kadar o müziklerin şiddetinde bir hayatım olmasa da şiirimin şiddeti için olmazsa olmazlarım. Bazen kendimi güneşli bir Akdeniz şehrinde mutluymuşum gibi hissetmek için saçma sapan pop müziklere başvurduğum da olur. Bazı dengeleri sağlar o.  Ama zaman bir gün onları da benden alacak. Şiirdeki müziğimi, öfkemi, coşkumu silip süpürecek. Müzik, o büyük refakatçi, sonra başkaları için çalmayı sürdürecek. Müzik insanın zayıflığındaki güçtür desem aforizma mı olur? Olsun bakalım.

Eğer ben yorgun olmasaydım müziği göklere çıkaracak bir şeyler derdim. Göklere yetişmek için dinlediğimi şarkıları anlatırdım. O şarkının bana yazdırdığı şiiri, o şarkının yaşattığı aşkı, o şarkının intihar isteğini bende nasıl tutuşturduğunu anlatırdım. Müziğin beni hayattan nasıl kopardığını anlatırdım.  Notaların hayata eklediği incelikler ve şiddet, derin kalp bilgisi ve yelpazeler …

Çok isim var sayabileceğim. Bir ara herkese “şunu dinle, bunu dinle” diye tavsiye terörü uygulardım. Bundan vazgeçip Youtube’a 10 kadar kanal kurdum. Sevdiğim müzikler orada. Onları da en çok ben dinliyorumdur muhtemelen. Aslında dinlerken de yaşarken de böyleydi her şey diyorum. O boşluk şarkılarla dolsun ki düşüp silinmeyelim hayattan.  Zamansız ve sonsuz bir ikindinin için yaşayıp gidiyorum böylece…

Tahrir dergisi, mayıs 2017


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder