30 Kasım 2021 Salı
istikbal marşı
26 Kasım 2021 Cuma
malatyalı abdo için bir konuşma
Oh onlar birer ayçiçeğidir yüzleri
güneşe ve aya dönen
Hep güneşe
Zevcelere göre alkoliktim
Evet gerçekten hayatımda çok içtim
Ne kadar içtim, ne kadar duraklardan geçtim
öfkenin ve sevincin özrüne sığınıp
Ama. Bir akşam oldu muydu iyi bir akşam
yani saksı çiçeklerinin üzerine tozlar konan
ve çalışmışsam o gün, dürüst ve islâm kalmışsam
bu iyi bir başlangıçtır derim aşk yapmaya.
Sular ısıtılmalı güğümlerde ve karım
güneşin batışını fark etmeli ve deniz
bir kavga gibi girebilmeli aramıza
fark etmeli ki iyi bir güneş iyi bir yataktır
benim kollarıma
ve fayton seslerini duymalıdır loşluğa giden
benim kollarıma.
anadan doğma mutsuz olduğunu.
Mutluluk evrenseldir kolayca bölüşülür
Kolayca hazırlanır kendiliğinden
(Kimine bir kadın kimine bir başkaldırma) –
- Oysa şimşekler çaktı mıydı Bolkar’ ın üzerinden
sular tarlaları bozdu muydu
ve bir kadın azıcık davet taşıdı mıydı
neden söylememeli, Anadolu’ da
gecelerin zifaf olmaması imkânsızdı
Ve kocaman bıyıklarıyla
ayışığını zorlayan
Çoğalma duyguları
- Bu arada tiyatrolar oynanır
hak edilmiş gece ayasını karıştırır insanın
ve birden karşı karşıya gelir
Romeo ile Kerem ve ben
bir düzeni eğitimli bir adam olarak kabullenen
susarım aşklarına her ikisinin
-araya koca gözlü bir küçük kız girmese-
sevmek başka bir yetenektir hemen anlarım.
Hemen anlarım, hiç yanılmam
ve çarşılarda, cami avlularında
ahşap çatılar altında nice kültürler gelişmiştir
bilirim. Ama bir akşam
hak edilmemiş bir akşam
dürüst ve islâm kalmamışsam
yeter kendimi yargılamama
bir şey yapmam
biraz daha beklerim –
- Her şey akıp gider, bir katı hüzün kalır
Her zaman geceleyin kalır o, bazen gündüzün kalır
banka sıralarının ve sıra beklemelerin
Bugün başka şey ve başka bir şeydir yarın
Bir geçmişi anmaya var mısınız
Biraz benimle, biraz benimle, biraz uzak ama yarın
Geçer gidersiniz uzaklardasınız.
Benden böylece işte ne umarsınız.
Ne sevdadır ne bıçaktır, utançlardır saklanır
Birisi sağımıza, birisi uykumuza ve biri mirasımıza
kilimlerle ve orkidelerle oyalanan
Bizde bunun kim farkına varır. –
- Koca bıyıklarıyla indi Malatya’ dan
Çarşılar ve ortahalli evler
semaverler ve hamurtahtaları uyanmadan.
Malatya’ nın Kâhta kasabasından ve Kâhta’ nın
uzun, silik, uzunsilik, uzun
bir davalı mezrasından.
Güldü ve bülbüldü
yolları ve dağları yassılaştıran,
Bense bir şehirden bir oğlan
sonunun nereye varacağı belli olmayan,
adı ya büyük bir aşka karışan
ya da hiç hatırlanmayan.
Soyumuz geçerlidir biliyorum geçerlidir,
sık sık unutulan soyumuz
geçerlidir
bir kıyıya bir sandal gibi bağlanan.
