22 Ocak 2020 Çarşamba
13 Ocak 2020 Pazartesi
“ŞİİRİN HİKAYESİ ŞİİR KADAR GÜZEL DEĞİLDİR VE BU HEP BÖYLEDİR.”
Yalnızlığı nasıl
tanımlarsınız?
Aslında
insanın kendisi olmasından başka bir şey değil yalnızlık. Kendisi olması ve
bunda sebatkâr durması. Bunun bencillik olan tarafı da yok değil elbette. Yalnız
bırakılmak, yalnızlığa maruz kalmak ayrı, yalnızlığı tercih etmek ayrı. “Herkes
Yalnız” diye bir kitabı var Onur Caymaz’ın, çok severim ismini de manasını da.
Yalnızlığı da yalnız olmamayı da yüceltmemek lazım. Kendi yalnızlığımı da
kimseye tavsiye etmem. İdare edilebilir bir delilik olmadan katlanılmaz. Yalnızlığımı Allah’ı daha çok düşünmek için
bir fırsat olarak da görüyorum. Allah’ı, şiiri, edebiyatı… Sonra, uzaklardan
atılan ok misali hayata saplanmak da yalnızlığın tanımıdır, hayatın uzaklardan
atılan ok gibi size saplanması da. Sayfalar dolar burada. Doluyordur. Yalnızlık
kesin, diğer neticeler muhtemel. Başka türlüsü sanki mümkün değilmiş gibi.
Yalnız olmasam da yalnız olacakmışım gibi. Her şeyi borçlu olduğumdur
yalnızlık, bana düşman olmamıştır hiç. Ben ona bazen uzak olup geri dönmüşümdür
ama. Eve dönmektir yalnızlık.
Bir de sosyal medyalar ve akıllı telefonlar yalnızlığı arttırdılar gibi geliyor. Orada bir insan var, insanlar var zehabına kapılıp yalnızlığa düşüyorsun. Yok aslında, onun yansıması, gölgesi, imajı o.
Şiirin kıyısına önce
siz mi yanaştınız yoksa dm’den o mu yazdı?
Şiir
şairin kaderidir. Onun içine doğmuştur şair. Merkezine. Zamanla bunu yaşamaya
başlar. Başka bir söyleşide de söylemiştim: Yazdığımız şiirler de kaderimize
dahildir ve Allah bizden bunu murat etmiştir. O şiir yazılacaktı ve yazıldı.
Bundan kaçamazsın. Ben şiire böyle bakınca her şey yerli yerine oturuyor. O
zaman yazdığım şiir üzerine, şiir üzerine ve kader üzerine daha esaslı ve titiz
düşünmeye başlıyorum.
Orta 2’de Vatan diye bir şiir ve kompozisyon yazmıştım. Ödevdi. Galiba hem şiir hem kompozisyon yazan tek öğrenci bendim. Yanlış hatırlamıyorsam şiir ödeve dahil değildi ve içimden geldi yazıverdim. Kalktım tahtaya önce kompozisyonu sonra şiiri okudum. Hala hatırlarım, kompozisyonu okuyup şiire geçmeden önce defterimi öğretmen masasına bırakıp ceketimin düğmesini iliklemiştim. Bunu neden yaptım acaba? Bilemiyorum. Lisede aşık olup, arabesk dinleyip karalamalar yapmışımdır. Üniversitede arkadaşlarla çıkardığımız dergilerde 3 şiirim çıkmıştı, onları da saymıyorum. Arada çok karalama vardır, hevesime yenilip yazdığım. Ama eli yüzü düzgün ilk şiirim Ashab-ı Kehf.
Ben uzun aralar da verdim şiire ve o dönemlerde çok yazı yazdım. Kendim için yazdım onları, bazıları kalemle yazılmıştır ve hala kâğıtlarda, dosyalarda durur. Bunlar dışında çok bilinmeyen vardır tabi. Bir şiir nelerle doludur, nelerle yazılmıştır, yazılırken mi oluşmuştur, uzun zamanlara yayılan bir oluşum mu söz konusudur vs. Mevzu şiirse hayat teferruattır. Şiir her şeyi kapsar, şair şiirini her şeyden kurar. Bir şiir kendinden ibaret değildir zaten.
