30 Temmuz 2016 Cumartesi

afganistan çağıltısı



Bütün azalarını harbe çağır
Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın

Saraylar damlar yeniden kurulsun

Ağaçlar içinden akan nehre
Dalçık günde bin kere ve gecelerde
Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın

Kalem yazsın yazsın

Küheylan bir aşık ol
Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın
Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan
Başlasın vuslat gününü toprağa
Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını

Şimdi üzgünüz arkadaş

Yolumuza çıkmayın üzgünüz...

Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin

-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi
Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak
-Konuş şimdi daveti duydun mu
Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda
-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü
Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar
-Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday

Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar

Kalbin zengin davetleriyle oynar
Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında

Yaslanırlar güzel anaların kollarına

Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda

Adamlarımız yiğit

Kadınlarımız hamarat
Çocuklarımız dolu bilinç harmanı
Köpeklerse sayılı

Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala

(Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır)

Kırıldı da

Şimdi severiz türkmeni peştunu
Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta

Isın gökyüzü ısın

Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe

Bunlar gübre insan değil

Gömlekler çelik zırh
Öyle bir çalgı çaldılar ki
Seslerin çağırıp koyunlara bile
Koyduğu zehirli gaz rüyaları

Analara şaşkın çocukların

Üç beş yaştakilerin
Yüzleri harp yarası
Harp yanığı
Ama öpülmekte okşanmakta yanakları

Hangisi hangisine mübadil

(Dünya bu olamazdı)
Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş
Yağmur peyderpey kar tane
Gamzem oyuyor düşüncemi
Kime eşitim nasıl nerdeyim
Gamlanmaktayım

Hayır bir tereddüttü geçti

Füsun bu karadağmağdeni
İsyan muannit
Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak
Millet üzgün

Hani dengeler kuracaktık

batının kızıl ulusları bindokuzyüz seksen kölelik yapmak istemiyorum

bu kahveniz

yıldızlarınız şapkanız
buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz
buyrun cep feneriniz
Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun
Ve semirin

Hani dengeler kuracaktık

Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık
Hayır batının ulusları kızıllarla karışık
Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna
Cennetlik yapmak istemiyorum
Çevir tarihi çevir
BindörtyüzBİR

Bu kafa ne zaman köreldi

Çalınanlar siren besteleri
İmdatlarla düşün
Bu anne asla merhamet dışında
Gözleri nemli olmamıştı

Hayır batının ulusları yıl bindokuzyüz seksen değil

Bindörtyüz bir
Fakat beşyüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil
Ne bir karışıklık var
Ne bir dev rüya görmüş
Değil

Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi

Tünellere ses basılmış değil
Elbette bunlar değil
Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil
Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil
Hiçbir şey değil hiç biri değil

Anlatabildik mi arkadaş. Acaba

Körebe bitti duvarı kaldır at

Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın

Dikil yanıma
Ellerimizde birer çakıl taşı
Onlarla dikilelim karşı karşıya
Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa
Görürsün berrak içi
Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin
Bu harp başka

Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta

Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz
Aynı kirli hava
Aynı kafa ayağımızın bodrumunda
Hayır arkadaş bu hesap bambaşka
Ne son aylardayız ne bu son gün
Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe

Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak

Sanma ki harp derdinden geçtim
Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar
Derimin altında ne belalar baygın
Bir devlet taşıyorum başımda
Bu ev bana dayanmaz
Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın

Arkadaş

Şimdi yalnız savaş

Cahit Zarifoglu

14 Temmuz 2016 Perşembe

KÜÇÜK ÇARKLARIN BÜYÜTÜLMÜŞ UĞULTUSU

Şundan emin olmak lazım:  yazdıkça, boşlukları doldurdukça, başka türlü ele geçirelemeyecek alanları, hayatları fethettikçe, Faulkner in yüzünde görünen o fatih tebessümü belli belirsiz, o içsel rahatlık,  hayata hatta bize tepeden bakan o gözler,  o gözlerdeki muzaffer ışıltı, pek çok kaybın yerini doldurduğu varsayilan enginlik yüzdeki,  ben de bu hayatı yazarak yaşadım belki iki kere yaşamak oldu bu, belki bilinen anlamda hiç yaşamamak ama elimden dilimden gelen bana yetti, yetmedi kendime bir ülke kurdum, orada tanrı da bendim, şeytan da, bu kiyafetim pipom arkadaki karanlık ağaçlar uzak ama yazdıkça anladığım gökyüzü ve ben yıllar önce böyle baktık baktım bakmıştım, sonraya baktım şimdiyi şiire bakan cümlelerle kanırtırken ve oldukça güçlü bir kavrayış olduğunu iddia edebilirim, düz yazı ve şiirin birbirine girdiği cümleler gibiydi hayat hayatım eserim... 