Malatya’ nın Kâhta kasabasından
Kocaman bıyıklarıyla,
adı bir kanuna hemen uygulanan
Kâhta’ nın
ve o sonsuz bülbülü avucunda taşıyan
ve o sonsuz gülü avucunda taşıyan
Yani koca bıyıklarıyla güllü ve bülbüllü bir adam
Gelmiş geçmiş bütün öbür şeylerin
her şeysini bir parça kendinde taşıyan
kentinde taşıyan
(Dumanlı ve derin ve karşılıksız
Şiirine ve geçmişine küskün)
kucağında
büyük gözlü bir kız çocuğu taşıyan.
Banka bağışı sıralarda oturdular oturdular
ürkek ve şaşkın girdiler röntgen odasına
fakülte hastanesinde ikiyüzbir sıra numarasında
o kız çocuğuyla kucağında
kocaman gözleri, babasının
kocaman bıyıklarını yadırgatmayan,
öyle dağlı aşklara alışkın öyle müslüman
kocaman bir kız çocuğu
şöyle ki
vilâdî kalça çıkığından daha kahraman.
bir güzel aşk okusa bile.
Biz nerden tükeniriz adımız saydam
hele akşam oldu muydu çok daha saydam,
kapanır gideriz sözlükteki bir aşk anlamına
ve tabancamız yok.
Bilmeyiz silâhı yerinde kullanmayı
Kim bilir silâhı yerinde kullanmayı
dağlı aşklardan ve kan davalarından başka?
ve kadınını bir alet gibi güzel kullanan
kucağında iki yaşında bir çocuk
kocaman bıyıklı adam. –
ben de bu dünyaya geldim geleli
ve terkisinde gebe kalınan
Kucağında büyük gözlü bir kız çocuğuyla koşuşan
elleri paraya alışkın olmayan
kocaman bıyıklı bir adam.
bu çok az bir şeydir biliyorum
belki balkona asılan çamaşırlar
ve bir otobüs parası biliyorum
bir sokağın en güzel adına varırdı
biraz islâm, biraz yaban ve cünüp
ve batı ve para en güzel kurtuluştu.”
Ucu mor püsküllü marpucum mu var
Ya bir savaş çıkar bozar dengemi
Ya bir ahu gözlü kıyar canıma
Kucağımda kuş gözlü bir küçük kız
Kentlerde o anasız ben kadınsız
Tumturak bir nasır boğazımda
Her zaman geceleyin kalır o, bazan gündüzün kalır
Ölmezsem, öldürmezsem
Kim benim farkıma varır? -
23 Kasım 2021 Salı
20 Kasım 2021 Cumartesi
19 Kasım 2021 Cuma
18 Kasım 2021 Perşembe
sezai karakoç
Türkiye’de, özellikle sağın, özellikle de mukaddesatçı kesimin içinde yalnız. Bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Dışarıda ve yukarıdadır. Düşüncesini de, öfkesini de hemen ortaya koyar. Ama yalnız olması yalnız kalma anlamında değil, diyorum. Yapısı öyle.
Karakoç ve Şevket Eygi Ankara’dan geldiler. Bundan mı acaba? Aydınlar Ocağı tipiyle aralarında en küçük benzerlik yok ikisinin de. Özellikle Karakoç, bence, yaşama konumu olarak da tek ve benzersiz bir kişi. Tek ama, 1960’tan bu yana mukaddesatçı kesimde boy gösteren sanatçı ve yazarları en çok o etkilemiş. İsmet Özel bile yeni yöneliminde ilk onu aramıştı. Özdenören kardeşler Anadolu’ya Kafka yaratıkları salarken ondan ışık almışlardı. Cahit Zarifoğlu’nun büyük inanç içindeki küçük inançsızlıklarını Karakoç’tan sapma olarak düşünebiliriz.
Aydınlar Ocağı tipi için inanç, kılık kıyafet gibi, rahatlığa ulaşmış tavır gibi, hemşerilik gibi bir şey. Marmara Kıraathanesi’ndeki şakaları, dedikoduları da içerir. Bu tipin en belirgin örneği rahmetli Fethi Gemuhluoğlu idi. Aynı tip Mehmet Çavuşoğlu’nda sevinçli bir yüzeysellik, Mehmet Genç’te doğrudan düşünceye açılmak isteyen bir derinlik kazanır.
Karakoç ise bir yerde inancının çılgını. Onunla delici bir ideolojiye ulaşmak ister. Bunun için her şeyi bilmesi gerektiği kanısındadır. İnancı hem silahı, hem çocuğudur. Düşüncesini iyice soyut bölgelere götürür. Mantığını yitirir, bir başka mantık bulur. Sözgelimi, İstanbul başkent kalsaydı Türkiye’nin durumu daha iyi olurdu diyebilir. Ayasofya’nın cami olarak açılmasıyla bir kurtuluş olasılığının belireceğini bile sezdirebilir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde birinci sınıf öğrencisiyken kendisine asistanlık önerilmiş, ama kabul etmemiştir. Kendisi için gazetede üst üste başyazı yazan Prof. Osman Turan’ın yüzüne bakmamıştır.
Diriliş Yayınevi de sahibine benziyor. Yalnız Karakoç’un kitapları basılır bu yayınevinde.
Dışarıya karşı bağnaz değil. Her şeyi tartışabilirsiniz.
Kimseyi küçük düşürmez. Ama bazı kişileri büyük düşürdüğü olmuştur.
En ilkelle en modern arasında durur.
1950’li yıllarda bir hilesini yakalamıştım: Necip Fazıl kendisinden borç ister, o da her seferinde cebindeki parayı son kuruşuna kadar verirdi. Sonunda kendisi aç kalırdı. Buna bir çare düşündü. Marmara Kıraathanesi’ne giderken, özellikle de aybaşlarında yanında daha az para taşıyordu. Az dedim ya, o kadar da az değil. Maaşının yarısı kadar. Sanırım, Karakoç’un hayatındaki tek oyun budur. Başka bir yerde de yazmıştım, üniversite yıllarında burslarını kırdırıp üstada verirdi.
Maliye Müfettiş Yardımcısı ve Gelirler Kontrolörü olarak Türkiye’yi dolandı. Bakarsın Arapkir’de, bakarsın Karaköse’de.
Zaman zaman kaybeder. Ama rövanşı mutlaka alır.
Sultanahmet Camii’nin külliyesinde dergi çıkardı.
Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.
Sıkışmış, sıkıştırılmış deha. Alçakgönülle katı yüksek uçuyor.
Şemsiyesi yok.
Cemal Süreya
99 Yüz
17 Kasım 2021 Çarşamba
SEZAİ KARAKOÇ
Şairlik yazarlık eyvallah ama bir ömürdür biten. "Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum "un hayatıdır.
Şu da var: Sadece Türkiye'nin değil bütün bir İslam coğrafyasının ve medeniyetinin şairiydi, mütefekkiriydi Sezai Karakoç. Eseri ne kadar çevrildi başka dillere bilmiyorum ama Özbekistan için de, Bosna için de, Suriye için de vs bir kayıptır. Onlar ne kadar farkındadır bilemem.
Allah rahmet eylesin büyük şaire. Hayatını da esere dönüştürmüş büyük sanatçılar soyundandı. Bir kaç kez sohbet etmiş olmanın hatırası ve büyük şiiri kaldı bize.
( 22 Ocak 1933 - 16 Kasım 2021)
15 Kasım 2021 Pazartesi
özgür çağrı
Elverir ki coşku
Haylaz çocuklarını boğazlamasın
Avunmak elbette kolaydır
Şehri yiğit bir türkü gibi dolaşmak
Dağlara destanlar, düşünmek kolaydır
Hapislere bir sevinç çığlığı gibi düşmek
Kızların diri göğüslerinde
Matbaalarda
Ve kongre zabıtlarında dünyayı tazelemek
Yeryüzüne depremler düşürmek
Çünkü binlerce militanın rüzgarlı macerası
Bir kurşun bile değildir namusun mavzerine
Gönlün kahpeliğine tutsaksın açıkçası
Asıl savaş alanı suskundur arkadaş
Sahipsizdir
Asıl savaşçılar afyonlu, mütevekkil
Öyleyse
Şehrin girdabında çalkalanan zulüm
Halkın şanlı isyanına işaret değil
Bodrum duvarlarına öfkeli yazıları
Tırnaklarınla kazıyorsan da
……………….
Bulvara dökülen
bildiriler
Harcanan bunca emek, bunca değer
Fokurdayan metal potası
İşleyen rotatifler
Cesetleri iğnelemek gibi bir şeydir
Ve zaman usulca göz kırpıp telaşına
Homurdanarak çekip gitmiştir
Yani bu
Aşağılık bir dramdır artık
Çünkü jarjuruna
Boş kovanları dolduran adam
En azından kendinden utanmalıdır
Yani yetsin diyorum
Şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum
Uzatın ellerinizi diyorum
Uzatın tanışalım
HELALLAŞALIM....
Orhan Kotan
13 Kasım 2021 Cumartesi
albert camus'nün ölümü üzerine / jean paul sartre
Altı ay önce, dün bile, "Ne yapacak?" diye soruluyordu. Saygı duymak gereken karşıtlıklarla yaralanmış bir halde, geçici bir süre için sessizliği seçmişti. Ama, ağır ağır geçen ve seçtiğine bağlı kalan ender insanlardan olduğu için, sessizliğin sonu beklenebilirdi. Bir gün konuşacaktı. Söyleyecekleri üzerinde tahminde bulunmak yürekliliğini bile bile göze alamayacaktık. Ama, hepimiz gibi, yeryüzü ile birlikte değiştiğini düşünüyorduk: varlığının canlı kalmasına yetiyordu bu.
Olaylara ve içinde bulunduğum ruhsal duruma göre, bazen çok sıkıntılı, bazen çok acı olarak yargıladığım sessizliği; ısı ya da ışık gibi, her günün niteliği idi, insancıldı. Kitaplarının -özellikle, belki en güzeli ve en az anlaşılanı olan Düşüş'ün- tanıttığı düşüncelerinin, yanında ya da karşısında olunuyor, ama her zaman onlarla birlikte yaşanıyordu. Kültürümüzün belirli bir serüveni idi bu: dönemleri ve sonucu bulunmaya çalışılan bir davranıştı.
Çağımızda ve tarih karşısında yaptıkları Fransız Edebiyatı'nda belki en ilginç olan uzun ahlakçılar zincirinin günümüzdeki mirasçısını temsil ediyordu. İnatçı, dar ve saf, duygulu ve sert insancıllığı, çağımızın biçimsiz ve toplu olayları ile, sonucu şüpheli bir savaşa girmişti. Ama, bunun yanında da reddetmedeki inatçılığı ile, çağımızın ortasında, gerçeğin altınlarına ve makyavelcilere karşı, ahlakın varlığını savunuyordu.
Bir yıkılmaz deyimleme, savunma olduğu söylenebilirdi. Ne değin az okunur, ne değin az düşünülürse düşünülsün, avucunda sıkı sıkıya sakladığı insancıl değerlerle karşı karşıya kalınıyordu: siyasal davranış sorununu ortaya koyuyordu ortaya örneğin. Ya yanından kıvrılıp gitmek, ya da savaşa girişmek gerekiyordu: tek kelime ile, düşünce hayatını yapan gerilim için kaçınılmazdı. Son yıllarda, sessizliğinin bile olumlu bir yönü vardı; uyumsuzun bu Descartesçısı, ahlakın güvenli toprağını bırakıp, uygulamanın sonucu belirsiz yollarına sürüklenmeyi reddediyordu. Fark ediyorduk bunu; sessizliği seçtiği sorunların ne olduğunu da seziyorduk: çünkü ahlak, yalnız başına ele alınırsa, hem devrim yapılmasını gerektirir, hem de suçlar onu.