Şiirde
şairaneye siz de karşı mısınız Turgut Uyar gibi?
Elbette. Şairane demek miş gibi
yapmak, şair gibi olmak. Günümüz şiiri
şairanenin kıskacında bir de. İnsan etkilendiği şairler gibi yazınca şair
olmuyor, şairanelik yapmış oluyor. Şair olmak demek sesini bulmak, sese sahip
olmak hatta kişilik sahibi olmak demek. Kişilik, şahsiyet, insanın kendisi
olarak var olması ve bunu dillendirmesi.
Bir de hep söylenir ve doğrudur da: Eleştiri kurumu yok günümüz şiirinde. Şair olamayan arkadaşlarını şair diye yutturmaya kalkışanlar var ama. Aslında şair diye sundukları kişilere de kötülük yapıyorlar. Belki başka türlü eleştiriler sayesinde yazdıkları irtifa kazanacak kişiler tüm şairanelikleri ile kendilerini şair sanarak yaşayıp gidiyorlar. Bizde işler eş dost kayırması olarak sürüp gidiyor. Herkes kendi adamını parlatma peşinde. Yarın siz olmadığınızda sizin şair ilan ettikleriniz de olmayacak, bunu biliyoruz çok şükür.
Yazdığınız
her şeyin ,şiirler dahil, gerçek olduğunu ve bu durumdan ürperdiğinizi
söylediniz, “Kürt” artık bizim
olduğuna göre bir hikâyesi varsa paylaşır mısınız?
Kendimi
yazmak için bir araç haline getirdiğimi ve hayatımı üstünkörü yaşadığımı fark
edeli çok oldu. Yazmak için yaşamak gibi net bir sonuç çıkmasın ama bundan. Bu
kadar net olmuyor kelimeler yurdunda hiçbir şey. Eksik olan neyse yazarak
tamamlıyorsun ve artık seni üzmüyor hayatın yaptıkları. “Neden üzülüyorsun ki
nasıl olsa yazacaksın” diyorsun. Zamanla oluşan bir durum bu. Sanki hayata değil de kelimelere bakmak! Hep
bu bilinç üzere olmak. Bu içinize yerleşiveriyor. Çok olmuştur koşar adım eve
dönüp, yaşamayı sokakta bırakıp kâğıdın başına çöreklendiğim. Yazan herkes
bilir bunu. Böyle olunca kardeşimin yıllar evvel bana sorduğu “ yazarken mi
yaşarsınız, yaşarken mi yazarsınız ?” sorusuna geliyoruz. Yazarken yaşıyor
muyum derseniz başka bir alemde evet. Yaşarken yazmak da yaşanan bir şey
sonuçta. Olay anında içinizde binlerce alt yazı, alt metin akıyor ve siz onları
dinliyorsunuz. O anın hengamesinden kurtulanlar sonra yazdıklarınıza
kavuşuyorlar.
Kürt şiirim çok sevildi, buna çok şahit oldum. Aşk için yazılan bütün şiirler ağıttır ve kaybedilen savaşın sonlarında bari vuruşarak çekileyim demektir. Şiirin hikayesi şiir kadar güzel değildir ve bu hep böyledir. Zaten hikaye güzel olsa ortada şiir de olmazdı. Güzel olan kavuşamamış olmaktır. Uzun vadede kavuşamamak zaten kavuşmaktan güzeldir. Ben şairlerin büyük ve güzel aşklar yaşadıkları için güzel aşk şiirleri yazdıklarını sanmam. Tam tersi, o aşkı yaşayamadıkları için güzel aşk şiirleri yazarlar. Aşkın istikbale dönük iması kalplerini ateşe çevirir ve o yarım kalmışlık ateşler içinde şiiri yazdırır kalpleri yanarken.
Kalp Yetersizliği şiirim var son kitabımda ve bu şiir de Kürt şiirinin şiiri gibi de okunabilir. İsteyen öyle okusun.
Şiiri okunsun diye mi
yazarsınız, okusun diye mi yazarsınız?
