Bu mektubu yazıp bitirdim sayılır aslında
yazmaya başlamadan, Sefiller kitabının kahverengi güzel kapağını okşamadan, şu
kuş sesleri, şu acıyan dokunan sıcak gök, şu sabah avuntuları dolmaya başlamadan
kuleme, Baden kırlarına, Rus roman karakterlerine, aklıma gelen saçlarına, ilk
ve tek buluşmamızda bana çekingen ama dikkatli bakan gözlerine, o dikkatin
sonradan çaya attığım şekeri böldüğümü fark edişin halinde kelimelerden aklıma
dökülüşüne, kız kardeşinin güçlü kalemine, son öykünün yağmur olmasa da bana
yalnızlıkların bütün üşümelerini anımsatan nedense soğuk bir yağmur edasında
yansıyışına,” insan acılarına ve hatırlamalarına yerleşmek ve orada huzur
bulmak ister bu tuhaftır insan acılarında huzur bulmak ister” diyen seslerime,………………..
Adı da
konmuştu o anlarda, Turgenyev’in henüz bitirdiğim romanının bir yerinde durup
durup bunları yazarken, demirden ejderhalar düşlerken, severken ve beklerken ve
ruh hastalıklarının doğasına dair kendimi teşrih edip gözlemler yaparken, küçük
ev aletlerini, kavanozları, bardakları, fincanları ve araba maketlerimi
severken, bir imansızlıktan imana göç etmek istercesine severken………………
İçinde yaşadığım evin bana benzeyişinden
evin beni kendine benzetişine geçerken, okuma isteğinin beni yorup okumaya
mecalim kalmazken, uykusuz gecelerden sonra yakalandığım sabah doğuşlarının en
sevdiğim anlar olduğunu kendime izah etmeye çabalarken ve bunun uzun bir gece
terapisinin ardından bana sunulan bir armağan olduğu kanısına varırken, “acaba
dünyaya şiir yazmak için mi yollandım eğer böyleyse bunu Allah istiyor ama öyle
değilse dünyaya eğer şiir yazmak için gelmediysem ve başka da “yaptığım” bir
şey yoksa dünyaya neden geldim acaba” sorularını kendime sorarken…
Eğer biz şiir yazmak için geldiysek şiir ilahi
bir emir ve bunu yazdıran Allah. O zaman rahatça bir nefes alıp izlemeyi
sürdürelim başta kendimiz olmak üzere her şeyi değil mi? Ama yazmak biraz da
şeytanın işi, bundan eminim artık. Görüyorsun aslında içimden geçenlerden ve
yazarken güzelliği gözetmekten başka yazacak pek de bir şeyim yok. Hatıram yok.
Temmuz 95. limoncu camiin karşısında
karpuz satardık. patronun tek kasedi buydu akşama kadar döner dururdu. ismet
özel yeni şafakta "ben bilime bayılırım" diye -gene iki kere kendini
okutan anlamak için- bir yazı yazmıştı o günlerde. işler kesattı. haftalığım
konusunda yaptığım pazarlık sonuç vermezdi. ibrahim mormenekşe ikircikli bi
şekilde hem bana gaz verip hem patrondan yana görünürdü. hbb kupa amerika
maçlarını verirdi öğleden sonra iki buçukta arada maça bakardım. kaset kapağını
ezberlemiştim, burhan bayar'dan ibaretti kaset. müslüm'ün gömleğini de
sevmiştim. babamdan çok korkardım.
ve gene korkmak
istiyorum aslında.
Sokaklar üşür mü?
Ruslar Avrupalı mı?
Romanlar haklı mı?
Aşk bir roman sanatı mı?
Keman kar yağdırır mı?
Ruslar Avrupalı mı?
Romanlar haklı mı?
Aşk bir roman sanatı mı?
Keman kar yağdırır mı?
Ağaca
neden sarılarak veda etti barla'da Bediüzzaman?
Trenler bu kış da penceremden geçmeyecek mi?
Trenler bu kış da penceremden geçmeyecek mi?
Onun da duyguları var. robotları da allah yarattı. robotların da duyguları var. o çalan müziğin de duyguları var. Benim de var. müzik roket rampa. kulaklık da ağlıyor bu müzik sebebiyle günlerdir. asIl müzik sessizlikte, o ayrı.
Asıl müzik durmadan yutkunan bir adamdır.
Büyük Türk Şiiri’nin kemiklerine kadar yapılan kazısında.
Büyük
Türk Şiiri yutkunan bir adamın parmaklarına emanet edilmiş nice sessiz
gecelerdir.
Asıl
müzik Boğaz Köprüsünü yıksa keşke.
Asıl
müzik şu parmaklarımın tuşlara verdiği ama henüz ben duymadım ve duyar gibi
yapmayı da iyi bilirim.