Bekliyorduk; beklemek gerekti, bilmek gerekti: sonunda ne yapar, neye karar verirse versin Camus kültür alanımızın belli başlı kuvvetlerinden biri olmakta, çağın ve Fransa'nın tarihini kendince temsilde devam edecekti. Ama konuşsa idi, belki gittiği yolu öğrenecek ve anlayacaktık. Her şeyi yapmıştı -bütün bir eser- ve her zaman olduğu gibi, herşey ortada idi. Kendisi de söylüyordu: "Eserimi bundan sonra yapacağım". Bitti artık. Bu ölümün, kendine özgü bir rezaleti var; insancıl olmayanın, insanlık düzenini ortadan kaldırması bu.
İnsanlık düzeni, bir düzensizliktir henüz; haksızdır, geçicidir, ölünür orada, açlıktan öldürülünür; ne var ki, insanlarca kurulmuştur, onlarca ayakta tutulmakta ve savaşı yapılmaktadır. Bu düzende Camus'nün yaşaması gerekti; ilerleyen bu adam, bizim sorunumuzu ortaya koyuyordu; kendisi de karşılığını arayan bir sorundu; bizler için, kendisi için, düzeni kuran ve reddeden insanlar için uzun bir hayatın ortasında yaşıyordu; sessizlikten çıkması, karar vermesi ve sonuca bağlaması önemli idi. Yaşlanıp ölenler vardır; hep ertelenmiş olup, yaşantılarının anlamı, yaşantının anlamı değişmeden ölebilecekler vardır. Ama bizim gibi kararsız, şaşkın olanlar için, en iyilerimizin karanlık geçidin sonuna gelmeleri gerekir. Bir yapıtın nitelikleri ve tarihsel bir anın koşulları, çok ender olarak, bir yazarın yaşamasını bu kadar açıkça gerektirmiştir.
Camus'yü öldüren kazaya, rezalettir diyorum; çünkü bu kaza, insancıl dünyada, en derin gerekliliklerimizin uyumsuzluğunu ortaya çıkarıyor. Camus, yirmi yaşında iken, ansızın kapıldığı, yaşantısını altüst eden bir hastalıkla, uyumsuzu -insanın budalaca yokluğunu- buldu. Alıştı buna, dayanılmaz koşulunu düşündü ve kendisini kurtardı. Bu iyileşmiş hasta, beklenmeyen ve dışarıdan gelen bir ölümle çiğnendiğine göre, yalnız ilk yapıtlarının gerçeği söylediği zannedilebilir. Buna göre uyumsuzluk, ne kimsenin ona, ne de onun kimseye sorduğu sorudur; sessizlik bile denemeyecek, hiçbir şey olmayan bir sessizliktir.
Böyle olduğunu zannetmiyorum. İnsancıl olmayan, kendini belli eder etmez insanın bir bölümü olur. Durmuş her yaşantı, -bu değin genç bir adamınki bile olsa- hem kırılan bir plak, hem de bütün bir hayattır. Bu ölümde, onu sevmiş olanlar için, dayanılmaz bir uyumsuzluk vardır. Gene de bu parçalanmış yapıtı, bütün bir yapıt olarak görmeyi öğrenmek gerekir. Camus'nün insancıllığında, kendisini ansızın alıp götüren ölüme karşı insancıl bir davranış bulunduğu, onurlu mutluluk araştırmasının, ölmenin insanlık dışı gerekliliğini içine aldığı ve zorunlulaştırdığı ölçüde, bu eserde ve bu eserden ayrılamayacak olan yaşantıda, gelecekteki ölümüne karşı varlığının her anını kuşatmak isteyen bir insanın saf ve başarılı girişimini bulacağız.
3 Kasım 2021 Çarşamba
HİÇKİMSENİN SABAHI
........
Unutma kan taşır para kasaları
Merhametin işçileri hep yorgun
Ve söyle onlara
Aşkın aşka yetmediğini