5 Şubat 2019 Salı

köpeklerin kalbi




Süleyman Unutmaz. 1977 doğumlu. Dergâh, Kitap-lık, Aşkar, Natama, Mahalle Mektebi, İzdiham, İtibar, Yedi İklim, Edebiyat Ortamı, Kaşgar, Karabatak ve  Hece’de yayımlanan şiirlerini, Köpeklerin Kalbi adıyla ikinci kitabı olarak okuyucuyla buluşturdu. Bu bağlamda oldukça velud bir şair. İstanbul’da yaşadığını ve aynı zamanda öldüğünü söylemeyi ihmâl etmeyen bir şair aynı zamanda Süleyman Unutmaz.

Köpeklerin Kalbi, yayın dünyasına hızlı ve emin adımlarla giriş yapan Ketebe Yayınları’ndan çıktı kısa süre önce.

Sadece şiir başlıklarına bile şöyle göz ucu ile baktığımız zaman, yürünmemiş bir yoldan bildiğimiz adımlar ile yürümek isteyen kavi bir şair ile karşı karşıya olduğumuz hissine kapılıyoruz . Seri Katil Yetiştirme Kursları, Konçerto Aranjuez, Monitörün Suratına İnen Balta, Allah’ın Dünyanın Avlusuna Bıraktığı Çocuklar, Bana Bakıp Ağladığın Oldu mu Baba?, Dar’ül Harpte Duyulan Tek İnilti, salihat-ı nisvandan kübra hanımefendi’ye…

Kitabı bitirince, üzerinizde tek kelimeyle bir yorgunluk kalıyor. Süleyman’ın bütün şiirlerine sinen yorgun olma hâli size de sirayet ediyor hâliyle. Fakat şair bu yorgunluğu ile birlikte bir bezginlik ve bıkkınlık taşımıyor. Ses düzeyini çok iyi ayarladığı bir isyanı taşıyor Süleyman daha çok. İnsan olarak dünyaya düşmüş olmanın yorgunluğunu bütünüyle kılcallarında hissediyor. Köpeklerin kalbine sığınması, insandan bir kaçış hikâyesi mi? Belki de…

Yıllardır süregelen şiirin biçimsel özellikleri tartışmalarına kulaklarını tıkayarak söylenen şiirleri okuyoruz Köpeklerin Kalbi’nde. Serbest nazımda söylenmiş şiirlere on dörtlü hece ile söylenmiş şiirler yol arkadaşlığı ettiği gibi, beyitler halinde söylenmiş şiirler de karşılayabiliyor bizleri. Dolayısıyla Süleyman’ın bir biçim derdi olmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Kitaptaki şiirlerin uzun zaman aralıklarını ihtiva ettiğini şairin ağzından duymuşluğum var. İlk başta bu biçimsel çeşitliliğin, Süleyman’ın poetikasında zaman içindeki değişikliklere işaret ettiği düşünülebilir. Fakat bu uzun zaman aralığına rağmen, şiirlerin bütünlüğünde bir kopmanın olmamış olması, poetika değişikliğini çürütmeye yetecektir. Biçimden ziyade mana derinliğinin peşinde koşan bir şiir anlayışı var Süleyman Unutmaz’ın. Onun, Necip Fazıl’ın şiirine olan hürmetini biliyorum. Dolayısıyla, Üstâd’ın şiirlerinde bulduğumuz kaya gibi sert olma durumunun takipçisi aynı zamanda Süleyman. Bu sağlamlığı başarmış olmanın iç huzuruyla, çok daha güvenli bir şekilde şiir söylemeye devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Köpeklerin Kalbi beş bölüme ayrılmış. Toplam kırk bir şiirin bu beş bölüme dağılımı ise şu şekilde. İlk bölüm Allah’ın En Güzel Yalnızlığıydım’da yirmi bir, ikinci bölüm Yokuş Yol’a’da on, üçüncü bölüm Eski Gökyüzü’nde sekiz, dördüncü bölüm Edip Cansever’e Birinci Mektup’ta bir, beşinci bölüm Kelimeler’de yine bir şiir mevcut. Dünyaya gelip, sözü çoğaltarak söyledikten sonra gittikçe tıkanan nefesimiz ya da gittikçe azalan sözümüzle doğru orantılı okunacak bir tercih olduğunu düşünüyorum bu taksim tasarrufunun. Son bölümdeki tek şiir olan Dünyanın Sonundaki Şiir’in şu tek dizeden oluşması bunu doğruluyor bir bakıma. Kelimeler yalan… Dördüncü bölümdeki diğer tek şiir olan Edip Cansever’e Birinci Mektup adlı şiirin ikincisi, üçüncüsü yazılacak mı ilerleyen zamanda ya da tek şiir olarak mı kalacak, onu şimdiden merak etmeye başladım bile. Süleyman Unutmaz’ın, Edip Cansever ile kurduğu bu ünsiyet ve ona sunduğu iç döküm, şairleri yine şairlerin anlayabileceği gibi bir sonuca mı çıkıyor acaba? Şurası kesin ama… Şairler, kendisini anlayabilecek bir şair olarak çağdaşını değil, geçmiş zamanlardan bir sesi daha yakın buluyorlar kendilerine. Cansever’le aynı çağda yaşamıyor olmanın ağırlığı, ancak ve ancak Cansever’in hâlâ yaşıyor olmasıyla ilintili. Süleyman Unutmaz ya da Edip Cansever… Bu iki isim yerine başka isimler koysak da değişmeyen tek gerçeklik sanırım bir önceki cümlemde duruyor.

