Bülent Parlak “İzdiham” sitesini dergiye çevirdi, ikinci sayısında genç, dinamik, parlak bir hüviyete ulaştı. Umarım böyle devam eder.
“İzdiham” sadece internet ve dergi yayımı değil, temayüz eden şair ve hikâyecilerin eserlerini de yayımlıyor. Amatör bir gayretin bu yükselişini alkışlıyoruz. “Eti ne budu ne” diyebilirsiniz ama, işte bir insan bir işe aşkla sarılırsa böyle olur. Zaten Bülent Parlak da ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bombadır. “İzdiham”ın “m” harfi üzerine tüneyen o uğursuz karga bunun işareti değil mi?
Şair Süleyman Unutmaz’ın ilk şiir kitabı “Fena” İzdiham Yayınları arasında çıktı. Kapak kompozisyonunu çok sevdim. Ellili yılların, altmışlı yılların tipo baskı ile üretilen Sait Maden kapaklarına benziyor. Sade, temiz, bir o kadar da dikkat çekici.
Süleyman kitabına iyi bir isim bulmuş. Kitap adlarını, kapaklarını, ilk metinleri önemserim.
Lügatte esasen iki mâna ağır basıyor ama “fena”nın çok çağrışımlı bir yapısı var.
İlki hoşa gitmeyen, kötü, karşılığı iyi.
İkincisi kötü huylu, üçüncüsü ahlâk kurallarına uymayan dördüncüsü çok, fazla, aşırı (Fena halde sıkışmak vb.). Deyimleri saymıyorum. İkinci esas mâna “gelip geçici olma durumu”. Ölümlü, karşıtı beka.
Tasavvufun temel kavramlarındandır: Kulun benliğinin Allah’ın varlığında yok olması: “Fenafillah”.
“İfna et sıfatın fenafillahta
Yok eyle zatın bekabillahta”
(Basri Dede)
İlk şiir bir “Münacat”. Şöyle başlıyor:
“Ve bana göster rüyamda sonsuzluğu
Sonsuzluğu rüyasında görmüş birinin
Sabahını anlatayım onlara”
İyi bir başlangıç. Ama şair kitabında tasavvuf yolunu tutmuyor. Geçmiş ve gelecekten ziyade “bugün” üzerinde duruyor. Ve uzun şiirlerinde bu yüzden fikir ağır basıyor. Günümüz hayat tarzının çıkmazlarını vurguluyor.
Bazı şairler mükemmeliyetçidir. İsterler ki şiirin her mısraı şiir olsun (Yahya Kemal-İsmet Özel misali). Bunların sayısı çok azdır.
Şairlerin çoğunda ise şiirin içinde bazı mısralar parlar. Ve biz şiiri o mısraların aydınlığında okuruz.
Mesela Cahit Zarifoğlu böyledir. On beş mısralık şiiri ayakta tutan dört mısradır. Bunlar bir Sinan Camii’nin dört fil ayağı gibidir. Binayı ayakta tutar. Diğer unsurlar, yan kubbeler birer piramit parçası gibi ana kubbeyi destekler.
Süleyman’ın şiiri de böyle. Mesela “Bir Şiire Krallığım” adlı metinde yer alan “ceket” bölümü gibi.
“Tıpkı kaybettikten sonra başlayan oyunların adı gibi bir ceket
Ceket ki erkeği erkek hani kadını da sevgili yapardı
O ceket ikimize bir yürüyüş verirdi”
Şairin tüm kitabı kapsayan duruşunu yine bu şiirdeki şu iki mısra dile getiriyor:
“Hayır şair de değilim
Estetik bir öfkenin peşindeyim”
Günümüz demişken bir şiirin adından hareket edebilirim: “Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar”. Bu işte Çorlulu Medresesi, At Meydanı, Tophane’yi çağrıştırıyor ve iki arada bir derede kaldığımızı gösteriyor.
Süleyman bu duruma isyan edip saydırıyor.
Bu “saydıran şiir”in babası İsmail Kılıçarslan’dır. “Rap şiir” yazıyor. Bunu ona söyledim pek oralı olmadı. Ne yaptığının farkında değil. O kadar farkında değil ki pek çok şairin İsmail gibi yazdığını göremiyor. Şimdilerde Rap ile öfkesini kusuyor şairler.
Şimdi Süleyman’ın “parlayan” mısralarından birkaç örnek sayalım ne dediğimiz anlaşılsın.
“Kış gelince daha iyi anlaşılır yalnızlık
Kurşunlu Medrese yokuşunda okunan tarih”
*
“Şimdi seni kim anlar bu şiiri yazmasam
İkimizi anlatan bir ıslık çalmalıyım”
*
“Lodosu güzel mi oraların
Alnında su lekeleri birikiyor mu?
Çocukluğuna benziyor mu rüzgâr?
Çitler gece yürüyüşleri kitaplar
En çok kimi seviyoruz”
Son bölümde hece şiirleri var. Heceye yeniden ruh üfleyen Süleyman Çobanoğlu, Ali Ayçil vb. gibi şairlerin yanına Unutmaz’ı da koyabiliriz.
Son şiirin adı “Kürt”.
Tabii içtimaî, siyasî, kültürel vb. yönleri var şiirin ama Süleyman ilkesini hatırlatıyor:
“Kürt bu bir aşk şiiri yanlış anlaşılmasın”
4.2.2015, yeni şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder