25 Haziran 2016 Cumartesi

middle class blues / orta sınıf için nihavent

şikayet edemeyiz
işimizden atmıyorlar bizi.
aç kaldığımız yok.
karnımız doyuyor.
otlar büyüyor.
büyüyor milli gelir.
tırnak uzuyor.
uzuyor tarih
sokaklar boş.
sağlamca sonuçlandı pazarlık
canavar düdükleri ötmüyor.
n'olsa geçer hepsi.
ölüler vasiyetlerini yaptı.
yağmur seyreldi artık.
daha ilan edilmedi savaş.
acelesi de yok zaten.
otları yiyoruz.
milli geliri.
tırnak yiyoruz.
yiyoruz tarihi.
saklı gizli bir şeyimiz yok.
özlenecek bir şeyimiz yok.
söyleyecek bir şeyimiz yok.
bir şeyimiz.
saatler kuruldu.
faturalar ödendi.
hepimiz yıkandık.
son otobüs geçiyor.
boş
şikayet edemeyiz.
ne bekliyoruz peki?

Çeviri:Orta Halliler İçin Nihavend/İsmet Özel
Yeni Devir 1978

22 Haziran 2016 Çarşamba

çok üşümek


Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde
Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça


Bir Kalır yabancı yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir Kalır Yılgın Adamların hep  
"Evet" dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün

TURGUT UYAR

anna karenina, açılış...


manastırlı hilmi bey'e dördüncü mektup


yıllar geçmedi, yıllar eskidi 
dokunduğum yerde kalıyorum 
yaşlı bir kelebek gibi. 


yeni bir renk buldum bugün, suyun akışı rengi 
oyuğumdan çıktım 
çıkmamı duydum 
bir süre yürüdüm yürüdüm 
hiç kimsenin ağzını dayayıp da 
suyunu içmediği bir çeşme gibi durdum 
durdum ki 
önce bir elektrik mavisi çöktü içime 
sanki bir suya anlatıldım da bilinemedim 
ben 
benzersiz bir geyiği okşar gibi 
sevgisizliği okşayıp geçtim 
yol boyunca insanların 
uzak yakınlığını 
okşayıp geçtim 
sinema girişlerindeki fotoğraflara baktım -bir süre- 
çürük elma kokulu bir sokağa girdim 
küçük bir alana çıktım 
cemal'i okuldan aldım 
sonra.. 
kestiydim saçlarını çoktan 
gözleri bir çift medüza şimdi 
cemal'in 
kurtuluş'ta unutulmuş bir bahçe için 
bahane cemal 
kollan iğreti, kısa 
kır yollan gibi tekdüze bir anlatım yürüyüşünde 
anlamsız 
ve yanyana gelince beton yapılarla 
hep aynı soğuk ve yapışkan hüzün 
yedeğine alıyor ikisini de 
oysa pencerelerden sarkan ışıklar bile 
herbiri başka başka 
acılar başka başka 
her günkü sözler, her günkü konuşmalar 
aynı plaklarda aynı şarkılar 
tutmuyor hiç birbirini 
ve 
mutluluk 
bir kibrit çöpü ne kadarcık yanarsa. 


eski bir lokantadayız hilmi bey 
beyoğlu'nda, arka sokaklarda 
karşıdaki vitrinde 
yeni cilalanmış bir tabut 
bu garip gün sonundan sanki 
pespembe üç haç eklenmiş ağzına 
cemal'in 
sadece pasta yiyor şimdilik 
duvardaki denizkızına bakıyor ara sıra 
bir düğmesi kopuk ceketinin 
tırnakları tertemiz 
gömleği buruşuk -biraz- 
bazı belirtiler bazı belirtilerle buluşunca 
sözleşiyor kafasında insanın: 
bu çocuk beni hiç sevmedi 
sevmeyecek. 
kim kimi sevdi? kim kimle yaşıyor ki? 
bezik oynuyoruz, rakı içiyoruz 
ve konuşmuyoruz gerekmedikçe 
arada mektup yazıyorum sana 
ah, olmayan sana. hiç olmadın ki 
bunu kendime, cemile'ye söylüyoruz. 


bitti yalnızlıklar, bir büyük yalnızlık var artık 
iki kaktüs gibiyiz cemalle ben 
kendi çöllerimizden koparılmış. 


edip cansever

17 Haziran 2016 Cuma

4/A VE mesut ve çalışkan olun aziz yavrum

Gökay iftar sonunda sahnenin önündeki sandalyede yerini kapmış ramazan eğlencesinin başlamasını bekliyor. beni görünce yanıma geldi saçından ve yanağından öptüm ayrılırken. hayrünnisa da oralardaymış annesinin dediğine göre, baktım ama göremedim. üzerimde bir ağırlık koyu bir mutsuzluk ve umutsuzluk var- bu yazı ya da çocuklarla alakalı değil. her şey ağırlaşmış uzaklaşmış inceliğinden. bakışlarımız yıpranmış. kalp kararmış. kendimizi kandıramıyoruz artık. gençliğin baharı yerini bu yaşların solgunluğuna donuk tebessümlerine bırakmış. 

bu akşam da yılmaz'ı gördüm yanağından makas alıp uzaklaştım. akşam eve dönerken elif meliha buztaş yanıma yaklaşıp " öğretmenim ne zaman geleceğiz yarın okula?" diye sordu. ben hep ona buztaş dedim soyadıyla hitap edip, zamanla öğrencilerim de buztaş der oldu. elim küçük omuzlarında yanıtladım. mutlu oluyorum onlarla karşılaşınca. iki akşamdır eyüp'ü aradı gözlerim etrafta ama göremedim. 

"yorgun bir sarıyla ben de 
 geçeceğim önlerinden"

akşam önce aydınlık sarılarla yüklü bir serinlikti. yürüdüm taşınmazlarımla. sonra o sıcak karanlık bastırdı. iç karartıcı. bungun. mezarlıklar dolusu karanlık.

çocuklar. çocuklar. çocuklar. 16 yıldır aranızdayım. bu çok tuhaf. 16 yıldır çocuklarla muhatap olmak beni nasıl etkiledi acaba? kuşkusuz etkiledi, buna eminin. 

bundan sonrası için kendime susmayı tercih ederim. 


"Her şeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı "






8 Haziran 2016 Çarşamba

yoktur gölgesi türkiye'de



Sabahları gün doğmadan uyanır
Dilini yutacak olur içi kanlanır
Gün boyu çalışır aydınlanır
Kederini anlarsanız size ne mutlu
Acır fakir çalışan kadınlara
Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi

İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye'de
Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu
Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi
Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır
Bir geyik olur sizi arar melûl ve bakır
Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi

sezai karakoç
1957, ağustos