Anne ve baba imgesi üzerinden bakacak olursak Süleyman’ın şiirlerine, her ne kadar baba imgesini kullansa da, hatta Bana Bakıp Ağladığın Oldu mu Baba? adında müstakil bir şiiri olsa da, anne imgesinin gözle görülür bir ağırlığı var onun şiirlerinde. Şiir’in umumî manada anne’ye yatkın olması durumu onun şiirlerinde de baskın bir hâl alıyor. Bunu en net biçimde Eskiden Oğul şiirinde görüyoruz. Şiir baştan sonra anne ile örülmüş. Annemin bana kül tablası hediye etmesinden korkardım / Annem bunu yaptı o an durdum ve düşündüm ve geçti / Bu hayattan kurtulamadık ikimiz de / Paramparça o bende ben şiirde. Necip Fazıl’ın, Süleyman Unutmaz için öneminden yukarıda bahsetmiştik. Görülen o ki, Necip Fazıl için anne, şiirde ne ifade ediyorsa, o ifade Süleyman için de ayniyle geçerli. Şairler için, taşıdığı imge ile birlikte anne ve nispeten baba ne kadar vazgeçilmez ise, bu gerçeği tahakküm eden diğer bir gerçeklik de şüphesiz ki Allah. Allah lafzı, Süleyman’ın şiirlerinde sıklıkla geçiyor. Tanrı kelimesini tercih ettiği dizeler ve kullanımlar da yok değil. Süleyman’ın biçim derdinin olmadığını söylemiştik zaten. Allah, yalnız mıdır? Yarattığı kulun bu yalnızlık denkleminde yeri nedir? Rilke’nin Ne yaparsın Tanrım ben ölürsem dizesi sanırım bu sorulara bir cevap olarak kullanılabilir. Süleyman’ın, Allah ile olan münasebeti, Rilke’nin ortaya döktüğü kurgunun biraz yakınında sanki. Bu bağlamda Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Ve Allah’ın elleri kalbimde durur dizesinin etrafa yaydığı ışık ile daha da görünür olan bir yolda yalnız yürümeyi kendine şiar edinmiş bir Süleyman Unutmaz portresi ile tanışıyoruz. Bu tanışıklık, Süleyman’ın yalnızlığı’nı örter mi, ya da şairler bu yalnızlıklarını örtecek bir kumaşın peşinde midirler, orası ayrı bir mevzu. Allah’ın, Kur’ân’da da sıklıkla zikredildiği gibi, hakkıyla işiten ve gören olması, bir bakıma Süleyman Unutmaz’ı, Allah’ın En Güzel Yalnızlığıydım’a çıkarıyor.

Kesik kesikmiş gibi söylenen dizeler ile oluşturduğu bütüncül şiir, Süleyman’ın sahip olduğu isyanın tam olarak orta yerine düşüyor. Kan değil bin yıllık uykusudur  o Allah’ın seslerinin / Kan değil yaşamak pusuda bir kurt ağzından dumanlarla / Kan değil sende öldürülmüş tanrılar kovulmuş efsaneler / Kan değil ağzındır kelimelerden yapılmıştır… Özellikle kitabın ilk bölümü olan Allah’ın En Güzel Yalnızlığıydım’daki şiirlerde kendini iyiden iyiye hissettiren o yorgun isyan, ilerleyen sayfalarda yerini sade bir yorgunluğa bırakıyor. Islığımı kesmeden sokaklarda o poyraz / Karanlığa kapanan kapısına bakmışım / Kış günü evlerini içine çeken baba / Ben onu yalnızlığa resim sanmışım… ya da şu: Paramparça olsun ki ezelden verdiğin zar / Ne cennet ne cehennem! Sadece yok olayım / Kalmadı bende mecal ne eyvah ne ağ-u zar / İndir bana bana sesini Yeterdir olmayayım…

Süleyman Unutmaz, Mallarme’nin şiir, kelimelerle yazılır görüşü çerçevesinde, kelime yelpazesini oldukça geniş tutarak söylüyor şiirlerini.  Şiirlerin içindeki kelimeler, sözünü ettiğim o yorgunluğun içinde dahi canlı ve diri. İşbu hâl, Süleyman’ın şiirini tahkim eden en önemli unsur. Kelimelerle yaptığı bu yolculuk esnasında buluşlar, şaşırtmacalar ve parlak söyleyişler ile selamlıyor okuru. Anlamını bilmediğim kelimelerden korkuyorum / Tanrı’nın bilançosu olmaktan… diyen şair kelime olan münasebetini de böylelikle izhar ediyor. Moraran kemiklerim lazere yakalandı dizesiyle bir buluş’un devreden ikramiye gibi çoğalarak dizesiye bir dikkat’in; Şimdi faşistler kadar yalnız Allah gibi uykusuz dizesiyle bir gerçekliğin şirini söylüyor Süleyman.

İstanbul’da yaşayıp öldüğünü söyleyen bir şair demiştik Süleyman Unutmaz için.
Şiirlerinde Galata, Balat, Üsküdar, Kurtuluş, Beyoğlu, Beylerbeyi ile birlikte soluk alıp veren müşahhas bir İstanbul görüyoruz. Dolayısıyla şairin, mekân ile kurduğu ilişki ütopik değil…

Bir şiirinde feysbuku da Allah yarattı diyerek güncelin kalbine dokunan şair ne dese “beğen”irsiniz. Şöyle dese mesela beğenir misiniz?

Artık hiçbir şeye benzemez benim göğe bakışım
Matematiği bıraktım

Sana ve Allah’a sessizce inandım

Nadir Aşçı
İtibar 87
Aralık 2018



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder