18 Kasım 2022 Cuma

“MELEKSİZ OLDUĞUM HER GÜNE SENİN KANATLARINLA BAŞLIYORDUM” ZAMAN, ARAMIZDAKİ SESSİZLİK YA DA BEYAZ SUSKUNLUK



Roman Sanatı

Günler, aylar, yıllar karmakarışık ve istemeden geçer. Yaşadıklarımız dağılır ve yapışır mevsimlere. Peki bu kadar mıdır? Hayır! Roman dediğimiz o harikulade sanat bütün bu yaşananların büyük bir fotoğrafını veya kamera görüntüsünü alır ve onun ömrünü uzatır. Bu görüntü veya fotoğraf-isterseniz siz göstergebilim deyin-yazarı da aşacak bir evren inşa eder. Belki de bu yüzden Milan Kundera “Harika romanlar her zaman yazarlarından biraz daha zekidir.” der. Çünkü yazarın hafıza ve dil gücü yazarken en üst noktaya ulaşır. Bize muhteşem sanatı da sunan bu deha dakikalarıdır. Size bahsedeceğim romana gelince ise romanla ilgili söylenmiş belki de en anlamlı söz Fyodor Dostoyevski’ye aittir.”Bir roman bir şiir eseridir. Yazmak için, insan ruhunun ve izlenimin huzuruna sahip olması gerekir.” der. Tam da bu noktada Şair Süleyman Unutmaz’ın Şule’den çıkan “Meleksiz Olduğum Her Güne Senin Kanatlarınla Başlıyordum” romanı hem anlatı hem şiirsel üslup yönünden hem de postmodern romanın özelliklerini az da olsa içinde barındırdığından buna çok güzel bir örnek olabilir düşüncesindeyim. 


Roman ve Gerçeklik 

Romanların hayatlara dokunan tarafları çoktur. Roman hayatın aynası demişler bu yüzden. Bu romanı okuduğumda evrende binlerce insanın benim gibi yazarla bu yaşlarda bu yürüyüşlere çıktığını hayal ettim. Mavi gök altında aynı anda milyonlarca kelime bu cümlelere yürüdü, dizildi zannettim. Aynı anda sadece bu romanda seçilen mekan “Van” gibi yüzlerce şehrin bu hayalle çalkalandığını, sarsıldığını hissettim. Hepimiz öyle ya da böyle kolay okunan, bize direkt nüfuz eden, okuyunca hemen içimizde yazarın bizzat romandaki anlatısına kaptırarak onun gibi konuşan romanları sevmez miyiz? İşte bu romanı büyük yapan da bence bu. Yaşadıkça yazılan, roman olmak için yazılmayan, yazıldıkça roman olan vasfı beni sevmeye ve yücelmesi gerekenlere götürdü. Elma dedim, düş; masal dedim, anlat; deniz dedim, köpür; dil dedim, dökül; bahçe dedim, yeşer; kül dedim, yan; buz dedim, eri! 

“Sen yürürken pek çok şeyden vazgeçerdik. Kahvaltıdan, çiçeklerden ve kitaplardan vazgeçerdik. 70’lere doğru akardı tüm müzikler. Çam ormanlarına soğuk yağmurlar yağardı, balkonlar üşürdü. Yürümekten vazgeçerdik. Sen yürürken ay ışığı her yerde bulurdu bizi.”(S.96) 

Roman, Sevim Burak’tan bir alıntıyla başlıyor. Bu alıntı romandaki kahramanın ruhunu çok iyi özetliyor aslında. Yazma eyleminin, yaşamanın kimseden emir almadan mümkünlüğüne, insanın kendisi oldukça bu eylemin gerçekleşebildiğine, insanın kendi atomlarının ancak kendi eliyle paramparça edebileceğine inandırıyor bizi. Ve ilk bölüm adından sonra Cahit Zarifoğlu’nun Berdücesi-1962 yer alıyor. Cahit Zarifoğlu şiirindeki o muhteşem iç konuşma daha sonra yazarın kahramanın iç sesine eklenerek devam ediyor. (Bu arada romana şiirle başlamak, romana en güzel giriştir sevgili okuyucu!) Cahit Zarifoğlu ile Süleyman Unutmaz’ın şu ortak yönünü söylemeden geçemeyeceğim. İkisi de zamanın birer kahramanı. İkisi de toplumun içinden geçtiği müzikle, sinemayla, sporla, magazinle hayatlarına perde çekmeden akıp gidiyordu/akıp gidiyor. 

Yazımın başında dedim ya, bu roman sayfaları yaşanırken yazılan yazdıkça yaşanan özelliğe sahip ve okuyucuya ulaşmadan yirmi yıl önce kaleme alınmış bir roman. Başlıklar halinde açılan kah günlük, kah mektup, kah anı, kah gezi yazısı olarak karşımıza çıkan yazılar iç dünyası itibariyle kahramanın ruhunda, kalbinde ve hafızasında bir bütünlüğe sahip. İlk yazı “Unutmak“ 30 Eylül Pazartesi 2002 tarihli bir yazı. Bir sürü umutla, günün akışı içinde her zaman ve her yerde aslında her istediğimizi, her varlığı hayal ettikçe var edebileceğimize değiniyor. Bir romanın giriş cümlesi beni çok ilgilendiriyor. Romana giriş kapısı harikulade olmalıdır. Rengiyle, modeliyle, ağırlığıyla romandaki bütün kahramanları, mekanı, dahası bütün unsurları taşıyabilmelidir. “Sonra O’nu gördüm. Teselli Burcu’nun bütün yıldızları parladı...” Bu ilk cümleyle kahramanın yanında yer almak istiyor insan hemen. Kahramanla yürüyüşe çıkıp şehrin asıl ruhundan geçmek, şehrin bütün parçalarında düşünmek, aşkın sindiği her ışık noktasına tanık olmak için sabırsızlanıyor insan. Yazar, kendi ruhundaki yansımaları ne kadar şehirle yan yana getirse de okuyucuyu daha çok kahramanın iç dünyasında yaşatmaktan vazgeçmiyor. Yansımaların sebebi değişik mekanlar, objeler, eşyalar, olaylar olsa da yazar okuyucunun yakasını bırakmıyor, kendi içindeki savaşa dahil ediyor, hepimizin meselesi bu diyor, sadece benim meselem değil diyor. Hepsinin adına ortak duyguları haykırıyor, yankılanan her şeyi yeniden yeniden okuyucuya fısıldıyor. Kahraman zamanın akışının farkında, sine sine yaşıyor zamanı, bilincinde olmanın heyecanıyla, ona hem hükmedercesine hem onun altında ezilircesine, hem güçlü hem zayıf ,hem umutlu hem bedbin… İkinci başlık “Hayalden Elbiseler” 5 Eylül 2002 tarihli. Yazar burada kahramanın kendi içinde yarattığı kıza öyle muhteşem elbiseler giydiriyor ki sanki seminerde gördüğü o sevgili aslında kahramanın içinde daha kanlı canlı, daha parlak, daha yaşayan bir hal alıyor. 

“ Beyaz bir gömlek, kırmızı keten pantolonun var, biraz kısa. Kemikli, beyaz, sarımsı bir yüzün. İnce kolların… saçlarını siyah bir tokayla ensende toplasan da yelpaze gibi dökülüyor saçların… Sol kolunda gümüş bir saat, sağ elinin yüzük parmağında yüzük! ”(S.24) 




Roman ve Kurgu 

Yazar, hayalle gerçeğin iç içe bazense paralel olduğunu hem de gerçekle hayalin insan üzerindeki etkileri bakımından çok da farklı olmadığının altını çizercesine devam ediyor diğer başlıklı bölümlerle. Bazı bölümlerin girişlerinde düşüncenin merdivenlerine çıkarıyor okuyucuyu yazar.”Beklenti, beklenilen hiçbir şey olduğunda bir var olma biçimi haline geliyor. Bunu kim bilebilir? Kim beklemesini bilir? Bir bekleyişte kaybolmayı…” 

Yazar, romanda birkaç kişiden bahsetse de aslolan kendisidir onlar ise figüran. Onlar raslantılar sonucu kısacık görevleriyle varlar, çay getirmekle, yol tarifi etmekle, onları sorgulamakla… Bir varlığın yokluğu daha çok hissettirir onun varlığını. Romanın kahramanı sevdiği kişiyi uzaktan çeşitli var olma biçimlerinin vasıtasıyla(düşünmek, hissetmek, hatırlamak vb.) kendi dünyasında hareket ettirerek yaşatıyor. Geçekten de onun( sevdiğinin) yanında olması hayali olsa da gerçeğinden bir farkı olmuyor. Nihayetinde gerçek ya da hayal kavramlarının içini dolduran da yine insan değil midir? 