Amerika taşrasina ihanet eden bir canavar gibi yutarken insanlarını ben bir denge aradım kurdum kahramanlarımı yazarken, masamda daktilomda beynimde odamda ellerimde ve sonra onları oraya şefkatle bıraktım savrulan zamanın ortasından zamansızlığın sayfalarına. ..

1 Temmuz 2016 Cuma

İKİ YÜZ DOST









   “ Cenazemde iki yüz dostum bulunacak ve sen de mutlaka mezarımın başında bir konuşma yapacaksın.”

Thomas Bernhard.


   ‘bu zaman kötü\onu biz seçmedik\içinden geçip giderken mesafeler kurmak istedik\izlerimizi gidip uzaklara bıraktık\hassas bir terazide tarttığımız kelimeleri seçtik\yunduk\öyle yerleştirdik kurduğumuz cümlelerin arasına\bir anlama vardığımızda\hakikata dokunduğumuz an durduk ve bekledik\öylesine yalan yanlış yan yana getirilmişti ki bizden önce her şey\korktuk o yığına bir yaprak da bizden eklenir diye\telaşımızı durmadan diri tuttuk\bizim günlerimiz böyle geçti.’

Enis Batur.



   


Eski zamanların birinde bir genç prensese aşık olmuş.prensese haber vermiş onunla evlenmek istediğini.prenses
                de bütün prensesler gibi kendini bir bok sanıp
       ona şu şartı koşmuş:eğer 100 gün
     boyunca penceremin karşısında
    beklersen senin olurum.(verceksen
ver işte ne zorluk çıkarıyosun!)
ama bizim aşık kabul etmiş.
 beklemeye başlamış.
yağmur çamur
açlık soğuk
dememiş
beklemiş.
ve 99.
günün
so
nun
da
çe
kip
git
m
i
ş
.
                                                                                   




 1 Kasım 2008

süleymaniye`de bayram sabahı


Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?
Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan..
Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an;
Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

  Yahya Kemal Beyatlı

1.7.2016


27.05.2014




soldan ikinci cemal süreya bey, soldan beşinci adnan menderes bey




hazır ülkede canlı bomba filan patlamamışken bir şeyler yazayım.

01:06 27.5.2014
sabah televizyonda bir simitçi ile röportaj yapıyorlardı. simitçi simitçi ama gençken iki üniversite bitirmiş, başarı hikayeleri yazmış, işinde çok iyiymiş bilmem ne. sonra zamanında kazandığı paraları karıya kıza yedirmiş, şimdi simit dünyası vefasız diye ağlıyor. bu da ilginç tabii. yorum yapmak istemiyorum aslında.

01:09 27.5.2014
okuduğum kitapta güzel bir laf vardı. kitap şu an uzağımda o nedenle tam yazamıyorum fakat yaklaşık olarak şöyle bir şeydi: biliyorsunuz kedilerin insanın dizine oturunca elleriyle ileri geri yapmalarının nedeni dizlerimizin ucunu annelerinin memeleri zannetmeleri. süt emerken, yani çocukken öyle ileri geri yapıyorlar ki daha çok süt aksın. söz bununla alakalı bir şeydi diye hatırlıyorum.

01:14 27.5.2014
kedi demişken, köpek daha sadık tamam yeter.

01:14 27.5.2014
babamla pazara gitmiştik, pazarda ne alırsan bir milyoncu türü tezgahlar. yedi sekiz yaşındayım daha, okulda arkadaşlarla sesli okumalar yapıyor öğretmen adımızı söyleyince birbirimizin kaldığı yerden devam ediyoruz filan. sonra bir gün ben ani bir kriz geçirdim sınıfın ortasında. lanet olsun bu nasıl hayat, sikeyim böyle eğitim sistemini diye çıldırdım. sıranın üzerindeki defterleri silgi ve kalemleri sağa sola attım, ellerimi iki yana açıp sessiz olma, hakkını savun öğrenci milleti diye bağırıyorum. beni epey dövdüler. bu pazar işi de böyle, sürekli bir isyan halinde satıcılar ve anladığım kadarıyla onların da mafyaları var.

01:19 27.5.2014
reenkarne olursam tek isteğim türkiye'de doğmamak. hatta mümkünse dünyada doğmamak. bitki olur, hayvan olur, mutfak robotu olur, mars bakterisi olur. artık bütçemize göre.

01:21 27.5.2014
neyse kalkayım bir çay sallayayım, lipton doğu karadeniz baya iyi seviyorum. evren bunu okuyosan beni bi arasana telefon da uzağımda. dünyanın her şeye en uzak yerindeyim.
01:23 27.5.2014



özgür göreçki bey