Bir
keresine Erkan’a “ Allah şiir okuyor mu ?” diye sormuştum. O da “okuyor ama
etkilenmiyor” demişti. Burada da bir cevap saklı. Şiir yazmak insanlarla
kurulan bir diyalogtur da monolog gibi görünse de. Yazdığınız her şiirde
okurların sessizliği de saklıdır. Sonra size dönen sesleri de alırsınız. Yazıp
da kendine saklayacak kadar büyük şair var mıdır? Varsa bile bilinmez. O da
müthiş. Yeniden şiir yazarak inşa edilen bir dünya var. Eksikleri şiir yazarak
giderilen, olumsuz ya olumlu yanlarına saldırılan bir dünya ve bunun bilinmesi
gerekir. Dünyanın gerçek yüzü, hayatın
bilinç altının tarihi. Dünyanın şairlerin anlattığı gibi olduğuna inanıyorum.
Bu çok temel bir düşüncedir. Bir kere böyle düşünülürse, şair de okur da hep o
düşüncede yaşar.Şairin şiirini okura ulaştırarak yaptığı kişisel devrimler
yapmaktır. Gün gelir – gelir mi?- bu devrimler büyük bir saldırıya dönüşür bu
bozuk dünyaya ve insana da . Belki. Aslında hiçbir zaman.
Şiir intiharı önler mi
yoksa bir intihar şekli midir?
Yazmak
da uzun vadede bir intihar şeklidir, yazarak intihar etmek. Bildiğimiz anlamda
intiharı önler, en azından benim için öyle olmuştur. İntihar bir fikir olarak
hep vardır bende ama etmeyeceğimi bilmenin “rahatlığı” da vardır. Bu fikir bile
ışık hızıyla hayattan kurtarır insanı. Şiir burada devreye girer. İntihar etme,
şiir yaz! dersin ve bu kurtarır. Şiir her şeyden koruduğu gibi şairi intihardan
da günlük ölümlerden de kurtarır. Bu bir nimettir. İntihar eden şairler de
vardır elbette. Ama şiire ve şiirlerine daha sıkı sarılsalardı belki intihar
etmezlerdi gibi geliyor bazen. Tabi intihar nedenlerinin ağırlıklarını
taşıyamayıp hayata dayamadılarsa da burada biz susarız. O başka bir konudur
artık.
Şiir nasıl okunmalıdır?
Okunacak
şiir evvela insanda yer edecek. O şiirin bir yeri olacak ki orada mukim olacak
uzun süre. Sonra o şiir zaten adeta sizinmiş, sesinizmiş gibi çıkar ağızdan.
Ben okurken özel bir gayret sarf etmiyorum. Prova falan da yapmıyorum. Amacım
zaten güzel okumak değil, sadece okumak. Şiiri birilerine iletmek. Şiir
güzelse, ki güzel olduğuna kanaat getirmediğim bir şiiri asla okumam- zaten
hakkını veriyorum ister istemez. Benimsediğim şiirleri okuyorum. Fonda müzik de olmayacak. Şiirin müziği yeter
artar duymasını bilen için. Müzik koyanlar şunu mu diyor: Al şiir, yetmezse
arkada müzik de var, hüzünlen!
Birine şiirinizi
açıklama gereği hissettiğiniz olur mu? Açıklayınca büyüsü kaçar ya da esprisi
bozulur mu?
Oldu
ve çok yorucu. Şiire uzak insanlar için açıklama yapmaya bile değmez aslında.
Yapacaksın da ne olacak? Çarpılıp şiire doğru bir hayat mı edinecek buradan.
Açıklama bekleyenler açıklama beklerken bile size ve şiire ne kadar uzak
olduklarını ibraz ederler aslında. Şiirle yaşayan biri zaten açıklama beklemez.
Ben bu tür sorulara kısaca nazik cevaplar verip olay mahallinden uzaklaşmayı
tercih ediyorum.
Instagram’da her gün
bir şiir okuyorsunuz. Bununla ilgili olduğunu düşündüğüm Twitter'daki Twit'inizi hatırlatarak
sormak isterim, "Ben hergün şiir okumasam günler benim canıma okur.",
şiir bizi korur mu? Şiir bizi neyden ya da kimden korur?
Orada aslında en çok kendim için
şiir okuyormuşum gibi geliyor. Okuduktan sonra şiiri bir kaç kez dinlemenin
güzelliğini fark ettim. Başka bir sesten dinlesem bu kadar etkili olmaz şiir
üzerimde. Ama kendim için şiir okuyup kaydetmişliğim de yok. Birilerinin
dinleyeceğini bilmek bana motivasyon sağlıyor. Onlar olmasa şiiri okuyup
kaydedecek değilim sonuçta. Bu bir yüzü. Diğeri de yüzlerce kişiye bu kadar
zahmetsizce şiir dinletmek harikulade tabi. Şiir gecesi yapsak kaç kişi gelir
ki? Ve bu sıklıkta zaten yapamazsın. Gün sonunda şiir okumak beni rehabilite
ediyor anlayacağınız. Büyülü bir etkisi oluyor üzerimde. Arınma gibi. Hem orada
şiir okurken hem yalnızca kendime şiir okurken şiirleri hayatla arama perde
olarak koyuyormuşum gibi de geliyor. Şiir bitince hayat yalan yanlış eksik
aksak haliye sırıtıveriyor.
Sosyal medyayı aktif
kullanıyorsunuz. Yeni dünyanın yalnızlığa çaresi bu mudur sizce?
Sosyal
medya benim için kül tablası gibi bir şey, severim de orada olmayı. Ben zaten
güzellikleri paylaşmayı seven biriyim. Bu hep böyleydi. Sosyal medya yokken
bile okuduğum kitabı, dinlediğim müziği, sevdiğim şiiri, izlediğim bir filmi
mesaj ya da mektup yoluyla arkadaşlarıma iletirdim. Sonra mail atmaya başladım
listemdeki kişilere. Sosyal medya çıktı da onlar benim bu paylaşım terörümden
kurtuldu.
Sosyal medyanın iyi tarafı sesinizi duyurmanız için imkânlar sunması, zaten bu yüzden yaşamıyor muyuz? Sahte tevazuya da gerek yok. Bazıları şair ya da yazarın eserini sosyal medyada paylaşmasını doğru bulmuyorlar. Ben yazdıklarımı da paylaşmayacaksam ne yapayım sosyal medyada? Kötü tarafı da var elbette. Bir müddet sonra yazdıklarınız, paylaşımlarınız sıradanlaşabiliyor. Sizi eskitiyor sosyal medya. Yapacak bir şey yok.
Büyük Türk Şiiri’ndeki
konumunuzdan bahsedelim biraz da. Geldiğiniz noktadan memnun musunuz?
Clint
Eastwood, Japon aktör Ken Watanabe’den söz ederken yıllar önce konuşmasına “Büyük
Ken Watanabe” diye başlamıştı. Demek ki aktöre bile büyük deniyorsa Büyük Türk
Şiiri demek için geç bile kalınmıştır. Ne demek istiyoruz peki?
Türk,
şiirin yaptığı kalple, kalplerle yaşar. Hayat böyle başlayınca gerisi zaten
şiir ya da şiirsizliktir. Şiirdir, çünkü Türkün kalbinde dinmeyen bir uğultu
vardır. Uzaylılara bile sorsak bizim
için ne derler? Misafirperver, duygusal, cana yakın insanlar Türkler derler.
Doğru . Başka? Türk insanı dediğimiz kimdir başka? Aşık olur, şiir yazar, türkü
dinler en çok. Bunlar, şiirin yaptığı, mayasında şiir olan millete has
özelliklerdir. Sevmediğim bir laf vardır, bir küçümseme sezdiğim için.Aslında
büyük bir gerçeği ifade eder o cümle:
Her dört Türk’ten beşi şairdir gibi bir şeydi. Evet, öyledir. Bunu
anlayabiliyor muyuz peki? Her dört
ingilizden ya da japondan, fransızdan vs beşi şairdir diye bir laf var
mıdır? Yoktur. Bunu romancıdır, öykücüdür, denemecidir, eleştirmendir vs
şeklinde tamamlamamışlar. Şairdir denmiş. Çünkü diğer edebi sanatlar ruhumuzu
ifade etmede şiir kadar yeterli olmamış. Onlar sonradan, hatta çok sonradan
edebiyatımıza eklemlenmişler. Elbette önemsizdirler demem. Ama şiirimizdir
bizim ruhumuz. Tam olarak budur.
Şair
kaybetmez. Kaybolmaz. Bizler kaybolmayan şairlerimizle yaşarız. Geçenlerde bir
tartışma vardı . İstiklal Marşı’mızın Arapça okunmasına dair. Aslında okunan
marş hali değil,şiir haliydi. Birileri bunu eleştirdi arap düşmanlığı sosunu da
katarak işin içine. Bu güzel bir hamle değil mi? Aslında çok güzel. Keşke
İstiklal Marşı’mız bütün dillerde okunsa da dünya alem bilse dünyanın en güzel
marşına sahip olduğumuzu. Ve dünyanın en güzel milli marşına sahip olmanın
nelere karşılık geldiğini, ne demek olduğunu. Bunları düşününce Büyük Türk
Şiiri’nin ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Unutmayalım ki bağımsız bir
Türkiye’ye sahip değilken henüz elimizde silah gibi milli marşımız vardı. Bunun
vatanın kurtuluş ve kuruluşundaki etkisini ihmal edebilir miyiz?
Şair bin yıl sonra bile karşımıza hayatta
olduğundan daha canlı ve daha güçlü olarak çıkar, çıkacaktır da. Şair muhatabı
sonsuzluk olan kişidir. Şairin hayatı bitmeyen bir hayattır ve hayatımıza
yıllar sonra da karışır. Her iki anlamıyla da karışır. Bunu bırakamaz Türk. Ben
büyük harflerle BİZ’i düşündüğüm zaman bütün edebiyatlarımız içinde neden
sadece şiirimizin fersah fersah ilerde olduğunu anladığım zaman, şiirimizin
büyüklüğünü anladığım zaman, bakışlarımı binlerce yıl önceye çevirdiğim zaman
olan biteni daha iyi kavradığımı görüyorum. Sadece şiirde değil, tarih,
sosyoloji, siyaset, psikoloji ve sanat serüvenlerimiz aslında şiirin odağına
genişlemeler olarak görünüyor. Yunus Emre’den, Ahmet Yesevi’den, Türk dilinin
geçmişinden, menkıbelerden, kıssalardan, devletlerden, insanlardan süzülen,
doğrusu şiirin süzdüğü ve zaten şiirin meydana getirdiği bir tarih görüyorum.
İnsan olmaya ninnilerden, bilmecelerden, masallardan, tekerlemelerden,
mevlitten, ilahilerden, deyişlerden başlayan insanlar görüyorum . Bunlar şiir
değil midir? Şiirler yazılmıştır, okunmuştur ve Türk artık o şiirlerin
öncesindeki insan değildir.Cemil Meriç’in çok güzel bir yazısı vardır
Mağaradakiler kitabında “Şiirden Düşünceye” adında. Çok aydınlık bir yazıdır.
Şiirin doğu coğrafyasındaki kader anlamına geldiğini çok güzel anlatır. Zaten
bizde şair olmayan mütefekkir var mıdır? Namık Kemal, Mehmet Akif, hatta şiirleriyle
düşünen Tevfik Fikret , Yahya Kemal, Tanpınar, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Sezai
Karakoç, İsmet Özel ilk aklıma gelenler. Zaten bütün büyük bir şairlerimiz bir
düşüncenin de adamıdırlar ve şiirleri iyi okunduğunda bunu görürüz. Ve saydığım
isimler evvela şairdirler. Şiirlerinin onları getirdiği yerdir düşünceleri.
Şiirden anlayan her şeyden anlar.Türk şiirinin büyüklüğü tarihimizin ölmeyen
bir tarih olduğundan tutun da coğrafyamızın kıyamete kadar Olmak ya da Olmamak kavgalarının,
hem insan, hem de millet ve ülke olarak
bitmeyen imtihanlarıyla doğrudan alakalıdır. Henüz 3,5 sene önce işgal edilmeye
çalışılan bir vatanda yaşıyoruz, daha ne diyeyim ki…
Kendi adıma bu soruya cevap vermeyeyim. Ama şunu eklemek boynumun borcu: Büyük Türk Şiiri’nin ruhu daima benimle beraber. Bu anlamda bir yerden bir yere gelmiş değilimdir. 12 yaşından beri, Çile’yi okuduğumdan beri yani, oradaydım. Yazdığım şiir zamanla ağırlık sahibi olduysa bunu zaten Büyük Türk Şiiri’nin ruhuna borçluyumdur.
Öğretmenlik nasıl bir
şey? Hiç bir çocuğun gözlerine şiir yazdınız mı? Ya da o size yazdırdı mı?
Çocukları
sevmekle örülü bir meslek benim için. Hala sınıfa coşkuyla giriyorum. Hayır,
yazmadım. Ama şiirlerimde çocuklar vardır. Şair ve çocuk arasında rabıta daima
mevcuttur. İkisi de çok buluşurlar birbirlerinde ve hayatın onları getirdiği
yerde. Birbirlerini anlarlar. Çocuklar olağanüstü incelikler ve zekalarla
doludur. Şair için bu bulunmaz bir hazinedir. Şair de aslında bir yanıyla
hırçın bir çocuktur da tüm yaptığı bunun üzerini örtmek ya da şiirleriyle açığa
çıkarmaktır. Şairin tepkisi ile çocuğun tepkisi aynı saflıkta ve saftadır.
Çocuklardan duyduğum onlarca güzel cümle vardır, şiire bakan aydınlıklar
vardır.
En sevdiğiniz kitap, film, şarkı, şiir ya da daha iyisi?
Hala
Ucuz Roman en sevdiğim film. Yüz film daha var. Yüzlerce şarkı, kitap, şiir.
Bir taneye kapanıp kalmak darlıktır da. Yönetmenlerin bazılarını söylemek daha
doğru burada: Kurosawa, Kubrick, Welles, Coen, Eastwood, Tarantino, ismini unuttuğum
Güney Koreli yönetmenler, Mecidi, Scorsese, Coppola, Akad, Ceylan.
Sizin
için en iyi şiir ve şair?
Bir tane şiir ya da şair
söyleyemem. Turgut Uyar’ın daha çok okunmasını isterim, ama popülizme ve ucuz
duyarlıklara yenilmeyen şiirlerinin. Çünkü onun şiirinde bütün Türkiye vardır.
Sormamı beklediğiniz
ama sormadığım bir soru olduysa cevabını lütfeder misiniz?
Kim
olduğumu sormanızı isterdim. Ve bu soru sorulur sorulmaz kim olduğunu unutan ve
telaşla hatırlayıp cevap yetiştirmeye çalışan bir olduğumu, soruya kesin bir
cevap veremediğimi, belki bir mezar taşı
olduğumu, buna hiçbir zaman cevap bulamadığımı, bulamadığım cevap ve cevaplar
yüzünden şiirler ve yazılar yazdığımı, yazdıkça soru’nun ve sorunun büyüdüğünü,
kimsenin kimseye ve kendisine bu soruyu sormaması gerektiğini, kimsenin
yazmadığı bir roman karakteri olma ihtimalimin kuvvetli olduğunu, hele aynaya
bakıp Kimim ben!? diye sormanın çok tehlikeli olduğunu, cevaplar dünyasının
konforunda yaşamak varken sorunun büyüttüğü boşluğun insanı yutabileceğini,
yutacağını, bir ömrün o helezonda sessiz ya da sesli feryatlara
dönüşebileceğini, maskelerimize sahip çıkmanın ve onları parlatmanın iyi
olacağını, öldürülmeyeceksek bunun faydalı olacağını ve bir mezar taşı olduğumu
söylemek isterdim.
Hazırkıta.com
12 Ocak 2020 Pazar
5 Ocak 2020 Pazar
KARANLIKTA OKUYUN
Bütün
gün dayak yemiş ve nihayet yatağında rahata ermiş bir deli gibi başımı yastığa
koyduktan beş dakika sonra gülümsedim. Her şey başımın üstünden geçip gitsin
bakalım dedim.
.....................
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)