Postmodern Sanat 

Postmodern sanat klasik anlatımların dışına çıkarak birçok imkanı anlatıya taşıyan, çok amaçlı bir sanattır. Romanlarında kurgulanmış bir olaya yer verilmez. Bu romanda da Süleyman Unutmaz bir olayı anlatma derdine düşmemiştir. Yazar, olay anlatmak amacıyla yola çıkmaz, olayın oluşturduğu izlenimlerin ve duyguların peşindedir. Karamsarlık, yalnızlık, bohem, hakikat arayışı olmazsa olmazlarıdır postmodern romanın. Zaman, kronolojik işlemez, geçmişe ve geleceğe, hatta anın geçmiş ve gelecekle iç içe olmasına inanır gerçek yaşamda olduğu gibi. Postmodern romanda yaşanan anlar vardır ve bu anlar tek başına birer evrende geçer. Neden-sonuç ilişkilerine gerek duyulmaz. Binlerce nedenin ve sonucun binlerce karmaşık hali yaşanır durur bu çağda çünkü. Romanlarda bütün bakış açılarına yer verilir. Ayrıca postmodern roman metinde mutlak doğru ve yorum yerine okur sayısı kadar doğru ve yorum vardır. Yazar, okurun aktif olmasını ister, ona göre okur en önemlisidir. Asıl kahraman okurdur. Aynı zamanda yazar anlatımın bir kurmaca olduğunu hissettirir. Yazar olmadık yerde metni nasıl kurguladığını anlatır. “Yazar, burada niye oturduğunu bilmediği bir masada, niye kendisiyle konuştuğunu bilmediği bir garsonla, niye içtiğini bilmediği bir kuşburnuyla, niye sevdiğini bilmediği kahverengi boğazlı kazağıyla terler terler terler.” Bu üstkurmaca tekniği okuru ve yazma dürtüsünü üst seviyelere çıkarır. Bu romanda yazarın amacını roman yazmaktan ziyade roman kurmak olduğunu söylemiştik başta. Belki de posrtmodern sanatta benim de en çok benimsediğim bu özellik, roman yazarının yazma serüveniyle var oluşsal bir akış içinde olmak. Romanda yer yer günlük, anı, mektup(en çok da günce ve mektup)vb. türlerin anlatım özelliklerinden yararlanılmış, anlatımın tadı epey zevklendirilmiştir. Bu pastiş tekniğiyle yazar okuru sürükleyici bir yolculuğa bağlamıştır. Yazar, postmodern romanlarda görülen iki eğilime de yer vermiş hem seçkinci-elitist hem de sıradan-popülist okura hitap etmiştir. “Uzak” başlıklı son metin Şoför Cevdet ile yapılan yolculuk, Erçek Gölü’nün efsane tadındaki anlatımı, tabiatın insana hükmettiği bölüm de romanın finalini renklendirmiştir. Son metinlere kadar aslında kahramanın hayali bir aşkın içinden çıktığını, şimdi ise gerçeğin içinde yol almakta olduğunun farkına varırız. 



Roman ve Şiir 

Roman, “SEN, SEN VE BEN VE BEN “ anlatı bölümlerinden sonra çok az romanda görülen şiir bölümüne yer verilmiştir. Bu aslında şu demektir, şair roman yazsa da şiirden taviz vermez. Bu tabi ki benim şahsi çıkarımımdır. 


Roman ve Eşya 

Şiirlerden sonra roman kahramanının özellikle var etmek istediği o somut alem, hayalden elbise, eşya , sigara listelerine yer verilir. Yazarın romanının GARDROP’ udur bu bölüm. 


Romanın Oluşumu 

Gardrop bölümünden sonra yer alan bölüm başlığı ise A-4 PİLOT V-5 Hİ-TECPOİNT’tir. Bu bölümde peyderpey yazılan eskizlere, çizimlere yer verilmiştir. Düzyazı dışındaki bölümler aslında kelimelerin gücüne rağmen kelimelerin gerçekleri anlatmak da güçlük çektiğini de bize hissettiriyor gibidir. Öyle eşyalar vardır ki sahibinin elinde bambaşka anlamlara bürünür. Öyle objeler de vardır ki hayalden ülkelerin sınırlarını çizer, öyle şiirler vardır ki sadece o’nun için söylenmiştir. Öyle şarkılar vardır ki sadece o’nun için dinlenir. 


Roman ve Şarkılar 

Romanın son bölümü olan YARARLANILAN KAYNAKLAR-ROMANS şarkı listelerinden oluşur. Şarkı listelerinin sonuna Hakan Savlı’nın “Dünyanın Öbür Ucunda Bir Yerde” şiiri eklenmiştir. Roman bende Yabancı, Beyaz Geceler, Gariplerin Kitabı, hatta inanamayacaksınız Tatar Çölü tadı bıraktı. Umarım sizde de aynı olur. Bütün bu bölümlerle okuru her defasında şaşırtan, bambaşka, şiir tadında, müzik eşliğinde, yaşanmışlıklar büyüklüğünde, gerçek anlamda okurda “tat” bırakan, okuru hem kendine hem romana hem geçmişe hem de o taze aşk duygularına bağlayan, yazıya olan aşkın büyük bir evren olduğunu bize hatırlatan, “Aşık olup yazmanın, yazarak aşık olmanın, yazdıkça aşık olmanın, masumiyetin, güzellik, kelimeler ve şarkılar tarafından zapt edilmenin, gerçek bir hayalin roman-s’ı” bu işte, kısacası bu.


Adem Yazıcı

Karabatak 64

1 Kasım 2022 Salı

BUNLARI DAHA SIK YAPMALIYIZ


 

.....

Eyvallah dedikçe büyüyen ağzın büyüyen erkeksi ağzın
Radyodan yayılan nümayiş Siyavuşpaşa Sıraselviler
Hiç yakışıyor mu sana bu sonbahar yaprakları
Olacak şey değil yanında intihar etmem
Kapağını kaldırdığın kitap açtığın sokak çektiğin tiner
İyice anlaşıldı mı?

......